بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
CİDDİYET
Ağırbaşlılık ve hürmetdeğer şahsiyetlilik, manasında olup zıddı laübalilik ve hafifliktir. Lüzumsuz konuşma ve gülmeler, el ve dil şakaları yapmak, büyük küçük arasında âdâb ve hürmet kaidelerine riayet etmemek, ciddiyete aykırı hareketlerdir.
Diğer bir manasiyle ciddiyet; bir kimsenin esas gaye edindiği davasını ve vazifesini tam bir alaka ve gayretle ele alması, hassasiyetle ve fedakarane takip etmesidir.
Ciddiyet, herkes için ehemmiyetli olmakla beraber, bir hizmet cemaatına dahil olan hizmet ehli için daha çok ehemmiyetlidir. Zira bu zamanda cemaat içindeki ferdin iyilik ve kötülüğü şahsa münhasır kalmıyor. Bu hakikat Hutbe-i Şamiye’de şöyle beyan ediliyor.
“Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya her bir fert o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya her bir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.
İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.” H:55
Muhammed (A.S.M.)’ın "Zâtında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesini ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı galiyesini ve kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.” S:236
“Zaîfin kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.
Kavînin bir zaîfe karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zaîfte, tezellül ve riyadır.
Bir ulü-l emr, makamında olursa ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir.
Hanesinde bulunsa mahviyeti tevazu', ciddiyeti kibirdir.” S: 724
Allah kullarını kendisine yani emirlerine aykırı hareketten, kelamıyla olduğu gibi bazen de musibetlerle tahzir buyurduğunu ders veren:
“ يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ âyetinin bir sırrını, hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyan etmekle tefsir ediyor. Hizmet-i Kur'aniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlahî ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı A'zam'ın bir nevi kerameti beyan edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler.” L:40
“Hizmet-i Kur'aniyenin pek mühim bir âzâsı olan Hulusi Bey, Eğirdir'den memlekete gittiği vakit, saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve temin edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevî olan hizmet-i Kur'aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve vâlidesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli, rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur'aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur'aniyede bulunsun.
İşte Hulusi'nin kalbi çendan lâ-yetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiğinden şefkatli tokat yedi. Tam bir-iki sene bazı münafıklar ona musallat oldular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam manasıyla sarıldı.” L:42
“Madem ihlasta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var.. ve madem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalaletler içerisinde bizler gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş; elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi' olur, devam etmez; hem şiddetli mes'ul oluruz. وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi'-i cüz'iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.” L:159
Gençlerin ibret alıp ciddileşmeleri için yazılan şefkat tokatlarından birkaç numune:
“Beşincisi: Ondört yaşında Süleyman namında bir çocuk, ziyade haylazlık yapıp başkalarının da iştihalarını açıyordu. Ona dedim: "Uslu dur, namazını kıl. Senden büyük haylazların içinde bu halin, sana tehlike getirir." O, namaza başladı, fakat yine namazı terk ve haylazlığa girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine mübtela oldu, yirmi gündür yatağında yatmağa mecbur oldu.
Evet, doğrudur.
Süleyman
Altıncısı: Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza başladı, şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam, kapıya yakın bir şarkı kulağıma geldi, evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben hiddet ettim, çıktım gördüm ki; hilaf-ı âdet Ömer'dir. Ben de hilaf-ı âdet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilaf-ı âdet olarak Ömer, başka hapse gönderildi.
Yedincisi: Hamza namında onaltı yaşında sesi güzel olmasından şarkı söylüyor, başkalarının da iştihalarını açıyor, haylazlık ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çıktı, iki hafta azabını çekti.
Evet, doğrudur.
Hamza
Bu gibi tokatlar var; fakat kâğıt bitti, mana da bitti.” Ş:334
Hem ciddiyet kişiyi mu’temed kılar. İtimat ise, halkın istifadesine vesile olduğu cihetle Risale-i Nur’da çok ehemmiyet verilmiştir. Evet Hz. Üstad şöyle buyuruyor:
“İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikatı hiç bir şeye feda etmesin, hiç bir şeye âlet etmesin. Nefsine hiç bir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-ı kat'iyye gelsin.” Ş:397
“S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha?
C- Yalan söylememek.
S- Sonra?
C- Sıdk, ihlas, sadakat, sebat, tesanüd. 1
S- Yalnız?
C- Evet!
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.” Mü:64
“Lisanın, Kur'anın Âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânasını neşretsin; lisan-ı hâlin ile de Kur'anı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun!” T:157
“O zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir bütün ahval ve harekâtı nazar-ı dikkatten geçirilirse, herbir hareketi, herbir hâli hârikulâde değilse de onun sıdkına delalet eder. Ezcümle: Gar mes'elesinde, Ebu Bekir-is Sıddık ile beraber halâs ve kurtuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda, لاَ تَخَفْ اِنَّ اللّهَ مَعَنَا "Korkma, Allah bizimle beraberdir" diye Ebu Bekir-is Sıddık'a verdiği teselli ve tavk-ı beşerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddüdsüz gösterdiği vaziyet; elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Hâlıkına itimad ettiğine güneş gibi bir bürhandır.” İ:106
Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde ciddiyetin ehemmiyeti beyan edilir. Ezcümle: İşarat-ül İcaz eserinde şöyle buyuruluyor:
“Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.”İ:107
“Malûmdur ki, bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi; hasis, alçak şeylere tenezzül etmeğe müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler. Kezalik bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliye; kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet yalnız şecaatle iştihar eden bir zât, kolay kolay yalana tenezzül etmez.” İ:107
İşte Peygamberimizin (A.S.M) yolunda giden bir dava adamının mezkûr evsaftan hissedarlığı nisbetinde derecesi anlaşılır.
Kanun-u külliyeti tazammun eden ahlakî bir kaide;
Hz. Üstad, Cumhuriyetin ilk meclisindeki sarıklı mücahidlere yaptığı hitabın bir kısmında diyor ki:
“Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan'da umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.” (Ms: 99)
“Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan firenkler dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm'ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.” (Ms: 100)
“Bu güruh-u mücahidîn ve bu yüksek meclisin ef'ali taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklid veya tenkid edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor.” Ms:101
Yani gerek dinî sahada ve gerek ictimaiyatta nümune-i imtisal olanların zahirde görünen yaşayışları, taklid edildiğinden hukuk-ı umumiye oluyor. Hukuk-u umumiyeye verilecek zarar ise mesuliyeti büyüktür. Yani İslam cemiyetini ifsad eder. O halde yaşayışları taklid edilen has daire ciddiyeti korumalıdır.
Ciddiyet çok ehemmiyetli bir sıfattır. Üstad Hazretleri bazı zatların şahıslarında bu sıfatın ehemmiyetini nazara verip tergib eder. Şöyle ki:
“Hulusi Bey ve Sabri Efendi'nin mektublarında Risale-i Nur hakkındaki fıkralarının, bir mektub suretinde Risale-i Nur eczaları içinde idhal edilmesinin beş sebebi var:
Birincisi: Hulusi ise, âhirdeki Sözler'in ve ekser Mektubat'ın yazılmasına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebeb olması... Ve Sabri'nin dahi Ondokuzuncu Mektub gibi bir sülüs-ü Mektubat'ın yazılmasına sebeb, onun samimî ve ciddî iştiyakı olmasıdır.” B:21
“Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur'un hizmetine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ihlası, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti, sadakatı dahi mükemmeldir. Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın.” K:128
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Kahraman Tahirî'nin ve Kâtib Osman'ın mektubları hakikaten benim için bir ilâç hükmüne geçti. Yarım maddî, yarım manevî endişe hastalığına bir tiryak hükmüne geçti. Cenab-ı Hak onlardan ve sizlerden ebeden razı olsun. Evet azm ü sebatınız ve ihlas ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayı mağlub etmiş ve ediyor.” K:142
“Isparta ve havalisindeki Risale-i Nur şakirdlerinde fevkalâde bir sadakat ve sebat ve uhuvvet ve ihlas ve kahramanlık var ki; bu acib zamanda binler esbab-ı fesad ve ifsad içinde vahdetlerini ve ittifaklarını ve hizmette ciddiyetlerini muhafaza ediyorlar.” K:243
“Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.” E:21
Yani İslamî vakar zayıflayıp lâübalilikle ciddiyet derbelenecek.
Evet, “Bu zamanda Risale-i Nur'da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü'minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nur'da buldukları öyle bir hakikattır ki; hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şübhe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmayacak; tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikata ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.” E:214
Yani avam-ı nasın hizmet cemaatına itimad edip nümune-i imtisal görmeleri gerekiyor. Evet,
“Dünyanın mal ve evlâdı ve istirahatı pek muvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından, onların yüzünden âhiretini zedelememek ve sabır ve tahammüle alışmak ve istikbaldeki ehl-i imana kahramanane bir nümune-i imtisal, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir.” Ş:301
Evet, Muhammed (A.S.M)’ın “Herbir fiil ve herbir tavrının iki taraftan yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti ve sıdkı, nazar-ı ehl-i dikkate arz-ı didar ediyor. Bahusus mecmu'-u harekâtının imtizacından ciddiyet ve hakkıyet şu'le-i cevvale gibi ve in'ikasatından ve müvazenatından sıdk ve isabet, berk-i lâmi' gibi tezahür ve tecelli ediyor.” Mu:144
“Ahlâk-ı âliyenin, hakikatın zeminiyle olan rabıta-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-ı dem gibi hayatlarını idame eden ve imtizaçlarından tevellüd eden haysiyete kuvvet veren, heyet-i mecmuasına intizam veren yalnız sıdktır. Evet şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği anda, o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen gidiyor.” Mu:145
Mevlana Cami Hazretlerinin, yerli-yersiz ve riyakarane konuşmalara karşı hassasiyetini gösteren bir hadise:
"Mevlana cami, bilhassa ihlasta ilerlemiş, maneviyatta mesafe kat’etmiştir. Bundan olacak ki, gösterişten çok rahatsız olur, bütün huzur ve rahatını tevazuda, ihlasta bulurdu. O insanı maddi ve ilmi kazancıyla değerlendirmezdi. Bütün meselesi; gönül ehli olmak, iyi niyet sahibi bulunmak, tevazu ve ihlas içinde dini hayat yaşamaktı. Muhataplarında aradığı bunlardı. Nitekim bir gün mana büyüklerinin oturduğu bir davet sofrasında biri dikkatini çekti. Adam henüz ruhen olgunlaşmamış olduğunu, her haliyle belli ediyordu. Yemeğe başlarken yüksek sesle ve hodfüruşane bağırdı:
- Tuz getirin! Yemeğe tuzla başlamak sünnettir.
Adamın kendisini göstermek için söylediği bu sözden rahatsız olan Mevlana, yavaşça cevap verdi:
- Hazret, ekmekte tuz vardır. Onu hatırlayarak yerseniz, sünneti yerine getirmiş olursunuz.
Adam fazla ders almadı bu ikazdan. Az sonra birine bir ihtar verdi:
- Ekmeği tek elle koparıyorsun. Tek elle koparmak mekruhtur.
Cami Hazretleri bu hareketten de rahatsız oldu. Tekrar düzeltme yaptı:
- Sofrada başkasının eline, ağzına bakmak ta mekruhtur. Hem de senin hatırlattığından fazla mekruh...
Adam birazcık ders alır gibi olup susmuştu. Ama kendini göstermek istiyor, dikkatleri üzerine çekmek için konuşmaya devam niyeti taşıyordu. Nitekim az sonra yine başladı:
- Yemek yerken konuşmak sünnettir!
Mevlana Cami yine ikaz etti: “Çok konuşmak ise mekruhtur.”
Hatalı sözler sarfetiğini anlayan adam, bundan sonra lüzumsuz konuşmayı da, sivri ve rahatsız edici sözlerle hata düzeltmeyi de terk etti.” (İslam Büyükleri sh:221) (Yeni Ansiklopedi sh:367)
Bir başka hadiste mealen şöyle buyuruluyor:
“Kahkaha ile, başkalarının işitecekleri surette gülmek şeytandandır. Tebessüm etmek ise Allah’tandır.” (H.G. Hadis: 264)
“Dilin ikinci vazifesi olan konuşmada, lüzumsuz kelamları söylememek gerektir. Ezcümle bir hadiste şöyle buyuruluyor: اللهِ ذِكْرِ وَ الْمُنْكَرِ عَنِ وَالنَّهْيِ بِالْمَعْرُوفِ اَمْرِ اِلَّا لَهُ لَا عَلَيْهِ آدَمَ ابْنِ كَلَامُ Yani: Ma’rufu emretmek (Kur’an hakikatlarını bildirmek), münkeri, kötülükleri menetmek (zararlarını anlatmak) ve Allah’ı zikretmek dışında kalan sözleri, insanın aleyhindedir.
Hem لِسَانِهِ مِنْ آدَمَ ابْنِ خَطَايَا اَكْثَرُ Ademoğlunun hatalarının birçoğu dilinden ileri gelmektedir.
Hem لَسَانَكَ اِحْفَظْ Dilini muhafaza et (lüzumsuz şeyler söyleme). Yani: İnsan lisanına hakim olmalıdır. Çünkü lüzumsuz lakırdılar insanın kıymetini düşürür, kendisini çok kere günaha sokar, mes’ul bir halde bırakır.
Bir Arap şairi diyor ki: Ben sükut ettiğimden dolayı bir kere olsun nadim olmadım, fakat söylediğim sözlerden dolayı defaat ile nedamet ettim.
Kur’an (31:19) (49:2,3) ayetleri de gereksiz ve adaba aykırı olarak yüksek sesle konuşmama dersini veriyor. T.T.ci.2, sh.107 veci.5 sh.329 aynı mevzu hakkındadır. Kur’an (23:3) (25:72) (28:55) ayetleri lüzumsuz ve mantıksız konuşmalardan, sohbet-i suriye ve münakaşa gibi hareketlerden kaçınmayı ders verir.
Peygamberimiz (A.S.M) buyuruyor ki: Lüzumsuz latifelerden kaçınınız; çünkü bu, mü’minin bahasını, şeref ve şanını giderir. (Yeni Ansiklopedi: sh: 1194)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ى لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًۜا اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
(31:6) Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, Alla yolundan bilmeyerek sapıtmak ve onu (Allah yolunu) eğlence yerine tutmak için laf eğlencesi (oyalayıcı söz ve sesleri) satın alır. İşte bunlara mühin bir azap vardır... (E.T. 3837)
Mezkûr ayette geçen لَهْوَ الْحَد۪يثِ “Laf eğlencesi”: eğlence söz, insanı oyalayan, (haktan) işinden alıkoyan, asılsız hikayeler, masallar, romanlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar gevezelikler, teganniler (şarkılar) gibi eğlence sesler.
Bunun sebeb-i nüzulünde deniliyor ki: Nadr İnb-i Haris ticaretle Faris’e gidiyor, Acemlerin hikayelerini, efsane kitaplarını getiriyor ve bunları Kureyş’e okuyarak “Muhammed size Ad ve Semud hikayeleri söylüyor, gelin ben size Rüstem’in, İsfendiyar’ın, Kisraların hikayelerini anlatayım” diyor ve bu suretle birçoklarının Kur’an dinlemesine mani oluyordu. Bundan başka güzel bir hanende (şarkıcı) cariye almış, birinin müslüman olacağını işittiği zaman onu alıp cariyesine: Haydi buna yedir içir, söyleyiver; der, bu suretle eğlendirip “Gördün ya! Muhammed’in çağırdığından, namazdan, oruçtan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?” dermiş. – arapça yazı gelecek- Bilmeyerek Allah yolundan sapıtmak, yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı iin akibetini sezdirmeden dini, ahlakı bozmak; -arapça yazı gelecek- ve onu, yani Allah yolunu, hak dinini eğlence yerine tutmak için... (E.T. 3838) (İslam Prensipleri Ansiklopedisi Musikî maddesi 2652.p.)
“4193. hadis meali de şöyle: Çok gülmeyiniz. Çünkü gülmenin çokluğu Kalbi öldürür (yani katılaştırır).
Sahih-i Buhari Muhtasarı 10. cilt 1736. hadisi, Peygamberimiz’in (A.S.M) gülmesi ancak tebessümle olduğunu bildirir.
Bir başka hadiste mealen şöyle buyuruluyor: “Kahkaha ile, başkalarının işitecekleri surette gülmek şeytandandır. Tebessüm etmek ise Allah’tandır.” (H.G. Hadis: 264)
Hokkabazlıkla insanları güldürüp gafletin galebesine çalışan insanları zecreden bir hadis meali de şöyledir: “Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler; yazık yazık ona” (seçme Hadisler 1. kitap 52.hadis)
Mevzumuzla çok ciddi alakalı bir rivayet: الْعِلْمَ نَهُ تُعَلِّمُو مَنْ وَوَقِّرُوا الْعِلْمَ مِنْهُ تَعَلَّمُونَ مَنْ وَقِّرُوا Kendisinden ilim öğrendiklerinize hürmet edin. Kendisine ilim öğrettiklerinize de ikram ve ihtiram edin. Evet, çocuklara ikramlı ve vakarlı davranmak, lisan-ı hal ile hürmet ve vakar dersini göstermek demektir ki; en müessir bir derstir. (İslam Prensipleri Ansiklopedisi İlm maddesi 1593.p.)
Netice: Büyükler küçüklere bilhassa adabı cihetinde örnek olmalıdır.
1 Madem muhatablar içine Nurcular girdiler. Sıdk kelimesine ihlas, sadakat, sebat, tesanüd gibi kelimeler ilâve olur.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.