بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
CİN - CİNN
Lügatta, bir şeyi hislerden setretmek, gizlemek mânasına gelir. Cin, bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sahibi olup pek çok şer ve isyan yapabildikleri gibi, Peygamberlerin ve semavî kitabların irşadlarıyla terakki edip yüksek kemalatlara çıkabilirler.
Cinlerin varlığını evvela Kur’an-ı Kerim müteaddid âyetleriyle bildiriyor. Ayrıca Peygamberimiz Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) gelen sahih rivayetleri ve ashabının cinleri görmeleri ve görüşmeleri de vardır. Cinler, latif mahlukat oldukları için gaybî haberler getirmekte kullanılabilirler. Ancak Hazret-i Peygamber’den (A.S.M.) sonra, cinlerin semavi haber hırsızlamaları, Cenab-ı Hak tarafından men’edilmiştir. Mesela:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
لاَيَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَـَلاِ۬ اْلاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ{٨} دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ{٩}
اِلاَّ مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ{١٠} (37:8 ilâ 10)
وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ (67:5)
gibi âyetlerin mühim bir nüktesi, ehl-i dalaletin bir tenkidi münasebetiyle beyan edilecek. Şöyle ki:
Cinn ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi, gaibden haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şübhe getirmemek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şahablarla recm ve men’edildiğine dair olan mezkûr âyetler…” L:280
“Cin, ruhaniyyunun bir kısmına ıtlak olunur. Zira ruhaniyyun üç kısımdır:
1- Ahyârdır ki, melâikedir.
2- Eşrardır ki, şeyatîndir.
3- Ahyarı da eşrarı da müştemil olan evsattır ki, mâna-i hâssıyla cin taifesidir... ilh.” (E.T.2029)
Diğer bir âyet de şöyledir: “(55:15) وَخَلَقَ الْجَانَّ Cânnı da yarattı. Bizim kanaatimizce mebde itibariyle bütün insan cinsi, “salsal”den yaratılmış olduğundan, insandan murad yalnız Âdem değil, cins olduğu gibi; cânndan murad da cin cinsidir. Aşağıda (55:39) إِنسٌ وَلَا جَانٌّ diye ikisi de cins olarak zikrolunacaktır. Sure-i Hıcr’de (15:27) وَٱلْجَآنَّ خَلَقْنَٰهُ مِن قَبْلُ buyurulduğuna göre demek olur ki; insanı yaratmadan evvel cânn yahud cin denilen gizli mahlukları yaratmıştık.
Kur’anın mu’cem-ül mufehresinden yapılan tesbite göre cin 22, cinnet 10 aded; ins 18 ve insan 65 aded geçmektedir. İşte cinnin bu kadar tekraren geçmesi, cinnin de hikmet-i İlahiyece değerini ifade eder.
Rivayette şöyle buyrulur: «Cinden de şeytanlar vardır. İnsten de şeytanlar vardır. Ve cinden olan şeytan, mü’mini aldatmaktan âciz kalınca mütemerrid bir insana, yani insî bir şeytana gider ve mü’mini aldatmağa teşvik eder. Böyle insanlardan şeytanlar bulunduğuna bir delil şudur ki: Hz. Peygamber (A.S.M.) Ebu Zerr’e (R.A.) “Cin ve ins şeytanlarından taavvuz ettin mi?” buyurmuştur.
Ebu Zerr: “İnsin de şeytanları var mıdır?” dedim.
“Evet, onlar cin şeytanlarından daha şerdir.” buyurdu diye rivayet etmiştir.” (E.T: 2029)
Cinler hakkında Risale-i Nur’dan bazı tesbitler:
1- Cinnin, kâinatın sahifelerini mütalaaya davet edilmesi:
Evet “...herşey, Sâni'-i Zülcelal'in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer kelime-i hikmet-eda hükmündedir ki; melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arzeder, mütalaaya davet eder. Demek ona bakan her zîşuura, ibret-nüma bir mütalaagâhtır.” S:75
Demek cinler tefekkürle de mükelleftirler.
“Evet o Furkan'dır ki; şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir.” S:131
“Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüs'atli ubudiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike enva'ı ve ruhaniyat ecnası lâzımdır. Bazı rivayatın işaratıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki: Bir kısım ecsam-ı seyyare, seyyarattan tut tâ katarata kadar, bir kısım melaikenin merakibidirler.” S:176
“Şu muhteşem burçlar sahibi olan müzeyyen kasırlar misali olan semavat dahi, nur-u vücudun nuru olan zîhayat ve zîhayatın ziyası olan zîşuur ve zevil-idrak mahluklarla elbette doludur. O mahluklar dahi, ins ve cin gibi, şu saray-ı âlemin seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar. Küllî ve umumî ubudiyetleri ile kâinatın büyük ve küllî mevcudatın tesbihatlarını temsil ediyorlar. Evet şu kâinatın keyfiyatı, onların vücudlarını gösteriyor.” S:504
Yani, kâinatta İlâhî eserlerin tefekkürü, yani eserlerden müessirin yani Allah’ın varlığını, sıfat ve gayelerini bilmek vazifesi, ins, cin ve ruhaniyat ecnası dairesinde küllî bir vazifedir. Avamın anlayışında cinler, çok korkunç varlıklarmış gibi bilinir. Halbuki iç içe yaşadığımız şerir insanlar, daha zararlıdır. Fakat farkında değiliz diye mezkûr manadaki rivayetler haber veriyor.
2- Şakk-ı kamer mu’cizesi, cinlere de gösterildi:
“Evet şakk-ı kamer, nasılki bir mu'cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de: Mi'rac dahi, bir mu'cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi...” S:136
Yani böyle mu’cizeler cin ve insi, imana davet eder ve imanı takviye eder.
3- Cinnin kuvalarına fıtrî bir had konulmadığı:
“Şu mahdud arz, hadsiz mu'cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ şeytanlara kadar uzun bir meydan-ı imtihanları peyda olmuştur. Madem öyledir, elbette firavunlaşmış şeytanlar, hadsiz şeraretiyle semaya ve ehline taş atacaklar.” S:178
Evet, “Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur'an-ı Kerim, öyle i'cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bahir üslûblarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki; kâinatı titretir.” S:180
Âyetlerin ekseriyetle cin ve inse beraber hitab etmesi de manidardır.
“Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız, meseline işaret eden
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ ٭ فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ٭ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلاَ تَنْتَصِرَانِ1
âyetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et. Nasıl, ins ve cinnin gayet mağrurane temerrüdlerini, gayet mu'cizane bir belâgatla kırar. Aczlerini ilân eder. Saltanat-ı rububiyetin genişliği ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarını gösterir.” S:180
4- Cinlerin nazarlarının, esbabdan Müsebbib-ül Esbab'a çevrilmesi:
“Kadîr-i Alîm ve Sâni'-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şüzuzat-ı kanuniye ile, âdetinin hârikalarıyla, tegayyürat-ı suriye ile, teşahhusatın ihtilafatıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıd altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe'nde, her şeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu i'lam etmekle gafleti dağıtıp, ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbib-ül Esbab'a çevirir. Kur'anın beyanatı şu esasa bakıyor.” S:201
5- Cinn insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir:
“Meselâ: Yine Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ 2 ilâ âhir... وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذلِكَ 3 ilâ âhir... âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra, zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hakk'ın evamirine müsahhar olan bir abdine, onları müsahhar etmiştir. Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”
İşte beşerin, san'at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur'aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.” S:258
6- Cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra:
“Şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur'ana karşı; bütün nev'-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur'ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ'caz-ı Kur'ana karşı, sihirleriyle muaraza ediyor..” S:407
Bütün cin ve ins birleşse Kur’ana benzer getiremez manasındaki âyetin izahında deniliyor ki:
“Kur'andan tereşşuh etmeyen ve Kur'anın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur'anı tanzir edemez, demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor. İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur'anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler, demektir.” S:412
7- Ruhanîler ve cinler, seyyalat-ı latife yani, donuk ve kesafetli olmayan maddelerden mahlukturlar:
Evet, “Madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ manalardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhanî mahlukları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.” S:507
Bir âyette şöyle buyurulur: (15: 27) وَٱلْجَآنَّ Cânnı da, cinn cinsini teşkil eden gizli mahluku da خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ ondan (insandan) evvel nar-ı semumdan, yani şiddetli sam ateşinden halketmiştik.
Semum: Lügatta ateş alevi gibi esen sıcak rüzgâra ıtlak edilir ki, sam yeli tabir olunur. Ve harur dahi denilir.
İbn-i Abbas’tan mervidir ki, “Şu bildiğimiz semum, cânnın çıktığı semumun yetmiş cüz’ünden bir cüz’üdür” demiş. Demek insan yaratılmazdan evvel, cânnın halkedildiği sırada Arz çok dehşetli ateşler saçıyormuş.» (E.T.3059) Semum ifadesi Kur’anda (52:27) ve (56:42) âyetlerinde de geçer.
Cinn ve ruhaniyatın ecnas-ı muhtelifeleri, “Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, rayihadan, kelimattan, esîrden ve hattâ elektrikten ve sair seyyalât-ı latifeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara ve o zîşuurlara, Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm), Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, “Melaike ve cânn ve ruhaniyattır” der, tesmiye eder. Melaikenin ise, ecsamın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pekçok ecnas-ı muhtelifeleri vardır.”S:509
8- Cinnîlerin Kur’anı medheden sözleri:
“Eğer cinnîlerle görüşmek istersen: قُلْ اُوحِىَ اِلَىَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ surlu sureye gir, onları gör, dinle ne diyorlar? Onlardan ibret al. Bak, diyorlar ki:اِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا يَهْدِى اِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا اَحَدًا “ 4 S:514
İşte Kur’an burada cinnîlerin sözlerini nakletti.
9- Cinnlerin kendileri ve amelleri âhirete gönderiliyor:
“şu dünyanın pek çok âsârı ve maneviyatı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahaif-i ef'alleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına gönderiliyor.” S:556
10- İslâmiyet'in namaz gibi esasatının cinn ve inse getirilmesi:
“Sâni'-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabb-ül Âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed'in marziyat-ı Rabbaniyesi olan İslâmiyet'in -başta namaz olarak- esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir ki; o marziyatı anlamak, o kadar merak-aver ve saadet-averdir ki, tarif edilmez. S:581
Yani cinlere de namaz gibi ahkâm-ı İslamiyenin teklifi ve mükellefiyeti var.
11- Cinlere getirilen ebedilik müjdesi:
Resul-i Ekrem A.S.M. “Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediye etmiştir. Evet Mi'rac vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cennet'i görmüş ve Rahman-ı Zülcelal'in rahmetinin bâki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi kat'iyyen hakkalyakîn anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir ki: Bîçare cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelzele-i zeval ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i zaman ve harekât-ı zerrat ile adem ve firak-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyet-i mevhume-i canhıraşanede oldukları hengâmda; şöyle bir müjde, ne kadar kıymetdar olduğu ve i'dam-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin kulağında öyle bir müjde, ne kadar saadet-aver olduğu tarif edilmez. Bir adama, i'dam edileceği anda, onun afvıyla kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebebdir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.” S:582
Yani bu beyanlardan anlaşılıyor ki: Cinler de, “acaba ebedi hayat var mı?” diye endişe ederler.
12- Cinnlere Rü'yet-i cemalullah müjdesi:
Resul-i Ekrem A.S.M. “Rü'yet-i cemalullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir ....” S:583
13- Bir tabaka-i arz cinn ve ifritlerindir:
Cinlerin, dünyanın iç tarafında kendilerine uygun meskenleri var. Evet “cin ve ifrit ve sair zişuur ve zihayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri» vardır.” L:65
“İşte Küre-i Arz'ın tabakat-ı seb'asına dair bazı ehl-i keşfin, Kitab ve Sünnet'in mizanıyla tartmadan beyan ettiği tasvirat, yalnız coğrafya nokta-i nazarındaki maddî vaziyetten ibaret değildir. Meselâ, demişler: “Bir tabaka-i Arz, cinn ve ifritlerindir. Binler sene genişliği var.” Halbuki bir-iki senede devredilen küremizde, o acib tabakalar yerleşemez. Fakat âlem-i mana ve âlem-i misalde ve âlem-i berzah ve ervahta, küremizi bir çamın çekirdeği hükmünde farzetsek, ondan temessül ve teşekkül eden misalî şeceresi, o çekirdeğe nisbeten koca bir çam ağacı kadar olduğundan, bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhanîlerinde, Arz'ın tabakalarından bazılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar; binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar.” M:82
14- Dişi bir cinniyenin öldürülmesi ve bir cinnin iman etmesi:
“Meşhurdur ve hadîs imamları tahric ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid İbn-i Velid vak'asıdır ki: Uzza denilen sanemi tahrib ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid, bir kılınç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu, daha ona ibadet edilmez.”
Hem Hazret-i Ömer'den meşhur bir haberdir ki, demiş: “Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asâ, “Hâme” isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona kısa surelerden birkaç sureyi ders verdi. Dersini aldı, gitti. Şu âhirki hâdiseye, çendan bazı hadîs imamları ilişmişler; fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok; misalleri çoktur.” M:157
15- Cinler ile görüşme:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler Şeyh-i Geylanî gibi aktablar, asfiyalar, melaikeler ve cinler ile görüşmüşler ve konuşuyorlar ve bu hâdise, yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet ümmet-i Muhammed'in (A.S.M.) melaike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın terbiye ve irşad-ı i'cazkâranesinin bir eseridir.” M:158
Yani, ruhen ve kalben tekâmül edip letafet kesbeden bazı zatlar, melek ve cinlerle görüşebiliyorlar.
16- Cinn vasıtasıyla verilen haberler:
“Şimdi ilham-ı Rabbanî ile gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cinn vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarih bir surette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın geleceğini ve nübüvvetini haber vermişler. Onlar çoktur; biz, onlardan meşhurları ve manevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş birkaçını zikredeceğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitablarına havale edip, yalnız icmalen bahsedeceğiz.” M:174
“Hem Hazret-i Osman'ın akrabasından Sa'd İbn-i Bint-i Küreyz kâhinlik vasıtasıyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nübüvvetini gaibden haber almış. Bidayet-i İslâmiyette Hazret-i Osman-ı Zinnureyn'e demiş ki: “Sen git iman et.” Osman bidayette gelmiş, iman etmiş. İşte o Sa'd o vakıayı böyle bir şiir ile söylüyor: هَدَى اللّٰهُ عُثْمَانًا بِقَوْلِى اِلَى الَّتِى بِهَا رُشْدُهُ وَ اللّٰهُ يَهْدِى اِلَى الْحَقِّ Hem kâhinler gibi; “hâtif” denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın geleceğini mükerreren haber vermişler. Ezcümle:
Zeyyab İbn-ül Haris'e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâmı olmuş:
يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِسْمَعِ الْعَجَبَ الْعُجَابَ
بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِالْكِتَابِ يَدْعُو بِمَكَّةَ فَلاَ يُجَابُ5 “M:175
“Kâhinler ise, başta meşhur Şıkk ve Satih olarak, ruhanî ve cinn vasıtasıyla gaibden haber veren ve şimdi medyum denilen tevatür bir nakl-i sahih ile Peygamber'in geleceğine ve Fars Devleti'ni kaldıracağına sarih bir surette haber verdikleri ve şübhe kaldırmaz bir tarzda yakında bir Peygamber Hicaz'da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi; ârif-i billah kısmından Peygamber'in cedlerinden Kâ'b İbn-i Lüeyy ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen ve Tübba' gibi çok ârifler, o zaman evliyaları pek sarih bir surette Muhammed'in (A.S.M.) risaletinden haber verip şiirlerle ilân etmişler.” Ş:629
17- Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, cinn ve insi irşad ediyor:
“Hem o Tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî ervahları görüyor, melaikelerle sohbet ediyor, cinn ü insi de irşad ediyor. Değil ins ü cinn âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melaike fevkinde ders alıyor. Ve mâverasında münasebeti var ve ıttılaı vardır. Sâbık mu'cizatı ve tevatürle kat'î macera-yı hayatı şu hakikatı isbat etmiştir. Öyle ise kâhinler ve sair gaibden haber verenler gibi, onun haberlerine değil cinn, değil ervah, değil melaike, belki Cibril'den başka Melaike-i Mukarrebîn dahi karışamıyor. Hattâ ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrail'i dahi bazı geri bırakıyor.” M:193
Yani, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın irşad ve dersleri, cinn ü insden daha ileri dairelere kadar muhittir.
18- Arzın merkezindeki âlemler:
Arzın merkezinde “cinn ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri; L:65
19- Cinnîden cesedsiz ervah-ı habise:
“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat'iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.” Malûmdur ki: A'lâ bir şey bozulsa, edna bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Meselâ: Nasılki süt ve yoğurt bozulsalar, yine yenilebilir. Yağ bozulsa, yenilmez, bazan zehir gibi olur. Öyle de: Mahlukatın en mükerremi, belki en a'lâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşerat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalalet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar; âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet cinnî şeytanın vücuduna kat'î bir delili, insî şeytanın vücududur.” L:82
Bu beyanlardan kat’î anlaşılıyor ki, şerir insanlar işledikleri, şerlerden aldıkları lezzetle şerleri işliyorlar. Yani kâinatta müsbet-menfi işlerde ve faaliyetlerde lezzet vesilesi de yer alıyor.
20- Cinn ve melek ve ruhanîlerin Kur’anı dinlemeleri:
“Hem nev'-i insanın humsu, belki kısm-ı a'zamı, göz önünde ona müncezibane ve dindarane irtibatı ve hakikatperestane ve müştakane kulak vermesi ve çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cinn ve melek ve ruhanîlerin dahi, tilaveti vaktinde pervane gibi hakperestane etrafında toplanması, Kur'anın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.”Ş:137
Yani, cinn, melek ve ruhanîlerin, Kur'an ihlas ile okunurken dinledikleri bildiriliyor.
Hz. Üstad bu hakikatı şöyle ifade eder:
“Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halketmiş. Eğer ihlas ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlahî ve ihlas o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!..” L:152
“Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemi'leriniz çoktur.” B:260
Cemaatın çokluğundan ve teveccüh-ü ammeden zevklenmenin terkedilmesi hakkında Hz. Üstad şöyle der:
“Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.” L:149
Bu hususiyetlerin keyfiyet sahibi Nurcuda bulunması şarttır.
21- Cinlerden de peygamber geldi mi?
“Hâtem-ül Enbiya'dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş. Hem Risale-i Nur bu zamanda bir taun-u beşerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarını kat'î hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu mes'eleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başkalara bırakmış. Belki inşâallah Risale-i Nur'un bir şakirdi, Sure-i Rahman'ı tefsir edip bu mes'eleyi de halleder.” Ş:337
22- Cinn ve insin şeyhülislâmı:
“Üç mahkemede ondan beraet kazandığımız ve kırk sene evvel bir hadîsin hârika tevilini beyan ederken, cinn ve insin Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi'nin “Şapkayı şaka ile dahi başa koymağa hiç bir cevaz yok.” Demesiyle.....” Ş:385
Evet, Zenbilli Ali Efendi'nin cinlere de Şeyhülislâmlık yaptığı söyleniyor.
23- Cinnîlerle muhabere:
“Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meşreb ile meşgul edip, hizmet-i imaniyeye karşı zaîfleştirmek için bazı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhabere namı altında cinnîlerle muhabere etmek gibi hattâ bazı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi eski zamanda kâhinlik denilen, şimdi de medyumluk namı verilen bu mes'ele ile bazı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar. Halbuki:
Bu mes'ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları olabilir ve çok sû'-i istimalata menşe' olmakla beraber içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyet'e zarar vermek ihtimali var. Çünki maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İslâmiyet'in esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikatı tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.” Em:155
“Evet dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da; hem hilaf-ı hakikat, hem hilaf-ı edeb bir harekettir. Çünki a'lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i safilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padişahı, kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki; Celaleddin-i Süyutî, Celaleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî gibi zâtların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zâtlara yanaşmak ve istifade etmektir.
Rü'ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer'iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü'min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.” Em:156
Madem böyle meselelerin faydası yok, zararı var, meşgul olmamak gerektir.
24- Beşerin cinlere halife olması:
“اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً :Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmiin zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti: 1- Melaike ne dediler? 2- Taaccüble hikmeti sordular. 3- Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardır. İşte Kur'an-ı Kerim قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَاءَ cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir. Melaikenin sual-i taaccüb ve istifsarları bittikten sonra, sâmi', Cenab-ı Hak'tan verilecek cevabı beklerken Kur'an-ı Kerim قَالَ اِنِّى اَعْلَمُ مَالاَ تَعْلَمُونَ cümlesiyle cevab vermiştir. Yani “Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebeb olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hatırası için, fesadlarını nazara almam.” ferman etmiştir.” İ:199
25- İnsanlardan önce dünyada yaşayan cinlerden bir nev’ imiş.
“خَلِيفَة : Bu tabir, Arz'ın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel Arz'da idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki Arz'ın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsaid bulunduğuna işarettir. خَلِيفَة tabirinin bu manaya delaleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir nev' imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.”İ:201
Netice: Bu derlemede tesbit edilen cinlerin şu hususiyetleri var:
1- Kâinatı tefekkür etmekle mükelleftirler.
2- Şakk-ı kamer gibi mu’cizelere mazhardırlar.
3- Kuvalarına fıtrî bir had konulmadığından tedenni ve terakkiyata mazhardırlar.
4- Nazarlarını, esbabdan Müsebbib-ül Esbab'a çevirmeleri gerekiyor.
5- Cinn insana hizmetkâr olabilir ve onlarla temas edilebilir.
6- Medeniyet-i hazıra ile telkin cihetinde alakaları var.
7- Seyyalat-ı latife maddelerinden mahlukturlar.
8- Pek çok ecnas-ı muhtelifeleri vardır.
9- Kur’anı medheden sözleri Ayette nakledilir.
10- Cinnlerin kendileri ve amelleri âhirete gönderiliyor.
11- İslâmiyet'in namaz gibi esasatı tebliğ edilmiştir.
12- Ebedilik müjdesine muhtacdırlar.
13- Rü'yet-i Cemalullah müjdesi verildi.
14- Bir tabaka-i arz onların mekânlarıdır.
15- Ölmeleri vardır.
16- Onlarla görüşülebiliyor.
17- Bazı gaybî haberleri verebiliyorlar.
18- Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onları irşad etmiştir.
19- Hâtem-ül Enbiyadan önce cinlerden de peygamber gelmesi mümkün.
20- İnsanlardan önce dünyada, cinlerden bir nev’ varmış.
Bu tesbitlere göre cinler, insanların hususiyetlerine yakın mahlukturlar.
1 Birbirinize yardımınız dahi olmaz.
2 Mukarrinîne: Birbirine bağlı olarak. 14/49 Esfâd :Bağlar, kelepçeler.
3 (Yeğûsûne) Derine dalmak, dalgıçlık yapmak. 21/82
4 “De ki: «Cinlerden bir grubun (Kur'an'ı) dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyolundu: « Şüphesiz biz acaip bir Kuran dinledik.” (72:1) Yani Resulullah (A.S.M.) Kur’an okurken bir cemaat olarak gelip dinlemişler ve sağlam imanı elde etmişler. Başları olan iblis ve tarafdarlarının hezeyan ettiklerini anlamışlar ve diğer cinlere de tebliğ etmişlerdir. Cin suresi cinlerin diğer hususiyetlerini de bildirir.
5 "Ey Zeyyab, ey Zeyyab! Acaiblerin acaibi bir haberi işit ki; Muhammed kitab ile ba's olunmuş, Mekke'de İslâm'a davet için halkı çağırdığıı halde, O'na icabet edenler yok gibidir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.