DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

CUMHUR

çoğunluk, halk topluluğu; söz sahibi büyük bilginlerin çoğunluğu manalarına geldiği gibi cumhur-u avam, cumhur-u muhaddisîn, cumhur-u mü'minîn, cumhur-u nâs, cumhur-u ülema gibi terkiblerle de kullanılır. Bu tabir fıkıhta olduğu kadar Risale-i Nur’da da çokça geçer. Cüz’î birkaç nümunesi şöyledir.

Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müşerri' Olamaz

İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için, nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayre ilzam edemez.

Ümmeti davetle teşri' edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.

İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.

Yoksa davet bid'attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz...” S:705

Müctehid olmayan kimsenin, Kur’an ve hadislerin meallerinden veya Arabca bilen hocaların da ayet ve hadislerden ahkâm çıkartmağa gitmeyip, makbul şeriat kitablarına müracaat etmek mecburiyeti vardır. Aksi halde kişi mezhebsiz kişi durumuna düşer diye ikazdır.

Sual: Âlem-i İslâm ülemasının ortalarındaki müdhiş ihtilafata ne dersin? Re'yin nedir?

Cevab: Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve bir encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki; re'y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re'y-i ekseriyetin naziresidir. Re'y-i cumhurdan maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa istidadatın re'ylerine bırakılır. Tâ herbir istidad terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin. Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır: .....

Birincisi: Şu istidadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o istidad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etbaı iltizam edip tamim etti. Mukallidi taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin hedmine çalıştılar. Şu noktadan müsademe, müşagabe, cerh ve red, o derece meydan aldı ki, ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bazan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyetin tecellisine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-yı şemsten tefeyyüz etmesine istidad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men'etmektedir.

İkincisi: Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden istidadlardaki heves ve heva ve mevrus âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zira istidad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine çevirir ve telkîh eder, kendi emrine müsahhar eder. İşte şu noktada hüda hevaya tahavvül ve mezheb dahi mizacdan teşerrüb eder. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.Mü:79

Yani ictihadî hükümlere, kişinin kendi anlayış ve meyline göre mana vermesi, dini tahrif etmek sayılır ve büyük mesuliyetlere yol açar diye ikaz var. Asrımız itibariyle de bu husus, ehemmiyetli bir meseledir. Yani böyle hatalara düşme tehlikesi var.

Evet, “Kur'anın manalarının keşfi ve tefsirlerde ayrı ayrı mehasininin cem'i, hem zamanın çalkamasıyla ve fenlerin keşfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur'an'ın hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki: Muhakkikîn-i ülemadan herbiri bir fende mütehassıs, geniş fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteşekkil bir heyet bu vazifeye sahib çıksın.Em:89

Neşriyat sahasında bu tarz hatalara yol açanları te’dibkâr tenkid eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

Ey hitabet-i umumiye sıfatı ile gazete lisanıyla konferans veren muharrir! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeair-i İslâmiyeye zıd ve muhalif olan herzeler ile İslâmiyeti lekelendirmeğe kat'iyyen hakkın yoktur.

Seni kim tevkil etmiştir? Fetvayı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalaletini neşr ve ilân ediyorsun? Milleti, ümmeti kendin gibi dâll zannetme. Dalaletini kime satıyorsun? Burası İslâmiyet memleketidir, Yahudi memleketi değildir. Cumhur-u mü'minînin kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalalete davettir, hukuk-u ümmete tecavüzdür. Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı halde, koca bir milletin belki âlem-i İslâmın hukukuna hangi cesarete binaen tecavüz ediyorsun? Ağzını kapat!..”Ms:89

Bu beyan, bu tarz tecavüzlere karşı susulmayıp bu cevabları neşr ile İslamiyeti müdafaa ve muhafaza etmenin lüzumuna bakan nümunelerden birisidir.

Kur’anın hitablarında ekseriyetin anlayış derecesini de nazara alır. Şöyle ki:

Ekseriyet-i mutlakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehimleri Kur'anca o kadar müraat edilmiştir ki, birkaç dereceyi, birkaç ciheti ihtiva eden bir mes'elede avamın fehimlerine en me'nus en karib ciheti ve nazarlarına en vâzıh, en zahir dereceyi söylüyor. Çünki öyle olmasa, delilin neticeden hafî olması lâzımgelir. Kur'an'ın kâinattan yaptığı bahis, Hâlık'ın sıfatlarını isbat ve izah içindir. Binaenaleyh ne kadar cumhurun fehmine yakın olursa, irşada daha lâyık ve daha muvafık olur. Meselâ: Hâlık'ın tasarrufatına delalet eden âyetlerden en zahir, en aşikâr olan tabakayı وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyetiyle zikretmiştir. Halbuki bu tabakanın arkasında vücuhun taayyünat, teşahhusat tabakası vardır. Evvelki tabakanın fehmi, ikinci tabakanın fehminden daha yakındır. Ve keza en aşikâr dereceyi اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ âyetiyle zikretmiştir. Bu derecenin arkasında, arzın şems etrafında emir ve irade-i İlahî kanunuyla tahrik ve tedviri derecesi de vardır. Lâkin bu derece, evvelki dereceden bir derece mahfî olduğundan terkedilmiştir.Ms:195

Mezkûr beyanlardan anlaşılıyor ki, İslam cemiyetindeki avam mezkûr manadaki ayetlere muhatabdır.

S: Ulvî ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzım iken, mübhem bırakılmıştır?

C: Bu gibi mes'elelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemil ve güzeldir. Çünki Kur'an, istitradî ve tebaî olarak Cenab-ı Hakk'ın zâtına, sıfatına istidlal için kâinattan bahsediyor. İstidlalin birinci şartı, delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi "Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah'ın azametini anlayınız." demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. Halbuki, irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek îcabeder. Maahaza ekseriyete yapılan müraattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş'et etmez. Çünki onlar da istifade ediyorlar. Amma mes'ele makuse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünki fehimleri kasırdır.

Ve sâniyen: Belâgat-ı irşadiyenin şe'nindendir ki, avamın nazarına, âmmenin hissine, cumhurun fehmine göre hareket yapılsın ki; nazarları tevahhuş, fikirleri kabulden imtina' etmesin. Binaenaleyh cumhura olan hitabın en beligi zahir, basit, sehl olmasıdır ki âciz olmasınlar. Muhtasar olsun ki, melûl olmasınlar. Mücmel olsun ki, lüzumlu olmayan tafsilden nefret etmesinler.”Ms:232

Bu kısımlarda, ahkâm-ı şer'iyeye bakmayıp irşad ve ikaz, ibret ve tefekkür gibi hususlarda Kur'anın, cumhurun derece-i fehimlerini nazara alındığı anlatıldı.

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık