DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِين

GAZETEYE CEVAB

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz kardeşim!

Zübeyir Ağabeyin 02 Nisan 2002 vefat yıldönümü münasebetiyle Yeni Asya Gazetesinde çıkan ve Zübeyir Ağabeyin mezkûr Gazetenin manevî mimarı olduğu şeklinde ileri sürülen fikrin mahiyetini soruyorsun. Bu meselenin cevabı çok uzun çeker. İstişarenin hatırı ve sorulan suale cevab verebilme durumum ve umumî hukuka bakan ciheti de bulunduğundan ve dince de hakikatı ketmetme mesuliyeti olduğu sebebleriyle bazı ehemmiyetli noktaları kısaca beyan ediyorum.

Gazete önce haftalık ve İttihad adıyla çıktı. Gazeteyi Zübeyir Ağabey ihdas etmedi, ihdas etmek isteyenlerin teklifi ile karşılaştı. Hatta bu gazete çıkarma teklifini getiren zat, İstanbul’da ilk olarak bana rast gelip fikrini söylediği zaman, ben kendisine: Yapacağınız neşriyatın Risale-i Nur’a ters düşmesi halinde, alâkasız kalınacağı tarzında konuşma yapınca, bu mevzu kapandı.

Kısa olması için kronolojik tertibi atlayarak yazacağım. Zaten tarihlerle meşgul olamadığımdan kronolojik tertib fazlaca aklımda da kalmıyor.

Gazetenin ilk kurulma sırasında Zübeyir Ağabey teklifi getiren zata: Nasıl olsa Nurcular var, gazeteyi yaşatırlar şeklinde düşünmemesini hatırlattı. Fakat çok ısrarlar karşısında muhalefetini yumuşatıp -yine ara fasılları atlayarak dersem-  gazetenin hizmete zarar verme ihtimallerini önlemeye vesile olacak diye düşündüğü 19 maddelik malum şartnameyi yazdı. Malum diyorum çünkü Mufassal Tarihçe-i Hayat kitabının 1. baskısında neşredildi. Zübeyir Ağabeyin yazdığı bu şartname müsveddesini daktiloda üç nüsha olarak ben yazdım. Asıl nüsha bende kaldı. Diğer iki kopyayı Zübeyir Ağabey’e verdim ve Gazetenin mesul şahsına gönderdi. Eğer bu şartnameye gereği gibi riayet edilse idi, çokların memnun olmadığı durumlar olmayabilirdi. Bu şartnameye uyulmaması halinde gazetenin kapatılması veya Gazeteye karşı hiçbir alâkanın bulunmadığının ilanı gibi ihtarlar da şartnamede yer alıyordu. Fakat vâ esefaki şartnamenin icrası şöyle dursun, bu şartnamenin varlığından haberdar olması gereken bazı mesul kişilerin bile haberi yoktu. Hem malum dar daire mensubları gazete ile sık sık irtibat kurmayacaklardı. Ne gezer! Adeta gazete ana merkez gibi oldu. Geçmişlerde  merkez olan Süleymaniye Medresesinin Nur cemaatince bilinen ana kadrosu, Cağaloğlu’nda tecemmu’ etti.

Burada zikri gereken ehemmiyetli bir husus var. Evet, bazılarının  iltibas edip anlayamadığı nokta şu ki: Gazetenin ilk çıkışında şartnameye göre hareket edilerek bazı faydalar verebileceği düşüncesiyle Zübeyir Ağabeyin tavrı, gazete faaliyetine müsbet mecra verebilmek için mülayimdir. Fakat Zübeyir Ağabeyin bu mülayim devresini görüpte, sonra harici telkinlere göre yanlış hareketlerin neticesi olan sıkıntılar devrini, yani Zübeyir Ağabeyin gazeteye karşı, efkâr-ı ammeye intikal etmeyen muhalefetlerini bilmeyenler, tereddüde düşüyorlar. Çünkü Zübeyir Ağabeyin ilk mülayemetini telkinlerle yayarak, muhalefet devrindeki beyanları örtüldüğünden yani ilk devredeki yumuşak bakışını umum zamanlara teşmil edildiğiden, bazıları muhalefet devresindeki asıl beyanlarının mahiyetini gereği gibi bilmiyorlar.

Eğer denecekse ki, bu hoş olmayan durum, neden efkâr-ı ammeye intikal ettirilmedi?

Cevaben deriz ki bunun da çok sebebleri var. En birincisi, avamın imanına zarar vermek mesuliyetidir. Hz. Üstad bir mektubunda diyor ki:

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci', bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.”  Ş:320

Demek tesanüdü bozmak, itimada dayanan avamın imanını sarsar ve ehl-i bid’aya iltihak etmelerine sebebiyet verir ki, bu manevî ve küllî tahrib, vicdan ve manevî mesuliyet hissine sahib olanları titretir.

İşte bu ve benzeri şedid beyanları bilen hakiki Nurcular, “هَجْرًا جَم۪يلاً ifade-i Kur’aniyeye ittibaen sessizce uzaklaşıp inşikaka vesile olmamak için a’zamî sabır dairesine girerler. İşte Zübeyir Ağabey de bu gibi sebeblerden dolayı sessizce uzaklaşmıştır... Fakat sonraları mecburiyet sebebiyle, Zübeyir Ağabey bizlere, başkalarına da durumu anlatın diyordu. Fakat biz ise o günün şartlarında insanlarla fazla görüşmediğimiz gibi durumu bildirmek için gereken maddi imkânlarımız da yoktu ilh...

İşte giderek tersine dönen gazetenin hareket tarzı, sözü dinlenmeyen Zübeyir Ağabeyin fazlaca canını sıktı. Nihayet Zübeyir Ağabeyle ikimiz, zahiren Zübeyir Ağabeyi dinler görünen malum heyetle içiçe yaşamaktan uzaklaşıp Haseki semtine gelip yerleştik. Bu uzaklaşma, Gazetenin hareket tarzını Zübeyir Ağabeye istinad etmekle efkâr-ı ammeye yanlış aksettirilen anlayışların karşısında bir nevi fiilî protesto manasındaydı.

Bundan sonra Zübeyir Ağabeyle aynı dairede dertli ve rutubetli bir hayatı sürdürmeğe başladık. Maalesef ki Gazete bünyesindeki bir şahıs, bizden bu hakikatleri dinlediği ve notlar  da aldığı halde bizim Zübeyir Ağabeyle bu uzaklaşmamızı, aslî manasından saptıran uydurma ve çok kere de zıd manada bir şeyler yazıp kitab halinde neşretmiştir. Bu kitabtaki uydurmaları tamamen çürütme imkânım varken, sükûneti muhafaza ve faydasız kafayı meşgul etmemek için aldırmadım.

Esasen bütün ahval-i âlem ile beraber ef’al-i beşeriye, âlem-i misalde ebedî filmleri alınıp ahirete gidiyor, hiçbir şey zayi’ olmuyor, endişeye hiç gerek yok. Dünyanın çok ehemmiyetli bir ciheti de dar-ül film olduğu söylenebilir.

Daha sonra buradan Cerrahpaşa semtine geçtik. Bu iki semtte geçirdiğimiz hayat seyrimizin tamamı anlatmakla bitmez. Yani hayli garib meseleler ve acib hadiseler var. Fakat meselelerin içinde yaşayarak bilen kişi olarak anlatmak istediğimiz Nur Mesleğinin Esaslarını korumaktır. Bu bildiklerimizi gerektiğinde bildirmezsek, oturduğumuz yerde biz mes’ul oluruz. Yani gayemiz birilerini tenkid etmek olmayıp Zübeyir Ağabey Gazetenin “manevî mimarı” olmadığını bildirmekle manevi mesuliyetten kurtulmaya çalışmaktır. Bu meselenin çoklarınca bilinmeyen sıkıntısını çeken Zübeyr Ağabeydir. Hz. Üstad da Zübeyir Ağabeye: Benden sonra on sene sürüneceksin demiş. Aynen on sene sürdü ve sıkıntılar içinde vefat etti.

Aslında gazetenin umumun malı olmak yani İttihad-ı İslâm vasfında ve hakikatında olması gerektir.  Risale-i Nur bu dersi veriyor. Evet Hz. Üstad diyor ki:

Ey gazeteciler! Edibler edebli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten, bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli.” T:65

Tekrar selamlar 

2002   Nisan

Kardeşiniz Rüşdü

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık