DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

NUR  TALEBELERİNİN  DAHİLİ  DURUMLARI1

Üstad Bediüzzaman Hazretleri vefat ettikten sonra, hususiyle 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, Risale-i Nur talebelerinin - üstte ikinci ve dördüncü maddelerde bahsi geçmiş – hapis, zindan işkence ve mahkemelerin safhalarından başka kendi iç bünyelerinde ve dahili durumlarında bazı sarsıntılar geçirdiler. Cemaat halindeki muhkem, kuvvetli ittifakkârane yekvücudluk durumlarında bazı arızalar ve hizmet anlayışlarında bir takım farklılıklar düştü. Bu farklılık ve değişikliğin ana kaynağı da siyasete ciddi temasın verdiği bir netice idi.

FARKLI   ANLAYIŞLARIN  DEVRE  VE  İLİŞKİLERİ

İlk ve birinci devre: Hazret-i Üstad’ın hayatının son senelerinde tohumlar ve nüveler   Halinde bilkuvve mevcut ve hatta ta o zamanlar bazı Nur talebelerince de bilinen bir iki zatın (Nur talebesi bir iki zatın) Üstad’ın vefatıyla birlikte Risale-i Nur’un asıl meslek ve meşrebine ve Hazret-i Üstad’ın tarz-ı hizmetine uygun olmıyan ayrı ayrı alternatifli huruclarıyla bir nevi bu hal başlamış gibi idi. Bu iki zatın isimlerini vermeyeceğim, meşhur   İnsanlardır. Bunlardan birisi o zaman Diyarbekir’de ,diğeride Isparta’da bulunuyordu.

Diyarbekir’deki zat, çok aşikar ve serbest ve pervasız olan bir nevi siyasete temas eden hizmet anlayışından, ihtilalci askerlerin nazar-ı dikkatlerini ziyadesiyle üzerine çekmişti. Bu yüzden 27 Mayıs ihtilalinde en çok zarardîde olanda o olmuştu. İhtilalle birlikte içeri alınmış ve uzun müddet hapis ve kamplarda veya göz nezareti altında bırakılmış kalmıştı. Diyarbekir’deki evi, kütübhanesi ihtilal günlerinde askerlerce tarümar edilmiş, elinden alınmıştı. İhtilalden önce, çok şa’şalı bir hizmeti olduğu ve siyasi ve sert bazı konuşmaları varid olduğu için, askerler en çok bunun üzerinde durmuşlardı. Bu zat bir asker emeklisi olduğu ve fıtraten zulme, hakarete tahammülsüz olduğundan; Üstad’ın Vefatından hemen sonraki günlerde görüş ve alternatifi doğrudan doğruya siyaset oldu. Hatta karşı koyma siyaseti… Ayrıca da bu zatta kalb hareketi de olduğu için, bir nevi rüya gibi olan manevi ve hayali müşahedelerin aldatmaları ile de, kendini Üstad Bediüzzaman’ dan sonra onun yerine geçecek yegane vekil gibi addetmeye başlamıştı. Hatta bu husustaki fikirlerini çekinmeden açık söylüyordu. Bu zatın bu her iki durum ve hali de, Risale-i Nur’un asıl hizmet tarzına büyük zararlı, zıt ve mugayir idi.                                                                                                                                

Hazret-i Üstad Bediüzzamanın yanında ve hizmetinde yetişmiş yakın talebeleri Üstadlarının meslek ve meşreblerini çok yakından bildikleri için, Risale-i Nurun mesleğinde asla kabul edilmeyen ve edilmeyecek olan o zatın bu siyasi fikrine şiddetle karşı çıktılar. Nur talebelerinin yüzde doksanı da bu siyasi ve maceralı fikri kabul etmediler ve edemezlerdi de.. Çünki bunun ileri sürdüğü fikir, Risale-i Nur mesleği itibariyle çok yanlış, çok hatarlı ve Üstadın  tarz-ı mesleğine tamamen zıd gördüler. Dolayısıyle  bu zatın ortaya attığı fikir ve Alternatif kabul görmedi, revaç ta bulmadı. Kısa bir zamanda te’sirsiz hale geldi ve sönüverdi.

2. DEVRE: Isparta’ daki zat ise: Daha başka ve mahiyeti itibariyle yine siyasete dayanan bir fikir ve alternatifle ortaya çıktı. Bu zatın çıkışı daha başka idi. Tesir sahası da evvelkisinden biraz daha genişdi. Çünki ilk başlarda ekser Nur talebelerinin hürmet ettiği bir zat olduğu için, tesiri hayli geniş sahayı kaplamıştı. Çünkü bu zatın Risale-i Nurun neşriyat hizmetinde büyük emekleri vardı. Hazret-i Üstad’ında hayatında büyük iltifatlarına mahzar bir zattı. Bu zatın çıkışı ve ortaya attığı fikirler, netice itibariyle evvelkisi gibi siyasete dayanan bir düşünce olmakla birlikte; fakat bu zatın çok sofiyane kalbi ve hayali bir meşreb tarzında idi fikri… Evvelkisi gibi yine rü’yalar,hayali beklentiler fikriyatında hakimdi bunun  meşrebinde. Bu zatın da evvelkisinin hemen akabinde ortaya attığı fikir ve alternatifinin  hülasası şöyle idi:

“İslam hattı olan eski yazıyı herkes öğrenecek ve öğretilecek.. Yeni yazı neşriyat, ya tamamen durdurulacak, yahut da bir iki küçük kitaba münhasır bırakılacak. Eski yazınında yalnız kendisinin hat şekli kabul edilecek, taklidi yapılacaktır.” Ve bunun tatbik  usulünde ve neticesinin beklentisinde bir çok rü’yalar ve hayali mülahazalar…

Bu zat bu tarz düşüncesinde son derece musırdı. İstişare ve fikir müdavelesi onun yanında kesinlikle kabul edilmezdi. Hatta onun fikrine en ufak bir itiraz dahi hâinlik ve münafıklık addedilmekte idi. Bu zatın bu tarz ısrarlı fikrini yayanlarda ise, daha garip bir sürü şeyler ekliyerek, yorumlayarak, ortaya atılıyordu. Bu zatın fıtratı icabı, tek emir kendisinin olacak, kendisinden çıkacaktı. Zerre kadar karşı çıkanlar, onun ve mensuplarının nazarında hâin ve merduttu ve hakeza…                                                                                                                

Evet bu zat, bu tarz fikir ve alternatifinde bir yönüyle gayet doğru ve haklıydı. Fikrinin bizatihi kendisi de hak ve doğru idi. Çünki Risale-i Nur’un da mühim vazifelerinden  ve hizmetlerinden biriydi. Ancak öbür yönüyle, yani Risale-i Nur’un hizmetlerinin külliyeti cihetiyle ve Hazret-i Üstad Bediüzzamanın kendi hayatının son senelerinde başlatmış olduğu akılane müdebbirane ve ilcaat-ı zaman ve mukteza-i hale mutabık ve muvafık, akıl ve hikmetin icabı olan metod  ve hareket tarzına ters ve zıt düşmekteydi. Çünki Üstadın külli Nur hizmeti sadece bir yazıyı ve Risale-i Nurun tek o hizmetini muhafaza şeklinde değildi.

Hazret-i Üstad dünyadan henüz yeni gitmişti. Onun bıraktığı tarz ve hizmet şekli, taptaze bütün teferruatıyla ve teravetiyle ortada idi. Elbette Hazret-i Üstad’ın kendi hayatında başlatmış olduğu  dünya çapındaki dağdağasız  büyük hizmet tarzının ve bütün insanları içine alan  davasının ve cemaatının  tarz-ı hareketinin devam etmesi, ettirilmesi nihayet derecede zaruri ve lazımdı. Yani o durumda ya Üstad, yahud da bu zat, birisi mukteda kabul edilecek, uyulacaktı.

Nur talebelerinin yaşlı ve kıdemli, müdebbir ve alimleri toplandılar, görüştüler. Bu zatın alternatifi üzerinde tartıştılar. Netice: Bu zatın ortaya attığı bu şekil ki görüşü ve hizmet tarzı, umum Risale-i Nur cemaatı adına tatbikinin; Risale-i Nur’un büyük hizmeti ve harika fütühatlarından adeta bir intihar olacağını, akıl ve hikmete muvafık olacak bir tarafının olmadığını, Hazret-i Üstad’ın daha altı sene evvel başlattığı ve adeta o hizmetle bayram ettiği hikmet-medar tarzına uymadığını, olsa olsa, hususi bazı şahısların  kendilerine ve etrafındaki birkaç kişiye tatbik edebilecekleri bir hususi tarz olabileceğini  vesaire kararına vardılar.

O zat, bu istişareli kararları tabiki duydu ve öğrendi. Bu durumla, kendi kendine hayal ederek: “Kendisine karşı gelmekliğin, Risale-i Nura karşı bir i’tiraz” olacağı tarzında yorumladı. Bu arada münafıklar ve hatta diyebiliriz ki, MİT ajanları da bu fırsatı iyi değerlendirdiler. Sağa sola çok yanlış ve yalan haberler işaa ettirerek kendisine de ulaştırıldı. Hatta kendisine karşı bazı su-i kasd planlarından söz edilerek evhamlar verildi. Böylece artık bu zatla uzlaşacak hiçbir zemin kalmamış oldu. 1968’lere kadar, hatta (71)’lere kadar o zatın cemaatında ve onun şahsı tarafında ihtilaf ateşi, şeni’ gıybetler, su-i zanlar iftiralarla maalesef alevlendirilerek devam ettirildi. Fakat 1971’den sonra bu zatın tesir sahası her gün biraz daha daraldı ve küçülüverdi.Gele-gele, ta bu günlere kadar geldiyse de, bilhassa o zatın vefatıyla artık tamamen sönmediyse de, o eski gıybetler, o şeni’ iftiralar son buldu, hiç olmazsa kısmen i’tidal kesbetti.

Bu ikinci devrenin -bahsedeceğimiz- sarsıntıları daha büyük ve devamlı idi. Çünki doğrudan doğruya ihtilaf, yahut fikir ayrılığı siyasi atmosferden kaynaklanmaktaydı. Gelen bütün darbeler de siyasi çevrelerden geliyordu.                                                      

Bu devrenin başlangıc tarihi: 1970-1971’lerden başlayarak Türkiye’de din adına yapılan miting ve toplantılar, siyasi amaçlı cemaatle namazlar ve daha sonra din ismi altında kurulan partiler ve sairelerle başladı. 1968-1971’e kadar, her ne kadar Nur talebeleri –üstteki birinci devrede bahsi geçen- sarsıntılar geçirdilerse de, fakat umumiyetle ve yüzde seksen ittifaklık ve yekvücutluk içinde kaldılar. Merhum Zübeyr Ağabeyin hayatta olması ve bu zat Üstadın tarz-ı meşrebini iyi bilmesi ve şahsi dirayet, mertlik, fedakârlık gibi seciyelere sahip bulunması hasebiyle, bütün Nur hizmetiyle alakadar mes’elelere çok önemle ve bizzat eğilmesi gibi sebeplerle, Nur cemaatı fazla bir zarar ve ihtilaf görmediler. Amma 1968’den başlıyarak, 1971 ve takip eden senelerde kurulan dini partiler ve bunların sempatizanları; Nur talebelerinin kendilerine kayıtsız şartsız tabi’ olmamasından ve arkalarından sürüklenip gitmediklerinden, bir çok iftiralar ve siyasi oyun ve yalanlarla leke sürmeye başladılar. Bazı mütevassıt dindar gazeteler de gâh bu yana, gâh o yana lehte aleyhte yazılar neşrettiler. Derken, Nur talebeleri hem o siyasi adamlarla, ham de adı geçen orta halli bazı gazetelerin sahipleriyle yer yer münakaşalara girişmiş oldular.

Bu sırada, Nur talebeleri bazı muharrirler başkasının gazetesinde ve emirleri altında çalışıyor ve o gazetelerde makaleler yazıyorlardı ise de, istedikleri manada yazılarını serbestçe yazamıyorlardı. Çünki bir gazetenin bünyesinde ve gazete sahibinin emri altında idiler.

SALİH  ÖZCAN’IN  DEVREYE  GİRMESİ

Sene 1968, “Bugün” gazetesi gittikçe trajını yükseltmekte idi. Bu gazetenin sahibi Şevket Eygi ise, bir insan olarak bu muvaffakiyeti kendisinin hünerinden bilerek çeşitli siyasi girişlerde bulunuyor ve bazı nasihat edicilere karşı sert tavırlarla tanımamazlık gösteriyordu. Aynı gazetede çalışan bazı Nurcu muharrir zatlar da Şevket Eygi’yi sürekli şikayet ediyorlardı. Nur talebeleri istediği yazıları, makaleyi Şevket Bey bazen neşrettirmiyordu.

Salih Özcan Bey, Şevket Eygi ile hususi ve şahsi anlaşmazlığından mı, nedenini bilmiyoruz, Bugün gazetesine karşı büyük bir gazete çıkarmak merakına düştü ve böyle bir gazetenin kat’i lüzumu üzerinde duruyor ve her yeri dolaştırıyordu. İstanbul’daki gazetecilik meyilleri fazla olan bazı Nurcu zatlar da, Salih Özcan’ın bu fikrine iştirak ettiler ve “Bugün artık Nur cemaatının da bir gazetesi, yahut da yüksek trajlı kaliteli yüksek mecmuası olması zaruridir” dediler.

Salih özcan ise, zaten bu işi hararetle arzu ediyor ve çalışıyordu. Kendisinin çıkmakta olan “Hilal Mecmuası” varken, yine de bunu istiyordu. Çıkarılacak yeni gazetenin mali külfetinin tamamına yakın kısmını kandisine deruhte ediyor, va’dediyordu.

MESELE  ZÜBEYR  AĞABEYE  GÖTÜRÜLDÜ

İstanbul’daki arkadaşlarda Salih Özcan’ın ortaya atmış olduğu gazete fikrini, Salih Özcan’la birlikte içinde Mustafa Polat, Avukat Bekir Berk vesaire bulunan bir he’yet Zübeyr abiye gittiler. Birçok sebep ve hadiseleri esbab-ı mucibeleri Zübeyr ağabeye anlattılar. Uzun uzadıya konuşmalar oldu. Zübeyr ağabey bu mevzu’da dört taraftan ikna edilmeye çalışıldı.

Zübeyr ağabey de, bunların gösterdiği kısmen haklı, kısmen mübalağalı esbab-ı mucibelerin üzerinde durdu, düşündü.Bu arada Hazret-i Üstadın bu mes’eledeki söz, ihtar, davranış ve hareketlerini de göz önünde bulundurdu. Düşündü taşındı, nihayet Nur cemaatı adına ve Nur talebelerini temsil eden bir gazetenin maddi alemde çıkarılmasına suret-i kat’iyede Üstaddan bir fetva, bir izin bulmanın mümkün olmadığını… ve fakat, eskidenberi gazetecilikle uğraşan Salih Özcan ve Mustafa Polat gibi zatlar- ki zaten gazetecidirler- kendi namlarına çıkarabilecekleri müstakim, ağırbaşlı, Nur davasının özünü savunacak bir mecmua veya gazetenin çıkarılmasına bazı şartlar çerçevesinde “Evet!...” dedi. Üstadımızın; Nur talebeleri ve cemaatı adına ve onu temsil edecek bir gazetenin çıkarılmasına dair fetvası, izni olmadığını da kat’iyetle açıkladı. “Çünki bir gazete, ne olursa olsun, nihayet gazetedir. Kusurlar yapılacaktır, hatalar edecektir. Hizipleştirmeyi netice verecektir.” dedi ve ağır bir şartname ile bunun temel prensiplerini ve kaidelerini yazıya döktü.” Bu kaideler dışında çıkacak bir gazetenin hiçbir zaman tanınmayacağını” da söyledi.

ŞARTNAME  AYNEN  ŞÖYLEDİR:

Madde-1: Salih Özcan imtiyaz sahibidir.           

Madde-2: Mustafa Polat umumi neşriyat müdürüdür.

Madde-3:Gazetenin personelini tayin ve lüzumu halinde tebdil, umumi neşriyat müdürüne aittir.

Madde-4:Gazetenin politikası; sahibi ve umum müdürününde dahil olduğu bir istişare heyeti tarafından tayin edilir. İstişare heyetindeki kimseler: Salih Özcan, Mustafa Polat, Abdurrahman Nuri, Halil Küçük,2 Ahmed Şahin, Rüştü Tafral, Mehmet Kutlular, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birincidir. Karar ekseriyetle verilir.

Madde-5:Sermaye 30 Ağustos 1968’e kadar Salih Özcan tarafından temin edilecek.. sermayenin geri alınması, intişarın altıncı ayından sonra, iki binden az, beş binden çok olmamak üzere çekilebilecek.

Madde-6:Gazete sahibi (Salih Özcan) Umumi neşriyat müdürü gibi maaş alacak ve sermaye olarak yatırdığı parayı tamamen çektikten sonra, artık para çekemeyecek.r gazetenin döner sermayesi olarak kalacak ve inkişafına sarfedilecektir. Gazete kapandığı takdirde, sermaye ve mal durumu istişarenin kararına göre tasarruf edilecektir. Mukavelede değişiklik de, ancak istişarede bulunanların kararına göre olacaktır.                                               

Madde-7:Neşriyat müdürünün işten çıkarılma vesaire durumları müşaveredeki kimselere aittir.

Madde-8:Gazete Risale-i Nur’a aykırı neşriyat yapıldığında, istişaredeki kimselerin kararıyla kapatılır. Sahibi ve neşriyat müdürü bu isimle bir gazete çıkaramaz.

Madde9:Kitap tanıtma işi istişare kararıyla yapılır.

Madde-10:Gazetedeki neşriyatta, halde ve mazide Risale-i Nur’un aleyhindeki kimselerin yazıları neşredilmez.

Madde-11:Risale-i Nur’u devamlı mütalaa ile meşgul olup, Risale-i Nurun meslek ve meşrebiyle halen ve kalen yaşayan bir Nur talebesi, herhangi bir husus hakkında, Risale-i Nur’dan ve Üstadımızdan me’haz göstererek tenvir ve ikaz edici bir şey söylerse, istişaredekiler onu kemal-i hürmetle dinleyecek ve nazara alacaktır.

Madde-12:Risale-i Nur parası, sermayesi elinde toplanan herhangi bir Nur talebesi veya nur naşiri gerek re’sen, gerek dolayısıyla gazeteye ortak olamaz.

Madde-13:İstişaredeki kimselerden sahip, müdür ve orada memur olarak çalışandan başka biri, istişaredeki kimselerin izni olmadan gazetede maaşlı olarak çalışmıyacak. Bu şahısların gazeteden maddeten istifadeleri hiçbir çeşit ve surette olmayacaktır.

Madde-14:İstişaredeki kimseler, burada (İstanbul’da) her zaman hazır oldukları için tercih edilmiştir. Bu itibarla Risale-i Nur’dan ve Üstad’tan ve geçmiş hadisattan me’hazler göstererek de, herhangi bir Nur talebesi ile istişare edebilir. Onun tenvirkar fikirleri kemal-i hürmetle nazara alınır.

Madde-15:İstişarenin adabına son derece riayetkar olunacak. Müdavele-i efkar ve istişare esasında cahillerin sıfatı olan kuşkulanma, alınma, evham etme, kızıp tevehhüre gelme, bağırıp çağırma gibi amiyane şeylerden son derece içtinab edilecektir. Kanaatlara hürmet, muhabbet ve müsamaha bu kimselerin şiarı olacaktır.

Madde-16:İstişaredeki kimseler namına, onlardan habersiz olarak, istişareye dahil bir kimse, başkalarınca sorulacak herhangi bir şeye, tek başına cevab veremez. Not alır, gelir istişare edeceklerle istişare eder.

Madde-17: İstişaredeki reyler arz ve izhar edilirken, indî, şahsî veya sair meslek, meşreb ve cereyanlardan mülhem şeyler söylenmekten kaçınılıp delil ve me’hazden, Risale-i Nurun meslek, meşreb ve tarzından ilham alınma ya çalışılacak ve rıza-yı İlahi ile hareket edilecektir. 

Madde-18:Dine hizmet gayesiyle olanlarla görüşüp konuşmalarda, başka cereyanlarda görünen iftira ve ittihamlarla, şöhretperestlik ve maddi menfaatlar gibi gayet çirkin manalar verilmeyecek. Mesleğimiz hüsn-ü zandır. Biz müslümanız aldanırız, aldatmayız.

Madde-19: Gazetenin istişaresindeki kimselerin re’yi ile çıkarıldığını halka; Mustafa Polat, Salih Özcan vesaireleri tarafından suret-i kat’iyede söylenmeyecek. Çünki hem gazeteye, hem hizmete darbeler gelir. Aksi takdirde istişaredeki kimseler, gazete ile alakalı olmadıklarını ilan edeceklerdir.”

Görüldüğü üzere şartname veya taahhüdnamedeki en çok mühim görülen ve gösterilen dört şeydir.

1- Gazete, ötedenberi bir gazeteci olan Salih Özcan’ın namına olması ve adına çıkarılması. Yine ötedenberi gazeteci olan Mustafa Polat’ın neşriyat müdürü gösterilmesiyle; Nur cemaatı adına olmadığına (yani zahiri nazarda)  önem verilmiştir.

2- Herşeyin mutlaka istişare ile karara bağlanması. Bu istişarede mutlaka Risale-i Nur’dan ilham alınan ve Hazret-i Üstadın meslek ve meşrebini rencide etmeyen bilakis savunan ve yaşayan fikirler çerçevesinde olmasına dikkat çekilmiştir.

3- Sair ehl-i imanla münakaşaya, polemiğe girmemek. Girilse de hiçbir zaman sair gazeteler gibi iftira, yalan ve karalamalarla kişilerin veya cemaatlerin çürütülmesine çalışılmamasına azami dikkat verilmiştir.

4- Halde ve geçmişte Risale-i Nur aleyhinde bulunmuş ve bulunan kişi ve kişilerin herhangi bir sözü, yorumu veya siyasi sözleri bu gazetede neşredilmemesine lüzumu derecesinde tenbihatta bulunulmuştur.

Lakin bugün artık herkesin gördüğü gibi, Zübeyr ağabeyin üzerinde ehemmiyetle titriyerek durduğu, bilhassa bu dört husus maalesef en kabih bir şekilde zedelenmiş, çiğnenmiş ve kal’e alınmamıştır.

Merhum Zübeyr ağabeyin, şartnameden hülasalandırdığımız dört mühim husustan üçüncüsünün lüzum ve ehemmiyetini çok önemle dile getiren 1970’lerde hususi şekilde arkadaşlarıyla birlikte neşretmiş olduğu bu gelen yazısıdır:

“Risale-i Nur’un neşrinde kimseyi tefrik etmemek, icbarda etmemek, mülayemet ile muamele..

Bu hizmette metod: Müsbet hakikatları ders verip, din düşmanları ile ne sözle, ne fikirle ve ne de zihnen meşgul olmamak.

Risale-i Nur’a bilmiyerek itiraz eden ehl-i imana adavet etmeden ikaz, ve bütün kalbleri Lailahe illallah Muhammedun Resulullah üzerine tevhid. Hatta Allah ve Peygamberine inanan firak-ı dalle de olsa ve hatta ahiret gününe inanan ehl-i kitapla bile münazaradan çekinmek.

Ehl-i dünya ve ehl-i siyasete vesvese ve korku verecek her türlü tezahürden kaçınmak.

Hakka hizmet edenleri müsbet bir şekilde, İslamiyete hizmet noktasında desteklemek. Risale-i Nur talebeleri, birbirinin kusurları olsa da tenkid etmeyecek. Hiçbir zaman beddua edilmiyecek, hidayetleri için dua edilecek.                         

Bütün hadisat, hiçbir zaman bizleri üzmeyecek, bunları Allah’ın rengarenk birer tabloları kabul edeceğiz. İnsanlar alemi, ağaçlar alemi, hayvanat ve nebatat alemleri nasıl zamanı geldikçe tebeddül ediyorlar, zahiren hoşumuza gitmeyen şeyler de zamanı geldikçe değişecektir.

Not: Bu düsturlar Risale-i Nur külliyatının bize verdiği derslerdir.”

YİNE  GAZETE  VE  HİKAYESİNE  DÖNÜYORUZ

Gazete üstteki şartname ve taahhütname çerçevesinde olarak çıkarıldı. Evvela 15 günde bir şeklinde çıkarıldı. İsmi “İTTİHAD” idi. Bir kaç sayı çıktı. Salih Özcan bey va’dettiği şekilde  sermayeyi tam bulamadı.Yani 30 Ağustos 1968 tarihine kadar bulacağını va’ dettiği meblağı veremedi. Bazı sıkıntılar baş gösterdi. Nur talebelerinden gazete için  yardımlar toplandı.

İLK  MUHALEFET  ATAĞI

İttihad mecmuası kaç sayı çıktı hatırlamıyorum. Sermaye meselesi vesaireden, Mustafa Polat ile Salih Özcan arasında muhalefet ve münakaşalar oldu.

Salih Özcan şartnamede yazıldığı gibi, gazete mülkiyetinin yüzde ellibirinin resmen kendisine intikalini istedi. Öbürleri ise, “Va’dettiğiniz şekilde sermayeyi tamamlayamadınız. Biz de sermaye kattık. Bu durumda gazetenin mülkiyeti yarı nisbetinde bizimdir.” dediler.. ve bence muhalefetin ana mevzu da bu idi.

Salih Özcan, yüzde ellibirde ısrar etti. Öbürleri ise hayır dediler.

Muhalefet büyüdü. Birbirlerini silahla tehdit edebilecek kadar ileri gitti. Nihayet Salih Özcan gazeteden çekildi. Sermaye olarak koymuş olduğu parasını geri istedi. Kısmen peşin, kısmen taksitlerle kendisine ödendi ve o da çekip gitti.Böylelikle gazete Mustafa Polat’la Mehmet Kutlular adına tescil edilmiş oldu.

GAZETENİN MEŞGUL  ETTİĞİ NUR CEMAATİ

Böylece gazetenin çıkmasıyla birlikte, kendisiyle beraber büyük ihtilaflar, gürültülü münakaşalar, gıybetler, su-i zanları da getirdi. Zübeyr ağabeyin şartnamesinin hükmü çoktan kalkmış ve bozulmuştu. Artık gazete, ”Nurcuların Gazetesi” olarak gizli aşikar propagandalarla ilan ediliyordu. Nur cemaati arasında da gazete mi değil mi?.. münakaşaları gittikçe büyüdü. Başta Ankara olmak üzere dağdağasız Nur hizmeti içinde olanlar, gazetenin durumuna karşı çıktılar. ”Gazete ne olursa olsun bir siyaset lisanıdır. Nur talebeleri cemaati adına çıkamaz, Nur talebelerini meşgul edemez” diyorlardı.

Gazeteyi çıkaranlar ve ayrıca muvazenesiz, sadece hadisat te’siriyle ve Risale-i Nur’dan hiçbir fetva bulamayan kimselerde gazeteyi ve gazeteciliği müdafaa etmeye, medh etmeye, mutlak zaruri görmeye dair propagandasını yapmaya başladılar. Böylece Türkiye çapında düşmanlarında istediği ve beklediği hoşlarına gittiği büyük ihtilaf maalesef başlamış oldu.

Zübeyr ağabey, işin vehametini idrak etmiş, pişman olmuştu. Ama iş iştende geçmişti. Bu durumda ancak itidal ve muvazeneyi temin etmek işi kendisine kalmıştı. Uğraştı, çırpındı, didindi.. İstanbul’da ayrı tavır, Ankara’da ayrı tavır gösteriyordu. Fakat işin içine siyaset ve tarafgirlik ve bunların şerh ve yorumları da girdiği için, artık i’tidal ve muvazene mümkün olmamaktaydı. Teferruata girmek istemiyorum.

ZÜBEYR AĞABEYİN VEFATI

1971’de Zübeyr ağabey vefat etti. Fakat Üstad’ı gibi o da hüzünlü ve mükedder gitti. Çünki İstanbul’daki akılcı grup, artık onu dinlemiyordu. Açılan gedik ve yarık yamalanıp da kapanamıyordu.

Zübeyr ağabeyin vefatından sonra, ihtilaf gediği biraz daha genişlemişti. Çünki sağlığında açılan ihtilaf gediğini kapamak, muvazene ve i’tidali temin etmek için çırpınıp uğraştığı günlerde, gösterdiği ayrı ayrı tavır ve hareketlerine dayanan ve onun bu tavırlarını kendilerine istinadgah kabul eden bazı fikirlerde meydana çıktı. Müsbeti de Zübeyr ağabey diyor, menfisi de Zübeyr ağabey diyordu.

Bu arada gazete tarafına bazı iltihaklar oldu. Üstadın hizmetkarlarından Mustafa Sungur ve Bayram Yüksel ağabeyler, bazı iyi niyet ve ıslah mülahazalarıyla gazete tarafına; Tahiri Mutlu, Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğlu ise, siyasetsiz, politikasız, dağdağasız ve safi olan Nur hizmeti cihetinde kaldılar. Bu  durum ile ihtilaf daha da derinlemesine büyüdü. On sene kadar böyle devam etti.

MAL  MÜLK  KAVGALARI

Risale-i Nur talebesinin vasfına, karakterine, ihlasına asla yakışmayan maddi menfaatler - hizmet namı altında – en baş meşgale ve mes’ele olmaya başladı. Önceleri bir ve beraber iken, bazı mal mülk üzerlerinde tapulu olanlar, birbirlerinden ayrılınca; “burası senin, orası benim” diye mal-mülk kavgaları başladı ve boğuşmalar oldu. Daha sonra mahkemeler vesaire.. Bunları saklamaya lüzum yoktur, hem de saklanacak bir durumda da değildir artık.

Evet, 1972’den 1984’lere kadar Türkiyede Nur talabeleri iki ana grup halindedir. Bir taraf siyasetçi, gazeteci, akılcı taraf.. Bir tarafı da siyasetsiz, telaşsız, safi Nur hizmet şekli ve tarafı…

YENİ KİTAPLAR VE PATLAMA

Gazete çıkmadan önce, bugün gazeteyi çıkaranların bile o günü bir evdeki bir ilmihalden bile gocunurlarken, gazete çıktıktan sonra, artık kucak kucak Risale-i Nur’un dışında yazılmış kitaplar, ya kendileri tarafından yazılan kitaplar mecmualar, hatta resimli romanlar vesaireler dershaneleri ve evleri doldurdu. Risale-i Nurlar bunların yanında artık dolapta mahfuz bir me’haz kitabı halinde kaldı. Sair hüküm ve muameleler hep bu yeni kitaplardan ve yorumlardan ahzedilmeye başlandı. Belki arada sırada da bir teberrük kabilinden Nurlar da okunabiliyordu.

Hazret-i Bediüzzaman olan Üstad ise, halbuki hayatında en çok üzerinde durduğu ve Nur talebelerinin sadakarlıklarına en mühim bir mi’yar kabul ettiği bir husus da, Risale-i Nur’dan başka, diğer kitablara bakmamaktı. Hele Nur talabelerinden müellif kesilip te’lifat yapmak ise, Nur talebeleri için asla mesağlı değildi. Lakin bu yeni metod ile başka kitap mevzuunda, hatta te’lifat mevzuunda fetvalarla ortaya çıkan Nurcu bazı zatlar fetvacı göründüler. Balık yumurtlar gibi piyasaya kitap yumurtlamak lazımdır denildi. Nur talebelerinden bazı alimlerimiz de bu işe fetva verdiler, hatta kendileri de bu kampanyaya katılarak kitap te’lifine başladılar… ve maalesef söyliyelim ki Üstadın hizmetkarı olan sadık ve sıddık bazı zatlar da bu işe müdaheleye dair hareketten çekindiler. Hatta müdahele etmedikleri gibi, durup seyirci de kaldılar ve hatta diyebiliriz ki, zaman zaman bu işe karşı mülayemetkar tavırlar da gösterdiler.

Bu mes’eleyi uzun bir tahlil ile ve Hazret-i Üstad’ın kesin ifade ve beyanlarından deliller getirerek genişce ele almak isterdik. Amma herhalde mesele açık ve seçiktir. Basiretli Nur talebeleri, sadık Nur hizmetkarları, Hazret-i Üstadın bu mevzu’daki tavırlarını ve ikaz ve irşadlarını çok iyi bilmektedirler. Bunun için geniş izahtan sarf-ı nazar ettik.

GAZETE CENAHINDA BÜYÜK PATLAMA

1985’lere kadar gazete cenahı ve gurubu maddeten ve sayı bakımından çoktu ve büyüktü. Malı-mülkü, matbaası, paraları ve her şeyi çoktu.Yaptıkları ufak bir işi, yahut hizmet gibi görünen bir mes’eleyi büyük şa’şalarla gazete ile yapabiliyorlardı. Propaganda işinde çok mahirdiler. Kongreler yapmakta, siyasilerle serbest görüşebilme de imkanları mevcuttu. Fakat bunların bu siyasi  kongreler  niteliğindeki istişare toplantılarında; bünyelerinden çıkmış kimselerinde artık serbestce söz söyleyenleri, açık ten kid edenleri de çoğalmıştı.Gazete ve etrafında,ilk başta bütün Nur talebelerinin hakkı ve katkısıyla toplanmış olan büyük bir mal varlığı kendilerinde mevcuttu.

Gazetenin idaresini elinde tutan üçler, kendi aralarında düşünüp taşındılar. Her gün biraz daha tenkid ve tenkidçileri artıyordu. İstişarelerde bir çok insan söz sahibi olmaktaydı. Bu durum meşhur üçlerin işine hiç te gelmiyordu. ”Ne yapalım, ne edelim kendimizi ne gibi tedbirlerle daima başta ve söz sahibi makamında bırakabiliriz?” deyip düşündüler.

Karar: Bizim büyük selahiyetlerimizi kısıtlıyan ve kısıtlıyacak olan, idareyi kısmen de olsa elimizden alabilecek niteliğindeki bazı mühim şahsiyetleri bir oyun ile ıskartaya çıkarttıktan sonra, uzun ferahlı bir nefes alabilir ve serbest kalabiliriz, dediler. Bu arada kendilerini Üstad’ın talebesi, hatta hizmetkarı olduklarınıda yer yer gizli aşikar propagandalarla neşrettirmeye başladılar.

PLAN TATBİK EDİLDİ

1985’de İstanbulda yapılacak olan mühim ve büyük bir istişare toplantısında, gazete ve etrafında toplanmış vakıf malı olan mal varlığı mevzuu ele alınacak ve kesin bir karara bağlanacaktı. Bu büyük toplantıdan az önce de başka bir yerde, mevzii bir toplantı gündemdeydi. Ber-mutad, her zaman başta gazeteci kimseler, herkesten önce bu toplantıda hazır bulunacaklardı.

Toplantı günü oldu. Ortada hiçbir sebeb yokken, bir baktılar ki,gazeteci kimselerden hiç kimse yok.. ve duyuldu ki, İstanbulda hususi bir toplantı tertiplenmiş ve gazetenin cemaat vakfı olan bütün mal varlığı, kendi aralarında teşkil ettirdikleri bir şirkete devredilmiştir. Tabi oyun gayet mahirane ve muvaffakiyetle oynandı, iş bitti eyvahlarında bir faydası kalmadı.

BİRE  YÜZ KAYBETTİLER

Gazeteciler bu oyun ile gerçi bir iki bina, matbaa makinaları vesaire maddi bir miktar mal -fakat vakıf malı -  ellerine geçirdiler. Lakin cemaatin malı olan bu vakıf malını, cemaatın rızası hilafına alıp üstüne oturup tasarruf etme cinayetini irtikap ettikleri gibi, büyük bir cemaat, hem de gazete etrafında toplanmış bütün o yekun malda büyük büyük payı, büyük büyük hisseleri, büyük büyük hizmetleri olan azim bir cemaati kaybettiler. Bir kazandılarsa, doksandokuz kaybettiler. Çünki onlarla beraber olan cemaatin yüzde sekseni onlardan ayrıldı.

Bu ayrılanlar, siyasetin, gazeteciliğin, politikanın ve nihayet bunların semeresi olan ihlassızlığın insanları ne hale, ne duruma getirdiğini tarih sayfalarında ebediyen silinmeyecek bir ders-i ibretle ayıldılar, anladılar. Bu ayrılanlar, çok az bir şey kaybetti. Ama manen büyük büyük kar ettiler. Çünki Hazret-i Üstad Bediüzzamanın  asıl mesleğine, eski nur mesleklerine döndüler.

VAKIF MALI

Hani bu mallar vakıf malıydı. Bu vakfa iştirak edenler yüzlerce binlerce insandı. Oysa bu vakıf cemaate ait bir vakıftı. Gerçi bir resmi tarafı yoktu. İ’timada binaen bunlara teslim edilmiş bir maldı. Amma ilm-i İlahide ve bir çok insanların yanında bu böyleydi, böyle itikat ediliyordu. Bu adamlarında sözde Üstad diye tanıdıkları Hazret-i Bediüzzaman’ın, Onyedinci Lem’ada mealen: ”Bir cemaate ait vakıf mallarını birkaç kişi zabt etse zulümdür.” hükmü vardı. Hükmü vardı amma, ya te’viller ya cerbezeler veya yorumlar!. İnsanlar acaba ne için bu sukutlu hale giriftar oluyor? Nasıl apaçık bu ihlassızlığa düşebiliyor?

Elcevap: Hazret-i Üstad Bediüzzaman buyurmuştur ki: “Siyaset ihlası bozar!..” Evet bu istifhamın tek izahı, bu sualin yegane cevabı tek kelimedir: Siyaset!...

Tabi siyaset olunca, onun içinde ve beraberinde menfaat, hubb-u riyaset, şöhret vs haller de tabiatıyla refakattadır.

Amma her şeye rağmen gazeteci, siyasetçi dediğimiz bu kimselerin de siyasi düşüncelerinin temelinde ve esasında dane-i hak olan bir hak noktaları vardır. Yorumlar, te’viller hariç kalmak şartıyla…

Humeynici, Kaddafici gibi siyasi akımların hayranı ve ehl-i sünnet mezhebini tahkir edici davranış gösteren bir takım siyasetçilerdende yüz kere üstündürler, haklıdırlar. Amma siyasi ve içtimai ve memleket mes’eleleri noktasından. Yoksa Risale-i Nur mesleğinin içindeki ihlas, samimiyet gibi haller nokta-i nazarından mülahazaya alındığı zaman, varılan netice üstte kaydettiğimiz şekilde maalesef ihlassızlıkları, haksızlıkları, hatta zulümleri meydandadır.

İçlerinde çok samimi Nur talebeleri de mevcuttur amma bir iki kişiye fazla itimat ettiklerinden bunlar da mütehayyirdirler. İnşaallah hakikat-ı hali ve Nur mesleğinin esasını öğrenecek ve ayılacaklardır.

Mes’ele uzundur, teferruata girerek kritiğini yapmanın da bir faydası yoktur. Bu kadarı kafidir.

 

1 (Abdulkadir Badıllı- Bediüzzaman Said-i Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı isimli eserin 1. Baskısından alınmıştır.)

2 Zübeyr Ağabey kendi kalemiyle Halil Küçük, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci’yi bilahere istişare heyetinden isimlerini silmiştir. Bu belge İstanbul’da bir dosyada  mahfuzdur.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık