DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

GİZLİ İFSAD KOMİTELERİ

TAKDİM

Milletimizin bilhassa son 70-80 yılında başına bela olan ihtilalci, anarşist, dinsiz komite ve komiteler tarihte görülmemiş bir tarzda bu aziz milleti, hem maddî ve hem manevî bakımdan perişan etmişlerdir. Ne gariptir ki, milletimiz bu can düşmanı komitenin iç yüzünü farkedememiş hatta zaman zaman başının üzerine koymuştur.

Bu komitenin en büyük vasfı mahiyetini çok ustaca gizlemesidir. Yani münafıkane hareket ettiği için farkedilmesi güçleşmiş ve fitnesi de uzun sürmüştür.

Bu gizli ifsad komitesinin mahiyetini ortaya çıkarmak için büyük gayret sarfeden Bediüzzaman Hazretleri: «Bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ i'dam olsalar, Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.» diyerek meselenin ehemmiyetini ortaya koymuştur.

Mazisi asırlar öncesine kadar uzanan ifsad komitesi, İslâm merkezine siyasî sahada ilk hücumu Yeniçeri Ocağı vasıtasıyla yapmıştır. Mason komitesi, Osmanlı Ordusu’nun mühim bir unsuru olan Yeniçeri Ocağı’nın içine girerek orayı ifsad etmiştir. Yeniçeri Ocağı o kadar bozulmuştur ki; bir zamanlar fetihlerde i’lâ-yı Kelimetullah için cihad eden ocak, fitne yuvası haline getirilmiştir. Ve neticede daha sonraları padişah tarafından fesh edilmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri bu ifsad komitesinin faaliyetleri hakkında bilgi verirken ve bilhassa memleketimizde tesirli faaliyetinin başlangıç devresi hakkında diyor ki:

«Şimdiki شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ in mânasını gösteren komitenin1 selefleri2 hükmünde olan Yeniçeri’nin değil belki Yeniçerilerin içine karışan fesad komitesi hilâfete karşı isyanlarının başlangıcı olan 1222 ve 24’te,3 aynen mason komitesinin hürriyet perdesi altında mebde-i isyanı olan 1324 tarihine bir cihetle tevafukla beraber o eski komitenin 1341’de mahvı ile başlayan dehşetli vâkıayı remzen gösteren…» (Rumuzat-ı Semaniye’den)

MASON KOMİTESİNİN GAYESİ

Esas hedefi hilafet merkezi olan ve orayı dağıtmak için gayret gösteren gizli ifsad komitesi, asrımızın başından az evvel Yunan’ı Osmanlılara saldırtmış, muhtemel bir mağlubiyette de hilafet-i İslâmiye merkezine nüfuz ederek İslâmı ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdi. Fakat Yunan Ordusu Osmanlı Ordusu karşısında mağlub olunca, o zaman için bu arzularına muvaffak olamamışlardı. Bediüzzaman Hazretleri bu hususu şöyle tesbit eder:

«Evet şimdiki Cumhuriyet perdesi altında bu dehşetli istibdadı yapan mason komitesi 314’teki(4 ) Yunan harbinde fırsat bekleyip, eğer Yunan galebe etseydi meydana atılmak emelindeyken ‘vallahü hayrün nâsırîn’ Âyet-i Celilesinin hem manasıyla, hem 1314 aded-i tevafukuyla Yunan’ın mağlûbiyetini ilân edip mason komitesini susturdu. 314’ten tâ 324 ile 42’ye ve 44’e kadar susturdu.» (Rumuzat-ı Semaniye’den)

Bu komitenin mühim bir elemanı olan İngiliz Müstemlekât Bakanı Gladiston o sıralar şu sözleri söylemektedir:

«Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’anı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’andan soğutmalıyız.» (T:51)

Yine bu defa 1908 İkinci Meşrutiyet harekâtında İttihadçıların içine nüfuz eden bu mason, gizli ifsad komitesi ondan sonra meydana gelen olayların şehadetiyle; evvelen Osmanlı Devletini, hilafet-i İslâmiyeyi ve Türklerin İslâm kimliğini kaldırmak için bütün gücüyle çalışmıştır. Bediüzzaman Hazretleri yazdığı Rumuzat-ı Semaniye risalesinde bu hakikatları şöyle ifade etmektedir.

«1324 (1908)de mason komitesinin şeriat-ı Ahmediyeyi tahrib niyetiyle hürriyet perdesi altında hilafet-i İslâmiyeye saldırması tarihine tevafuku ve şimdi o komitenin başına geçen bu herif adavet-i Arabiyeye5 harekâtını bina edip, Şeriat-ı İslâmiyenin şeairinin6 tahribine harekâtıyla tevafuk etmesi elbette gösteriyor ki, شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ bunlara dahi kasden işaret ediyor.…

Mason komitesinin reisinin sâbıkan mezkûr tahlile binaen سفيا ني بدجالين  mânasını ve adedi olan 324 adedini göstermekle beraber 324’te mason komitesinin hürriyet perdesi altında hilafet-i İslâmiyeyi kaldırmak teşebbüsünün tarihini göstermekle, birinci vechin gösterdiği aynı mes’eleyi gösteriyor ve  شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَر işaretine işaret ediyor.» (Rumuzat-ı Semaniye’den)

GİZLİ İFSAD KOMİTESİNİN ESAS İCRAAT DEVRESİ

Bu kısa izahattan sonra gizli ifsad komitesinin esas icraat devresi olan Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tesbitlere başlayacağız.

O devrede Ankara’ya çağırılan Bediüzzaman Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatında şu bilgiler verilir:

«Abbasileri müteakiben, âlem-i İslâm içinde İslâmî idareyi ele alan Türklerin bin senelik muazzam idaresinden ve hilafet sürmelerinden sonra, bütün dünyayı dehşete veren bir harb-i umumî(7 ) meydana gelmiş, Osmanlı Devleti inkıraz bulmuş; İslâm’ın ebedî düşmanları, merkez-i hükûmeti istila ederek, müslümanlığın mahvolduğu kanaatına varmışlardı! İşte Bediüzzaman, İlahî kudretin tecellisiyle ve ihsanıyla, böyle en elzem bir vakitte, dine revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısıyla ve kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankara’ya gelmişti. Avn-i İlahî ve mu’cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını def’eden ve milletin idaresinin başına geçen yeni Hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya Kur’an’a istinad eden ve Âlem-i İslâm’ın vahdetini nokta-i istinad yapacak ve İslâmiyet’in hakikatında mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve aşılamak üzere mecliste çalışıyordu. Fakat pek kuvvetli maniler karşısına çıktı.

Âlem-i İslâm’ı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah’a sığındığı) bir zamanı ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu. Bir gün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, şeair-i İslâmiyeyi tahrib etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılab yapmak îcab ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyet’e müteveccihen Kur’an’ın kudsî kanun-u esasîsi noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur.» (T:145)

«M. Kemal Paşa itiraz ile, içindeki niyet ve halet-i ruhiyesini ifade ile, Bediüzzaman’ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman’a meb’usluk, hem Dâr-ül Hikmet’teki eski vazifesini, hem şarkta Şeyh Sünusî’nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan Hizb-ül Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’an’ın nurlarıyla mukabele edilebilir. tavsiyesine müraatla, Ankara’da teşrik-i mesaî edemeyeceği için, kendisine tevdi’ edilmek istenen meb’usluk, Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye gibi Diyanet’teki azalığı, hem vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumîliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım meb’usların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar…» (T:147)

«Van’da mezkûr mağarada yaşamakta iken, şarkta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. “Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir” diyerek yardım isteyen bir zâtın mektubuna: “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükûmet, Bediüzzaman’ı Garbî Anadolu’ya nefyediyor.» (T:150)

GİZLİ DİNSİZ KOMİTELERİNİN EN AZGIN DEVRELERİ

«Bediüzzaman, Barla’ya 1925-1926 senelerinde nefyedilmiştir. Bu tarihler, Türkiye’de yirmibeş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icra-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, “İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur’anı toplatıp imha etmek” plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, “Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’anı imha etmesini intac edecek bir plân yapalım” demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için, tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.

Evet altıyüz sene, belki Abbasiler zamanından beri yani bin seneden beri Kur’an-ı Hakîm’in bir bayrakdarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk Milletini, bu vatan evlâdlarını, İslâmiyet’ten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için, müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve bilfiil de muvaffak olunuyordu. Bu vakıa cüz’î değil, küllî ve umumî idi. Milyonlarca insanın hususan gençlerin ve milyonlar masumların, talebelerin iman ve itikadlarına, dünyevî ve uhrevî felâketlerine taalluk eden çok geniş ve şümullü bir hâdise idi. Ve kıyamete kadar gelip geçecek Anadolu halkının ebedî hayatlarıyla alâkadardı. O zaman ve o senelerde, bin yıllık parlak mazinin delalet ve şehadetiyle, Kur’anın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında, İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek bir takım maskeli ve suretâ parlak kelâmlarla iğfalâtta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu! İslâmiyet’in hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine; dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhassa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu!» (T:152)

Bu dehşetli komitenin asırlara dayanan Türk - Arab beraberliğini ortadan kaldırmak ve bu derece aralarının açılmasına sebeb olmalarındaki durumu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir:

«Şimdiye kadar işitilmediği bir tarzda ve hiç bir siyasetin ve diplomatlığın tarzına benzemiyecek bir şekilde, iki samimi ve ebedî kardeş olan Türk - Arab’ın mabeyninde olan râsih uhuvvet-i İslâmiyeye bedel ebedî bir düşmanlık ve Arabiyete karşı bir buğz ve adavet perdesi altında Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a adavet niyetiyle şeair-i İslâmiyeyi tahrif ve tahrib eden şu güruh-u ma’lûm ‘şânieke hüvel ebter’ manasını zâhir göstermekle şu cümlenin işaretini kuvvetli te’yid eder.» (Rumuzat-ı Semaniye’den)

«Evet o dalalet ve zendekanın en azgın devirlerinde Bediüzzaman Said Nursî, daimî nezaret ve tarassud altında ve böyle müdhiş ve pek çok ağır şerait içerisinde idi. Nemrudların, Firavunların, Şeddadların ve Yezidlerin yapamadığı zulümlerin enva’ı Bediüzzaman’a yapılıyordu. Ve yirmibeş sene böyle devam etti. O zaman âlem-i İslâm, maddeten fakirdi ve müstevlilerin esaretinde bulunuyordu. Bütün gizli fesad ve dinsizlik komiteleri, hem Türkiye’de, hem âlem-i İslâmda müdhiş faaliyetler yapıyor ve tarafdarları onları destekliyor ve hepsi de İslâmiyet aleyhinde ittifak ediyorlardı.» (T:159)

DİNSİZLİK KARŞISINDA RİSALE-İ NUR

«Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri öyle müşkil ve ağır vaziyetler altında Risale-i Nur Külliyatını te’lif ediyor ki, tarihte hiçbir ilim adamının karşılaşmadığı zorluklara maruz kalıyor. Fakat sönmeyen bir azim, irade ve hizmet aşkına mâlik olduğu için; yılmadan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan, bütün kuvvetini sarfederek emsalsiz bir sabır ve tahammül ve feragat-ı nefs ile, bu millet ve memleketi komünizm ejderinden, mason âfatından, dinsizlikten muhafaza edecek -eden ve etmekte olan- ve âlem-i İslâmı ve beşeriyeti tenvir ve irşadda büyük bir rehber olan bu hârikulâde Risale-i Nur eserlerini meydana getiriyor.» (T:160)

«Risale-i Nur’un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyet’in kuvvetlenmeye başladığını anlayan gizli din düşmanları, “Bediüzzaman gizli cem’iyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor!” gibi uydurma ve hükûmeti aldatıcı tertib ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kasdıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkında dava açtırılıyor. Bunun üzerine Dâhiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askerî bir kıt’a ile birlikte Isparta’ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta Vilayeti ve civarı askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti; masum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir’e sevkediliyor.» (T:215)

Bediüzzaman ve talebeleri Eskişehir’e nakledilirken yolda ıssız bir yerde hepsinin imha edilmesi için emir verilmiş, fakat komutanın müsbet çıkması neticesi tahakkuk ettirilememiştir.

Bediüzzaman bir mahkeme müdafaasında diyor:

«Gizli bir kuvvet, bil’iltizam beni mahkûm etmek istiyor. Ve her bahaneyi bulup, bin dereden su getirmek gibi her bir çareye müracaat edip, kurdun keçiye bahanesinden daha garib bahanelerle beni itham altına almak ve mahkûm ettirilmek istenildiğimi hissediyorum.» (T:252)

«Ey beni bu belaya sevkedip, bu hâdiseyi icad eden mülhid zalimler! Madem ve her halde manen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiştiniz; neden umum mazlumların ve biçarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek entrikalarla, dolablarla, adliyenin eliyle yürüdünüz? Doğrudan doğruya karşımda merdane çıkıp, “Senin vücudunu bu dünyada istemiyoruz” demeli idiniz.» (T:256)

«Evet, Hükûmet-i Cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arzediyorum ki; beni bu belâya sevkeden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor.» (T:260)

«Risale-i Nur’un neşriyat ve fütuhat dairesi gittikçe genişliyor... İştiyakla Nurları okuyanlar, günden güne ziyadeleşiyor. Risale-i Nur’daki hârika kuvvet ve tesiratın neticesini müşahede eden gizli İslâmiyet düşmanları, yine bir entrika çevirip Risale-i Nur’a ve müellifi Bediüzzaman’a suikasdla: “Bediüzzaman gizli cem’iyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, inkılabları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu hadîslerle isbat ediyor.” gibi bir sürü bahaneler ve plânlarla ittiham edilerek Kastamonu'dan Denizli Ağır Ceza mahkemesine, yüz yirmi altı talebesiyle beraber 1943 senesinde sevkediliyor.» (T:399)

GİZLİ KOMİTENİN TAKTİKLERİ

Gizli komitenin faaliyetleri çok çeşitli olduğunu yine Bediüzzaman Hazretlerinden öğreniyoruz.

«Sonra gizli düşmanlarımız bazı memurları ve bir kısım enaniyetli hocalar ve şeyhleri aleyhimize evhamlandırdılar. Bizi, Denizli Hapsine beş altı vilayetlerden gelen Nur talebelerini, o Medrese-i Yusufiyede toplanmağa vesile oldular.» (L:263)

«Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini hapishanede zehirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere maruz bırakılıyor. Bediüzzaman, gizli dinsiz münafıkların tahrikatıyla girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi, bu idam plânıyla verildiği mahkemede de hak ve hakikatı, pervasızca ve ölümü hiçe sayarak haykırıyor.» (T:400)

«Gizli düşmanlar beni zehirlediler ve Nur’un şehid kahramanı merhum Hâfız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi…» (L:265)

Bediüzzaman Hazretlerinin gizli din düşmanlarının desiselerine karşı talebelerini ikaz için Denizli Hapsinde yazdığı bir mektubu:

«Aziz kardeşlerim! Bu cuma gününde mühim bir hizb okurken siz hatıra geldiniz. “Bu musibetten kurtulmak için ne yapacağız?” lisan-ı hâl ile dediniz. Benim kalbime bu geldi: Sıkı bir tesanüdle, el ele, omuz omuza veriniz. Çünki birbirinden ve Risale-i Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim; eğer bilseydim ki benden teberri etmekle kurtulacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor; za’fınızdan, teberrinizden cesaret alır, daha ziyade ezer(T:431)

«En ziyade yaralananlar, siperini bırakanlardır. Hem bizim karşımızda hükûmet ve mahkeme değil, belki gizli zendeka ve küfr-ü mutlaka düşenlerin komitesidir. Ve hiç bir tevil kaldırmayan dehşetli bid’aların tarafdarlarıdır ki, hükûmeti iğfal edip aleyhimizde sevk ettiler. Bana kusurum için sıkılan, elbette münafık masonlara yanaşır. Evet, yol şimdi bizim için ikidir. Bir veli dahi bize hücum etse, bilmeyerek masonlara yardımcı olur.» (Elyazma Denizli Mektubları sh:10)

AFYON HAPSİ VE İSYAN PLÂNI

Gizli din düşmanlarının Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon Hapsine girmesine dair plânları da Tarihçe-i Hayat’ında şöyle anlatılıyor:

«Bediüzzaman 1944’te Denizli Mahkemesinde beraet ettiği halde, Afyon vilayetine bağlı Emirdağ kazasında ikamete memur ediliyor. Orada kendi âhireti ve Risale-i Nur’la meşgul olurken 1948 senesinde, gizli din düşmanları, yapılan zulümler az geliyormuş gibi aynı nakarat ile, “Gizli cem’iyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor; ihtiyarladıkça artan enerjisiyle, kuvvetiyle, rejimi yıkmağa çalışıyor. Mustafa Kemal’e, İslâm Deccalı, Süfyan diyor” gibi bir sürü bahanelerle, elli Risale-i Nur talebesiyle birlikte Afyon Ağırceza Mahkemesine sevkediliyor ve hapse konuluyor.» (T:543)

Gizli komite tarafından Bediüzzaman Hazretleri hapishanede mevkuf iken hapishane içinde isyan, kargaşa plânlanmıştı.

Gizli düşmanların bu hilesini fark eden Bediüzzaman Hazretleri, kendi talebelerini ciddi şekilde ikaz etmiş, mektublar yazmıştır. Orada bulunan diğer mahpuslara da irşad edici mektublar kaleme almıştır. Böylece plânlanan kargaşa ve isyan hareketleri akim kalıp bilakis umumî bir barış havası gerçekleşmiştir. Afyon hapsinde çıkartılmak istenen isyan hareketinin hedefi, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ve Nur talebeleriydi. O vesileyle Üstada ve Nur hizmetine darbe vurmak hesaplanıyordu.

Bu hususlarda yazılan ve Risale-i Nur Külliyatı’nda dercedilen bir hayli mektub vardır. Bunların bir kısmı Onüçüncü Söz sonunda neşredilmiştir.

«Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Hem sizin, hem hapisteki arkadaşlarınızın bayramınızı tebrik ederiz. Siz ile bayramlaşanı, aynen benimle bayramlaşmış gibi kabul ediyorum ve umumuyla bizzât bayram ziyaretini yapmışım gibi biliniz, bildiriniz.

Sâniyen: Sebebsiz kalın demir sobamın parçalanmasıyla verdiği haber ve biz dahi o işarete binaen tam bir ihtiyat ve temkinle geçen fırtınacık, yüzden bire indi, barut ateş almadı. Şimdi yine, sebebsiz mataramın acib bir tarzda küçücük parçalara inkısam etmesi, bize tekrar tam bir temkine ve tahammüle ve ihtiyata sarılmamızın lüzumunu haber veriyor. Aldığım manevî bir ihtarla, gizli münafıklar, dindarlara karşı namazsız sefahetçileri ve mürted komünistleri istimal etmek istiyorlar, hattâ parmaklarını buraya da sokmuşlar.» (Ş:511)

«Aziz, sıddık kardeşlerim! Bugün benim pencerelerimi mıhlamalarının sebebi, mahpuslarla mürafaa ve selâmlaşmamaktır. Zâhirde başka bahane gösterdiler. Hiç merak etmeyiniz.» (Ş:491)

«…ve bilhassa madem Risale-i Nur dersini dinlemişler, elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmağa hem maslahat ve istirahat-ı şahsiye ve umumiye iktiza ediyorlar. Nasılki Denizli hapsinde birbirine düşman bütün mahpuslar, Nurlar dersiyle birbirlerine kardeş oldular ve bizim beraetimize bir sebeb olup (hattâ dinsizlere, serserilere de) o mahpuslar hakkında “Maşâallah, bârekâllah” dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler.» (Ş:487)

BEDİÜZZAMAN HAPİSTE ZEHİRLETİLDİ

«Bediüzzaman yirmi senede olduğu gibi, şu üç-dört senede de o kadar emsalsiz bir işkenceye maruz kalmıştır ki, tarihte hiç bir ilim adamına bu kadar caniyane bir sû’-i kasd yapılmamıştır.

Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyon’da bir günde çekmiştir! Kendisine, bütün bütün kanunsuz muameleler yapılmıştır. Hapishanede tam yirmi ay, kışın çok soğuk olan gayr-ı muntazam bir koğuş içinde yalnız bırakılarak, tecrid-i mutlak içinde imha olmasına intizar edilmiştir. Kışın en şiddetli günlerinde, hapishane pencerelerinin iki milim buz tuttuğu zamanlarda zehir verilmiş; ihtiyar, çok hasta haliyle, aylarca ızdırab çektirilmiştir. Mübarek yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği zamanlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir. O korkunç şerait altında, kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir. Hastalığı o kadar şiddetlenmiştir ki; günlerce birşey yiyememiş ve gıdasız kalmış ve çok zaîf bir vaziyete gelmiştir.

Böyle olduğu ve çok sıkı bir tarassud ve tazyikat altında bulundurulduğu halde, Risale-i Nur’un te’lifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, burada da gizli olarak eser te’lif etmiştir. Mahpuslar gizli gizli Risale-i Nur’u elleriyle yazıp çoğaltmışlar ve hapishaneden dışarı da çıkararak neşrini temin etmişlerdir. Bediüzzaman hapiste olduğu günler dahi Risale-i Nur’un neşriyatı durmamış, perde altında yüz binlerce nüshaları eski yazı ile neşretmeye -Nur Kahramanı Hüsrev gibi- Nur talebeleri muvaffak olmuşlardır.

Hapishanede -zehirlenerek- ölüm döşeğinde iken, fırsat bulup ziyaretine varabilen bir talebesine şöyle demiştir: “Belki hayatta kalamayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!..”

Bediüzzaman’ın hapishaneye gelmesiyle çok müstefid olan hapislerden birisi pencereden selâm verdiği zaman, “Sen Bediüzzaman’a neden selâm verdin? Neden onun penceresine bakıyorsun?” diyerek, dayak atılmıştır. Çok mübarek ve çok sevgili Üstadlarının hasta ve çok elîm vaziyetinde gizlice fırsat bulup görüşmeye çalışan talebeleri, yakalandıkları zaman falakalara yatırılarak dayaktan geçirilmiştir. Fakat onlar bu mezalimden aslâ yılmamışlar, imandan ve izzet-i İslâmiyeden gelen bir salabetle, o zalimler vurdukça, onlar da her vuruluşlarında “Vur! Vur!” diye bağırmışlardır. “Düşmanın çizmesi boğazımıza bastığı zaman onun yüzüne tükür! Ruhun kurtulsun, cesedin ezilsin.” hakikatını matbuat lisanıyla da beyan eden Üstadları Bediüzzaman’a ittiba etmişlerdir.

İşte böyle türlü türlü işkence ve tazyikatlarla, gerek hapishane dâhilinde gerek haricinde hizmetini dahi yaptırmamaya çalışmışlardır. Dünyada hiçbir kimseye yapılmayan zulüm ve ihanet, Bediüzzaman’a yapılmıştır.

Nihayet 20 Eylül 1949 günü ceza müddetini hapishanede tamamlayarak tahliye edilmiştir. Bütün hapishanelerde hapisler resmî mesaî saatlerinde tahliye edilirken, Afyon hapishanesinde de saat onda âdet iken, Bediüzzaman’ı fevkalâde bir tezahürat ile karşılamağa hazırlanan halkın istikbaline mani’ olmak için, şafak vakti ile sabah namazı arasında hapishaneden tahliye etmişlerdir.» (T:545)

NUR HİZMETİNİ SAPTIRMA PLÂNI

Nurculuk faaliyetinin mahkemeler ve tazyikler yoluyla dağıtılamadığını hattâ aksine daha kuvvetlenip genişlediğini gören münafıklar hücum plânını hulûl plânına değiştirdiler. Yani müslüman, hattâ nurcu görünüp ve hizmet diyerek meslek-i Nuriyeyi asliyetinden uzaklaştırmak için çalışmaya başladılar.

Doğrudan hücum plânından daha zararlı olan bu hulûl plânı hakkında şöyle dikkat çekiliyor:

«Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.

Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki; bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksadlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hasıl ediyor. Fesübhanallah!.. Hattâ öyle Nur talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl hâlis niyet ve kudsî gayeden sonra -bir sebeb olarak da- münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır.”» (T:690)

Bediüzzaman Hazretleri aynı mevzuda talebelerini ikaz için diyor:    

«Sizin beraetiniz ve manen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taarruzdan vazgeçip, dostane hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz bir cihette daha zararlı görünüyor.» (K:147)

«Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünki manevî fırtınalar var, bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer; tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.» (E:159)

«Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müdhiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur:

Nasılki Hükûmet-i Cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin îcabatındandır. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükûmet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe tarafdar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfî komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum.» (T:240)

«Aziz, sıddık kardeşlerim!

Gayet ehemmiyetli bir mes’eleyi -bundan evvel size icmalen beyan ettiğim mes’eleyi- tekrar size söylememe kuvvetli, manevî bir ihtar aldım. Şöyle ki:

Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliğe âlet edip, bize hücumları akîm kaldığı; ve Risale-i Nur’un fütuhatına menfaati olan eski plânlarını bırakıp, daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O plânların en mühim bir esası; has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek, mümkün ise Risale-i Nur’dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasının kahraman şakirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin. Bazı da dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. “Aman, aman Said’e yanaşmayınız! Hükûmet takib ediyor” diye zaîfleri vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hattâ bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar. Hattâ Risale-i Nur erkânlarına karşı da, benim şahsımın kusuratını, çürüklüğünü gösterip; zâhiren dindar ehl-i bid’adan bazı şöhretli zâtları gösterip; “Biz de müslümanız, din yalnız Said’in mesleğine mahsus değil” deyip, bize karşı perde altında cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i diyanet ve hocaları âlet edip istimal ediyorlar. İnşâallah bunların bu plânları da akîm kalacak. Böyle heriflere dersiniz:

Biz, Risale-i Nur’un şakirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirddir. Risale-i Nur’un menbaı, madeni, esası da Kur’andır. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da isbat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El’iyazübillah- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak.” deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.» (E:125)

«Kardeşlerim, bu geniş hücum, Risale-i Nur’un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki; Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar, ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder ve mağlub olmaz. Yalnız “sırran tenevverat” perdesi altına girer. Onun için plânı değiştirdiler, zâhiren Nurlara ilişmiyorlar. Biz madem inayet altındayız, elbette kemal-i sabır içinde şükretmeliyiz.» (Ş:485)

BAZI KİMSELERİN MASONLARA ÂLET OLMASI

Münafıkların diğer bir plânı da bazı hocaları Nurculuk aleyhinde tahrik etmeleridir. Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri diyor:

«Risale-i Nur’a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez, daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid’a tarafdarı veya enaniyetli sofî-meşreblileri bazı kurnazlıklarla Risale-i Nur’a karşı -iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi- istimal etmek ve Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeğe münafıklar çabalıyorlar. İnşâallah muvaffak olamazlar. Risale-i Nur şakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar. “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz.” deyip yatıştırsınlar.» (E:102)

«Risale-i Nur aleyhinde yaptıkları desiseler ve tedbirler ve şakirdleri soğutmak ve sarsmak plânları, hususan derd-i maişet belaları, Risale-i Nur’un inkişafını durdurmuyor. Günden güne tevessü’ ediyor. Hattâ en ziyade hücum edenler dahi, perde altında istifadeye çalışıyorlar. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor. Fakat yalnız ehemmiyetli bir plânla, ayrı bir cephede, mütemerrid münafıklar tarafından bir hücum var. Çok ihtiyat ve dikkat ve sebat ve tesanüd lâzımdır ki, tâ onların bu plânı da akîm kalsın. Plân da budur:

Risale-i Nur talebeleri içinde tesanüdü bozmak.” Onsekiz seneden beri hakkımızda proğramları, has talebeleri bizden kaçırmak, soğutmak idi. Bu plânları akîm kaldı. Şimdi tesanüdü bozmak ve bazı menfaatperest fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur’un cereyanına karşı rakib çıkarmak suretiyle intişarına zarar vermeye çalışıyorlar.» (K:235)

ASAYİŞİ BOZAN İFSAD KOMİTESİDİR

Yine Bediüzzaman Hazretleri’nin gizli münafıkların entrikalarına karşı ikaz edici beyanlarından bazıları da şöyle:

«Ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım memurları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları; benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. Zâten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi; sükûtumdur, dünyaya karışmamaktır. Âdeta ne için karışmıyorsun, tâ karışsın maksadımız yerine gelsin diyorlar» (E:17)

«Risale-i Nur’un çok şiddetli darbelerine karşı muarızlar zaîf bahaneler ve sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz kusurları medar-ı mes’uliyet gördükleri halde; bu dehşetli darbeleri nazara almayıp hem beraetimizi, hem Risale-i Nur’un serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Başta “Âyet-ül Kübra” olarak Risale-i Nur’un “Meyve” ve “Hüccet-ül Baliga” gibi eczalarındaki hârikulâde ve sarsılmaz hakikatlar, onların dehşetli inadlarını kırmasıdır. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmişler. Fakat yine gizli zendeka komitesi, elinden geldiği kadar nazar-ı millette kendilerini lanetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar ve hükûmeti iğfal etmeğe çalışıyorlar. Onun için biz; eskisi gibi ihtiyatımızı elden bırakmamalıyız.» (E:50)

«Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki Eski Said yok, yenisi ise her şeye tahammül ediyor, o plânı sair sû’-i kasdlere ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlahî onu da akîm bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükûmetin nüfuzunu, benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü’ ediyor.» (E:147)

İfsad Komitesi her kılığa girip, eski komünistleri ve ahlaksızları kullanabildiğine delil şu beyandır.

«Aldığım manevî bir ihtarla, gizli münafıklar, dindarlara karşı namazsız sefahetçileri ve mürted komünistleri istimal etmek istiyorlar, hattâ parmaklarını buraya da sokmuşlar.» (Ş:511)

Devletin en başı bile o komitenin adamı olabiliyor.

«Geçen kışta bana karşı sû’-i kasdların, inayet-i İlahiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akîm kalan plânı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise; bu yakında Reisicumhur, Afyon’da demiş: “Bu vilayette din cihetinde bir karışıklık çıkacağını zannederdik…”

Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hâdise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahalesi hesabına ve müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazibleri, onlara dünyada tam zarar, âhirette Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevab ve zafer ve âhirette inşâallah Cennet ve âb-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli plânı heyet-i vekile ve reis hissetmiştiler ki; buralarda umum memurlar, hattâ vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı bulunanlar anladılar.» (E:159)

Dinsizliği kılıflamak bahaneleri ile yapılan iftiralar.

«Gizli zındıklar, kendilerini istikbalin lanetinden kurtarmak için, elbette bahaneler arıyorlar ve hüküm ellerinde bulunanları aldatıyorlar.» (E:192)

«Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu, beni azab içinde bıraktı.» (Ş:327)

İfsad Komitesinin içyüzünü özetleyen en güzel tarif :

«Sâbık mahkemelerde dava ettiğim ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi; bizim gizli düşmanlarımız ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevkeden resmî ve gayr-ı resmî muarızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya İslâmiyete ve hakikat-ı Kur’an’a karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki; bize hücum etmek için;

*istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle,

irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla,                                   

*sefahet-i mutlaka medeniyet namını takmakla,

cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle;

hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler. Onları Kahhar-ı Zülcelal’in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için “Hasbünallahü ve ni’melvekil” kal’asına iltica ederiz.» (Ş:377)

KOMÜNİSTLERLE MASONLARIN İŞBİRLİĞİ

Komünizmi yaymağa çalışan komünist komitesinin gizli ifsad komitesiyle beraber hareket edebileceklerini ve hükümetin de onlara ses çıkarmadığını 1948 yılında Afyon Hapsinde bildiren Bediüzzaman Hazretleri der ki:

«Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zendeka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emareler bana endişe veriyor.» (Ş:382)

Bu derslerin her zamana ve hadiselere bakan dersler olduğu unutulmamalıdır.

«Kat’iyen size beyan ediyorum ki; hiç bir cem’iyetçilik ve cem’iyetlerle ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur talebelerini, cem’iyetçilik ve siyasetçilik ile itham etmek; doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zendeka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir» (Ş:395)

«Evet hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz ediyorum ki; beni bu belaya sevkeden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor. Çünki hiç bir hâdisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır yüzbin dostum varken hiçbiri bana bir mektub yazamadı, bir selâm gaönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratıyla, vilayat-ı şarkıyeden tâ vilayat-ı garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir.» (Ş: 457)

Bir savcının Bediüzzamanın aleyhinde çalışan gizli bir ifsad komitesi yok demesine verdiği cevabında Bediüzzaman Hazretleri diyor:

«Gizli düşmanı ve ifsad komitesi yok demesi öyle bir yalandır ki, Komünist ve Mason ve Taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile; bu iftiradır, biz meydandayız derler. Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said’in başına gelen elîm hâdiseler, hususan bu on ay tecrid-i mutlak ve Said’in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur’an için o mütecaviz din düşmanlarına karşı yüz Nur risaleleriyle galibane çalışması, o yalan davayı yüz hüccetle tekzib eder.» (Ş:423)

GİZLİ-DERİN KOMİTELERİN İÇYÜZÜ

Mezkûr ifsad komitesinin mahiyeti hakkında tenvir edici şu gelecek beyanlarda daha çok İngiliz emperyalizmi ve mason cereyanı kasd edildiği anlaşılıyor. Şöyle ki:

«Şimdi Kur’an, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:

Birincisi: Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.

İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların, Türklerle alâkalarını kesmek için, Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için; ifsad komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.

Üçüncüsü: Garblılaşmak ve Hristiyanlara benzemek ve bir nevi Purutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler heyetidir. Bu cereyan yüzde belki binde birisini, Kur’an ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.» (Em:208)

«Dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsad komitecilik veya menfî Turancılık gibi siyasetinize muhalif cem’iyetlerine ilişmiyordunuz? Neden hiçbir siyasetle alâkaları olmayan ve yalnız iman ve Kur’an cadde-i kübrasında giden ve kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve haps-i münferidden kurtarmak için Kur’anın hakikî tefsiri olan Risale-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasî cem’iyetle münasebeti olmayan o hâlis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cem’iyet namı verip ilişmişsiniz. Onları pek acib bir kanunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz.” dedikleri zaman ne cevab vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz. Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.» (Ş:286)

«Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.

(Fakat ikinci gün beraet kararı, o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)» (Ş:288)

Evet «Nurcularda hakikî, hâlis, sırf rıza-yı İlahî için ve müsbet ve uhrevî fedailer var ki; mason ve komünist ve ifsad ve zendeka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükûmeti, adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve imanın fedailerini çoğaltmağa sebebiyet verecekler.» (Ş:521)

«Altmışbeş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı Kur’anı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’anı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”

İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsad komitesi bu bîçare, fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar.» (Em:223)

«Âlem-i İslâm’da çok müstemlekâtı bulunan bir devlet (İngiliz) bu Anadolu haricindeki Müslümanlara yalnız kendi menfaatı için bir derece dinlerine ilişmiyor, ilişemiyor diye o devletin haric İslâmlara tatbik ettiği siyasete bütün bütün muhalif bir siyaseti takib ettiği, bu memlekette faaliyette bulunan propagandasına kapılıp o cereyana taraftarlıkla Risale-i Nur’un safvet ve hâlisiyetine zarar verdiğinden o siyasî şakirdlere dedim:

O devlet (İngiliz) bu memleketteki hükûmete müstemlekâtındaki müslümanlar ısınmamak ve iltihak etmemek için eskiden beri bu vatanda dinsizliği tervic etmiş. Şimdiki ilhad da onun ifsad komitesinin eseridir.» (Siyaset Neşriyat Broşürü:118)

VATANPERVER SİYASÎLERİN VAZİFESİ

İşte Bediüzzaman Hazretleri siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı, siyasetin dine hizmetkâr olmasını istediğini şöyle ifade eder:

«Münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeğe teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyetin hakaikına bir hizmetkâr, bir âlet yapmağa çalışmış.

Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garblılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeğe çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.» (HŞ:46)

Bir savcının ithamkâr iddiasına Bediüzzaman Hazretleri verdiği cevabında diyor:

«Bizim gibi binlerle şahidlerin ve emarelerin şehadetleriyle ve altı vilayetin ilişmemeleri ile sabit olan Nur talebelerinin ders arkadaşlıklarına ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dâhilden gelen ifsad cereyanlarına karşı mücahidane tesanüdlerine gizli cem’iyet namını vermek ve yirmi senede yüzbinler Risale-i Nur şakirdlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatları kaydedilmediği halde, “Dini âlet ederek emniyeti ihlâle halkı teşvik ediyor” diye makam-ı iddia onları ittiham etmesi, değil nev’-i beşeri belki zemini de hiddete getirip o ittihamı reddeder.» (Ş:391)

SEFAHET VE AHLÂKSIZLIĞIN KAYNAĞI

Bu ifsad komitelerinin millî ahlâkı bozmaya çalıştıklarını beyanla milleti ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri bir ikazında diyor:

«Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.» (L:201)

ASRIN MÜCEDDİDİNİ VE ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TANIMANIN GEREKLİLİĞİ

Dinsizliğin komitecilikle kazandığı kuvvete karşı, müceddidin de bir şahs-ı manevî olmasının lüzumunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

«Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir.» (Em:152)

Mezkûr hükmü te’yid ve Risale-i Nur’un müceddidlik vazifesini beyan eden bu gelen ifade de şayan-ı dikkattir. Şöyle ki:

«Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mayasıyla bir şahs-ı mânevî ve bir ruh-u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya meyusâne çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı dağıtamayan bir kuvvet onu bozamaz. Kâinatı ihata eden son ordusunu gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, mânevî imdat getirmek hizmetinde harika bir emirber nefer olarak Âyetü’l-Kübrâ risalesini İmam-ı Ali (r.a.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.» (K:55)

«Zannederim ki, şimdi küfür ve dalalet, komiteler ve cem’iyetler şeklinde hücum ettikleri içindir ki; kader-i İlahî, bunlara bu eşedd-i zulüm ile bir cem’iyet isnadıyla bizi tazib ettiriyor. Demek şimdi ehl-i imanın ittihadına pekçok lüzum var. Biz o hakikatı bilmediğimiz için kaderin adalet tokadını yeriz.» (Ş:533)

Gizli komitelerin Risale-i Nur aleyhinde adliyeyi aldatmalarını nazara verip ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri diyor:

«Gizli, ifsadçı, anarşi hesabına çalışan komiteler desiseleriyle mahkemeleri aleyhine sevkedip çalıştıkları ve beş vilayette beş büyük mahkeme Risale-i Nur’un eczalarını inceden inceye tedkik edip medar-ı mes’uliyet bir tek nokta bulamayıp beraet verdikleri ve sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrıca alâkadar olup, mûcib-i mes’uliyet bir cihet olmadığından suç yok diye karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesine karar verdiği halde risalelerin iadesini ve tamam intişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mûcibe mevcud iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesi’nde beş senedir o mübarek risalelerin sahiblerine teslimi te’hir edilmektedir.» (Em:180)

Yine Bediüzzaman Hazretleri mezkûr gizli komiteye hitaben diyor:

«Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından; çok bîçare ehl-i imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüz nev’inden; bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mabedimde, hususî bir-iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. “Ne için Arabca kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansız alçaklara değil; belki milletin mukadderatıyla, keyfî istibdad ile oynayan firavun-meşreb komitenin başlarına derim ki: Ey ehl-i bid’a ve ilhad!.. Altı sualime cevab isterim.» (M:429)

diye devam eden yazısında, kanun hâkimiyetinin, vicdan hürriyetinin ve medenî hayat prensiplerinin ihlal edildiğini beyan ederek insaflı devlet ricalinin dikkatlerini çeker ve bu zulmün nev-i beşerin gözünden kaçmıyacağını hatırlatır.

İSTİBDAD ÇEŞİTLERİ

Deccallerin istinad noktaları olan gizli masonluk ve dinsizlik komiteleri, hakim oldukları devletlerde çok büyük bir güç gibi görüntü ve halka dehşet verirler.

«Evet, öyle acib bir istibdad ki; -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler.» (Ş:594)

Geçmişte alışılan şahıs istibdadının son bulması, arkasından gelen komite istibdadının da son bulacağına dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri şu müjdeyi nazara veriyor:

«Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.» (HŞ:28)

Çeşitli gizli komitelerin varlığından bahsedip zararlarından korunabilmek için ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri der ki:

«Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hattâ İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.» (Ş:594)

YE’CÜC VE ME’CÜC KİMLER?

Anarşizmi getirmek isteyen komiteleri haber vermekle mahkeme heyetinin dikkatini çeken Bediüzzaman Hazretleri bir müdafaasında şu beyanda bulunur:

«Lüzumsuz, mahkemeleri bizimle meşgul eden gizli düşmanlarımız, şübhe yoktur ki; onlar ya siyaseti dinsizliğe âlet etmek istiyorlar veya komünist perdesi altında bu mübarek vatanda, bilerek veya bilmeyerek anarşiliği yerleştirmek istiyorlar. Çünki bir müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir. Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor(Em159)

YAHUDİLER VE DECCAL

Komünist komitesinin te’sisinde yahudi milletinin rolü bulunduğunu bir hadîsten istinbat eden Bediüzzaman Hazretleri şu izahı veriyor:

«Rivayette var ki: “Deccal’ın mühim kuvveti yahudidir. Yahudiler severek tâbi’ olurlar.”

Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış. Çünki her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, Komünist Komitesi’nin tesisinde mühim bir rol ile yahudi milletinden olan “Troçki” namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulatını yaktırdılar. Büyük Deccal’ın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.» (Ş:587)

GİZLİ KOMİTENİN MÜSLÜMANLARA TAKTIĞI KULP: İRTİCA!

Bediüzzaman Hazretleri bîtaraf kalması gereken lâik devletin, gizli komitelerden uzak durmasının lüzumunu anlatırken diyor ki:

«Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müdhiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur:

Nasılki Hükûmet-i Cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin îcabatındandır. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükûmet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe tarafdar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfî komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin memuriyetine girenler, ciddî dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükûmeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin, dinsizliğine temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Hâşâ ve hâşâ dinsizliği, bu Hükûmet-i İslâmiyenin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “Dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar.8

Evet Hükûmet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarını elbette terviç etmez ve tarafdar olamaz. Men’etmek, Cumhuriyet kanunlarının muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere tarafdarlık ile, Cumhuriyetin esaslı prensiplerine zıddı zıddına gidemez. Hükûmet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise ve tecavüz ediyorsa; o vakit hakem hükmünü versin ve hâkimlik noktasında hükmünü icra etsin.» (T:240)

DEMOKRATLAR NEREYE DAYANMALI?

Komünizm ve masonluk cereyanlarına karşı Demokratların cephe almaları lüzumuna ait bir ikaznamede deniliyor ki:

«Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.» (Em:24)

Yukarıdaki ifadeden anlaşılıyor ki, Demokrat olmanın ölçüsü komünistliğe olduğu kadar masonluğa da cephe almaktır.

Risale-i Nur’a muaraza eden mason ve komünistlerin dinsiz kısmı hakkındaki bir ikaz mektubunda deniliyor ki:

«Risale-i Nur’un manen galebe-i tâmmesi ile beraber, mason kısmının dinsizleri ve komünistlerin zındıklar kısmı, habbeyi kubbe yapıp bahanelerle Nurların serbestiyetine mani’ olmaya çalışıyorlar» (Em:17)

Süfyaniyetin ikinci rüknünün, mason komitesinin mahkûmu olduğunu ifade eden yazı aynen şöyledir:

«Hem de “İnna A’tayna”nın sırrı kısmen tahakkuk etmiş. Çünki Süfyaniyetin dört rüknünden en kuvvetlisi ve dehşetlisi bütün bütün çekildi. Kabir altında azab çekiyor. Ve en büyüğü dahi alâkası bilfiil çekilmiş. Mason komitesinin mahkûmu ve âleti olup azabıyla meşguldür. Yalnız onun gölgesi hükmediyor. İleri tecavüz etmemekle beraber kısmen geriliyor. Bâki kalan iki şahıs ise, ellerinden gelse tamire çalışacaklar.» (Ş:735)

MASONLARIN ZULMÜ

Bediüzzaman Hazretleri Afyon Mahkemesi’nde masonlardan çektiği eziyeti anlatırken diyor ki:

«Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, tâ hiddetimden ve işkencelerine karşı “Artık yeter” dememden bir bahane bulup, zalimane tecavüzlerine bir sebeb göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben, hârika bir ihsan-ı İlahî eseri olarak şâkirane sabrediyorum ve etmeğe de karar verdim.» (Ş:311)

«Yanımdaki koğuşa masonlar tarafından hem yalancı, hem casus bir mahpus gönderilmiş. Tahrib kolay olmasından hususan böyle haylaz gençlerde o herif bana çok sıkıntı vermesi ve o gençleri ifsad etmesi ile bildim ki: Sizlerin irşad ve ıslahlarınıza karşı, zendeka ifsada ve ahlâkları bozmağa çalışıyor.» (Ş:315)

Bediüzzaman Hazretleri çocukların kendisine hürmetle alaka duymalarını değerlendiren yazısında diyor ki:

«Masonlar ve zındıkların plânı ile bolşevizm tarzında gençleri terbiye etmek için bir vakit bazı mektebler açıldığı ve sonra değişen bu mekteblerle gençleri ifsada çalıştıklarına mukabil, İslâmiyetin kahraman bayrakdarı olan Türk milletinin masum küçük yavruları, nuranî bir intibah ve bir hiss-i kablelvuku’ ile Nurlardan ders almaları gençlerin başına gelen o belaya karşı bir mukabeledir ki, inşâallah o yavruların hem kendileri, hem gençler mason ve zındıkların şerlerinden kurtulmasına bir işarettir ki, bu acib vaziyeti gösteriyorlar.» (Em:103)

MASONLARA KARŞI MÜCADELE

Bütün bu şer cereyanlarının zararlarından kurutulmanın tek yolunu gösteren Bediüzzaman Hazretleri,  İslâm fedaileri olan hakiki talebelerinin sebat ve metanetinin, masonların plânlarını akim bırakacağını beyan eder, der ki:

«Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîm bırakıyor.

Evet kardeşlerim, saklamağa lüzum yok. O zındıklar, Risale-i Nur’u ve şakirdlerini tarîkata ve bilhassa Nakşî Tarîkatına kıyas edip, o ehl-i tarîkatı mağlub ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve dağıtmak fikriyle bu hücumu yaptılar.

Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin sû’-i istimalatını göstermek.

Ve sâniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek.

Ve sâlisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıyla nazarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkata karşı istimal ettikleri aynı silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar.» (Ş:302)

Masonluk ve Komünistlik hesabına yapılan taarruz:

«Afyon Mahkemesi bizi tazib ve kitablarımızın neşrine mani’ olmak cihetiyle ziyade beni incitti. Ben de beş-on günde iki-üç defa siyaset dünyasına baktım. Acib bir hal gördüm. Müdafaatımda dediğim gibi, istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile hareket eden bir cereyan-ı zendeka masonluk, komünistlik hesabına bizi böyle işkencelerle ezmeğe çalışmış. Şimdi o kuvveti kıracak başka bir cereyan bu vatanda tezahüre başladığını gördüm. Fazla bakmak mesleğimce iznim olmadığından daha bakmadım.» (Em:16)

LOZAN ANLAŞMASI’NDA MASON CEREYANIN ROLÜ

Meşhur Lozan Anlaşmasında, Türkiyenin geleceğiyle alâkalı karalar alınma safhasında gizli komitenin devreye girip tesirli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında bu komitelerin

«Gizli anlaşmanın entrikası: Türkler’e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklal9 işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı10 bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur’anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.” Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar(11 ) heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani’ kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk’ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye’ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.» (Em:32)

ZENDEKA KOMİTESİNİN TAHRİK ETMEK PLÂNI

«Zendeka komitesi, münafık bazı memurları vesile ederek, merkez-i hükûmette resmî bir plân çevirip beni bütün bütün hilaf-ı kanun olarak bütün dostlarımdan ve talebelerimden tecrid ve sıhhat ve hayatım noktasında en fena bir yerde, beni nefyetmek namı altında, haps-i münferid ve tecrid-i mutlak manasında beni Emirdağı’na gönderdiler. Şimdi tahakkuk etmiş ki, iki maksadla bu muameleyi yapıyorlar:

Birisi: Eskiden beri ihaneti kabul etmediğimden, beni o surette hiddete getirip bir mes’ele çıkararak mahvıma yol açmaktı. Bundan birşey çıkaramadıkları için, zehirlendirmek vasıtasıyla mahvıma çalıştılar.» (E:194)

ÇARE SİYASET DEĞİL, MEHDİYET

Hâkim cereyan, siyaset sahasındaki her İslâmî hareketi kendi menfaatına çevirir:

«Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.» (Ş:362)

Süfyanî cereyana karşı Mehdiyet cereyanının galebesi:

«Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.» (M:56)

«Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini12 tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem’iyetinin mu’cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.» (M:441)

Deccal komitesinin dağıtılması:

«Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.» (M:441)

AVRUPA’NIN AHLÂKIMIZA VURDUĞU DARBE

Hizb-üş-şeytandan bir devlet:

«S- Neden bu kadar (İGZ) den 13nefret ediyorsun? Musalahasını da istemiyorsun?

Sebeb bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secaya-i seyyieyi14 içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam15 bulur; izzet-i İslâmiye, namus-u millînin yarası pek derindir.

Edirne Câmii’nde, bir İslâm hocasının lisanıyla, Venizelos gibi şeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i Hilafette, müslümanlar lisanıyla hizb-üş şeytan olan (İGZ), Yunan askerlerini halaskâr, tathirci ilân ve karşısındaki güruh-u mücahidîni cani, zalim söylettirdi.» (STİ:81)

YE’CÜC VE ME’CÜC KOMİTESİ: ANARŞİSTLER

«Dinin şiddetle men’ettiği şey, fitne ve anarşidir.16 Çünki anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda “Ye’cüc ve Me’cüc” komitesi olduğuna Kur’an-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.» (T:653)

« Büyük Deccal, şeytanın iğvası17 ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine18 bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.» (Ş:593)

«Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.» (HŞ:79)

«Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe19 bir nev’dir.» (Ş:591)

 

Mezkûr ifsad komitelerinin aldatıp ifsad edememelerinin en birinci çaresi bu ikazlarla onların ifsad metodlarını bilip gereken tedbiri almaktır. Yapılan bu kısmî derlemeye, bu nazarla bakılmalıdır.

1 Maksadına ulaşmak için silâh da dahil her vasıtayı kullanan, siyâsî gizli ihtilâlci cemiyet

2 Evvelce bulunmuş olan

3 Miladi 1806 ve 1808 de

4 Miladi 1898 deki

5 Arab düşmanlığına

6 Cemiyette yaşanan İslâmî hayatın ve İslâm kanunlarının

7 Birinci Dünya Harbi

8 Yani “Hükûmet bir siyaset takib etmiyor, hâşâ sümme hâşâ hükûmetin siyaseti dinsizliktir.” diye tevehhüm eden o mülhidlerin nazarında, benim Kur’an-ı Hakîm’in nusus-u kat’iyesinden tereşşuh eden Risale-i Nur ile takib ettiğim hakaik-i imaniyeye hizmetimi, muhalif bir siyaset demekle, dünyada en şeni’ bir iftirayı eder.

9 Hakiki hürriyetini kazanamama

10 Yahudi din reisi

11 Devlet veya herhangi bir teşekkül nâmına, salâhiyyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen kimseler

12 Müslümanların yaşadığı toplum hayatına dine zıt hayat tarzını sokan sistemi

13İngiliz olmak ihtimali var.

14 Kötü huyları

15 yaranın kapanıp iyi olması

16 başı boşluk, din ve nizam düşmanlığı

17 ayartması, azdırması ve baştan çıkarması

18 nefsin kokuşmuş isteklerinin

19 yürüyen, debelenen mahlûk

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık