DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِين

GİZLİ NİFAK CEREYANI NEDEN KANUNSUZ TECAVÜZLERİ YAPTI VE YAPMAK İSTER?

Ahirzamanda başlıca iki cereyan karşı karşıyadır. İman ve nifak cereyanı olan bu iki zıt kutubtan biri galib gelse, diğeri mağlub olur. İkisinin sulh dairesinde yaşamaları imkânsızdır. Çünkü gizli nifak cereyanının asıl hedefi, dünya hâkimiyetini ele geçirmektir. Bu hedefinde en büyük engel olarak Nurculuk hareketini görmektedir. Çünkü İslam dünyası üzerinde hâkim olabilmenin ancak müslümanların eski kahramanlıklarını kazandıran kuvvetli iman cesaretini kırmak ve milleti sefih bir yaşayışa itip ifsad ederek nefisperest yapmak ve sadece kendi  mefaatini düşünüp hâmiyet-i diniye hissini yok etmek ile mümkün olacağını anlamıştır.

Nurculuk hareketinin ise, İslam dünyasına eski hamiyet-i diniyesini kazandırdığını ve menfaat-ı şahsiyesini, menfaat-ı diniyesi için feda edebilen bir iman kuvveti kahramanlığına vesile olduğunu  gördü. Onun için Nurculuk hareketini ifsad etmeyi tek hedef olarak seçti.

Ramuz-ul Ehadis kitabının 518. sahifesinde geçen bir rivayette şöyle buyruluyor:

يَكُونُ فِى اُمِّتِى رَجُﻻَنِ اَحَدُهُمَا وَهَبُ يَهِبُّ اللَّهُ لَهُ الْحِكْمَةَ

وَالآخَرُ غَيْﻻَنُ فِتْنَتُهُ عَلَى هَذِهِ ْﻻُمَّةِ اَشَدُّ مِنْ فِتْنَةِ الشَّيْطَانِ

Bir âlim zat bu rivayeti şöyle izah etti:

“Bu hadis-i şerif, ümmet-i Muhammediyenin hayatı nokta-i nazarında çok şamil bir te'siri haiz iki şahsı ve cereyanını haber vermektedir. Bunlardan biri, mahz-ı mevhibe-i İlahiye olacak ve kendisine hikmet-i İlahiye ve hikmet-i Kur'aniye ihsan edilecek. Diğeri de, fitnesi bu ümmet-i Muhammed'e şeytandan daha te'sirli olan bir şerir zalim ve cereyanı olacaktır.

Bu şerir şahsın ve cereyanının tahribatına karşı, tamirci ve manen vazifedar şahsın ilmi, mezkûr hadiste de geçtiği üzere, vehbîdir.” (İslam Prensipleri Ansiklopedisi: 2294/2. parağraf)

Bu nifak cereyanı, kendisi de tecavüz etmekle beraber daha çok aldattığı garazkârları ve cahil safdilleri tecavüzde kullanır.

Bu cereyanın fitne ve ifsadı cemiyette yaygınlaştıkça, geniş dairede yapılacak irşad, bazı rivayetlerden de anlaşıldığı üzere müessir olmaz. Çünkü bu ifsadla ekseriyetin nazarı dünya hayatına çevrilmiş oluyor. Ancak dar dairede irşad devam eder. Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde durumun böyle olacağı görülebilir. Cüz’î bir örnek olarak Kastamonu lahikası: 90 ve 190. sahifeye bakınız.

Bu gibi sebebler iledir ki, Bediüzzaman Hazretleri, siyasî iktidarın Risale-i Nur’un ikaz ve irşadına ve manevî kuvvetine dayanarak ve hukuk devletinin otoritesini de icra edip bu sinsi cereyanın önlenmesini şart görüyordu. Hatta iktidarın kanunları tavizsiz icra ile azgınlara vereceği tenkil manasındaki ibretlik cezalarla hukukun hâkimiyetini korumaktan başka çaresi yoktur. Aksi halde anarşi hakimiyeti gelir. Evet bu mes’elenin ortası yoktur. Onun için bu cereyana zaaf gösterip taviz vermek, onların hakimiyetine kapı açmaktır ve tecavüzkârlığa cesaretlerini artırmaktır. Bunun neticesinde devlet de, millet de anarşi istilasına uğrar.

Bediüzzaman diyor ki:

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye'cüc ve me'cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.” Hutbe-i Şamiye:79

Evet, “Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur'an'a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat'iyyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal'ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.Emirdağ L:218

Biz hem onlara, hem onları aleyhimizde dinleyenlere, Denizli mahkeme-i âdilesinde dediğimiz gibi deriz:

"Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan başlar, zendekaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşâallah!" Lem’alar:262

İşte Menderes hükümetinin Bediüzzamanın seyahatlarını geçici olarak durdurmasını nazikane rica ederken, Bediüzzaman aksine seyahatlarını durdurmuyor ve kanunsuz ve kasdî ve maksadlı yaygara yapanların durdurulmasını ısrarla istiyordu. Bu durum, devlet sahasında müsbete dönüş devresi olacaktı.

Evet, bu kronolojik eserin daha çok son yarısında görülen ve herkesin meşru hakkı olan seyahat hürriyetini Bediüzzaman hakkında yaygara vesilesi yapıp hükümeti Bediüzzaman aleyhine çevirmekle kendi azgınlığını gizleyip unutturmak isteyen azgın cereyana karşı Bediüzzaman, hükümetin  hukuk devleti sıfatiyle, kanunsuz tecavüzler yapan mütecavizlerin durdurulmasını ısrarla hatırlatması, bu sırdan iler geliyordu. Fakat bu inceliği kavrayamayan veya cesareti yetersiz olan hükümet, iktidardan düştü ve Bediüzzamanın yaptığı ikazların doğruluğu ortaya çıktı.

Bediüzzamanın, bu hadiseye, yani hükümetin müsbete dönüşünü beceremeyip iktidardan düşmesine işaret eden bir manzumesi:

“EDDAÎ

1 Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde

Said'den yetmiş dokuz emvat 2 bâ-âsam âlâma.

Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş.

Beraber ağlıyor 3 hüsran-ı İslâm'a.

Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla

Revanım saha-i ukba-yı ferdâma.

Yakînim var ki: İstikbal semavatı, zemin-i Asya

Bâhem olur teslim, yed-i beyza-yı İslâm'a.

Zira yemin-i yümn-i imandır

Verir emn-ü eman ile enama...Sözler:694

Not: Yukarıda kayıdlı olan yetmişdokuz rakamı, tarih ifadelerinde kısaltma kaidesiyle ve Arabice, 79 - 1379 demektir. Bunun da miladî karşılığı 1960 dır ki, manzumede geçtiği üzere Bediüzzamanın vefat tarihidir. Hem hükümetin iktidardan düştüğü tarihtir. Hem o hadise, hüsran-ı İslamdır.

Hükümeti yıpratıp ve zaafa düşürüp maksadlarına zemin hazırlayan yaygaracılara, tenkil tabir edilen ibretlik cezaların lüzumuna bakan bazı ifadeleri Risale-i Nur’dan kaydediyoruz. Şöyle ki:

Risale-i Nur'un bütün vatan sathında ve hattâ âlem-i İslâm ve Avrupa'nın pekçok yerlerinde hüsn-ü kabule mazhar olması ve Türkleri âlem-i İslâmla eski ittihada muvaffak edecek bir dünyevî semeresi Nur şakirdlerinin niyetlerinde olmadan netice vermesi ve hükûmetin bizzât İslâmiyete, dine, vicdan hürriyetine tam kıymet verip eski hükûmetin tahribatlarını tamire çalışması ve mukaddesata tecavüz edenlerin  tenkili hakkında bir kanun çıkarmaya teşebbüsü gibi müsbet ve ferahlatıcı pekçok hâdisatın aynı anında o asılsız mes'elenin ihdası, hükûmetin ve İslâmiyet'in aleyhinde olanların mahsulü olduğunda aslâ şübhe etmiyoruz.” Emirdağ Lahikası 2:218

Evet, devletin itibar ve otoritesi ve hukukun hâkimiyeti ve anarşitliğin önlenmesi, ancak hak kanunlarının adalet üzere ve tavizsiz icraatına bağlıdır. Karşılarında ciddî bir hukuk devletini görmeyen azgın cereyan, ideolojisine varmak için her türlü tecavüzleri tahrik ederek millî huzuru ve ictimaî sükûneti bozarlar. Efkâr-ı umumiyeyi aldatmak için zahirde hürriyeti ve hür rejimi iddia ederlerken, fiiliyatlarında  kendi arzularından başka hiçbir kanun ve nizamı, hatta meşru devletin varlığını da kabul etmez bir yol takib ederler.

İşte Bediüzzaman Hazretleri böyle karışıklıkların meydana gelmemesi, eğer gelmişse önlenmesi için, şahıs hâkimiyetine bedel, meşru kanun hâkimiyetini ve hukuk devletinin fiilen varlığının lüzumunu şart görüp, der ki:

İslâmiyet'in bir kanun-u esasîsi olan hadîs-i şerifte سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ  yani: Memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet'in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünki kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.Emirdağ L(2): 163

Yani hâkimiyet devlet adamlarında değil kanunda olmalı. Padişah da, yani en büyük devlet adamı da gerektiğinde mahkemeye celb edilebilir. Sultan Fatihin muhakemesi gibi...

Yine Bediüzzaman diyor: “Cumhuriyet ki,4 adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.

Adalet, yani, kanun hâkimiyetinde müsavatı; meşveret, yani meclis sistemini; ve hukukun hâkimiyetini, Bediüzzaman ısrarla nazara veriyor. Mesela diyor:

“Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” Emirdağ L:172

Evet, Bediüzzaman D.P. deki dine dost kısmına hitaben diyor ki:

“.....eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnetdarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşâallah o Ahrarlar, istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer'iyeye vesile olacaklar. ” Emirdağ L (2): 20

Zaten başka şık yoktur. Meşruiyet ve gayr-ı meşruiyet mücadelesi vardır.

Yukarıda geçen Hürriyet-i şer’iye tabiri: Dinin temel kitablarında yazıldığı üzere, Allah’ın emir ve yasaklarında beşerî tasarruflar yapmadan, bu emir ve yasaklara uygun icraatlar yapmaktır. Bunun hikmetlerinden bir kısmı, Bediüzzaman Hazretlerinin Hutbe-i Şamiye adlı eserinin 74. sahifenin 1. parağrafından 80. sahifenin 1. parağrafına kadarki yerde izah edilir.

Yine Bediüzzaman 1909’da, o dehşetli divan-ı harb-i örfî mahkemesinde diyor:

Acaba müstebid yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddid şahıslar müstebid olmaz mı? Bence, kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdad münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.Divan-ı Harb-i örfi:41

Yani en küçük memurdan en büyük makama kadar, halk üzerinde tahakküm etmek adeta paylaşılır. Bu durumda hür rejimin adı dillerde kalıp, istibdad fiiliyatta yerleşir. 

Evet, “..... din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.” Ş:516

Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” Ş:588

Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var.” E:219

Yani ya hukukun hakimiyetiyle yapılacak tenkil ve kanun hakimiyeti olacak veya rüşvet-i mutlaka, yani azgınların isteklerine baş eğmek yolu takib edilecek. Baş eğmek dahi anarşi istilasını netice verir. Bu durumda ferdî ve ictimaî her iyilik tersine döner, mahvolur.

Fitneye karşı İslâmî iktidarın adalet otoritesi (yani tenkil âyetlerinden) (2:193) âyeti örnek verilebilir.

İslam hukukunda, halkın gözü önünde verilen bazı ta’zir cezaları da tenkil manasındadır. (Bakınız: Tenkil derlemesi)

Netice: Bu fitne asrının dehşetli ifsadatına karşı hal çaresini anlatan Bediüzzamanın manidar ikazlarının nazara alınması ve anlatılan inceliğin idareciler tarafından anlaşılması ile gereken tedbirlerin alınması icab ettiğinden cüz’î bir hülasası nazara verildi.

Medeni cemiyetlerin nazariyesinde kabul edilen medenî hayat, yani farklı anlayış sahiblerinin sulh-u umumî dairesinde yaşamaları ve herkesin kendi fikrini serbest neşretmesi olan hürriyet, yaygaracı mütecavizlerden dolayı ciddiyet kazanamıyor. O halde hakiki hürriyet ve insaniyet tarafdarları, azgınlığın ve azgınların önlenmesi hedefinde birleşmelidir. Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde bu davetini de nazara vermiştir.

Mesela diyor:

Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevi, sünnet-i seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeş seneden beri dünyayı terkeden bir adama bu tarz muameleler, kat'iyyen şekk ve şübhe bırakmadı ki; komünist perdesi altında anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müdhiş bir sû'-i kasd eseri olduğu gibi, İslâmiyet'e ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar meb'uslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû'-i kasddır. Dindar meb'uslar dikkat etsinler. Bu dehşetli sû'-i kasda karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.” Emirdağ L:166

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.  

Mevkuf

Said Nursî

Şualar:497

İbn-i Sina: “Sözün güzelliği kısalığındadır.L:147 diyor.

 

1 Bu kıt'a, onun imzasıdır.

2 Her senede iki defa cisim tazelendiği için iki Said ölmüş demektir. Hem bu sene Said yetmişdokuz senesindedir. Herbir senede bir Said ölmüş demektir ki, bu tarihe kadar Said yaşayacak.”

3 Yirmi sene sonraki bu şimdiki hali, hiss-i kabl-el vuku' ile hissetmiş

4 O zaman Meşrutiyet, şimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuş.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık