بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
DER VEYA DEDİRTİR
Risale-i Nur’da geçen “derler ve dedirtirler” tabiriyle anlatılmak istenen mana, ehemmiyetli olduğundan nazara vermek ihtiyacı duyuldu. Seneler önce yapılan bu teyakkuz dersinin zaman zaman nazara verilmesi de, hizmetin selâmeti için gereklidir.
Evet, Münafıklar hulûl plâniyle yani dost görünerek dinî cemaat içine girip, orada enaniyet ve garazkârlık gibi hissiyatına mağlub olanları veya safdilleri bulup, hizmet zararına olan telkinleri, onlara hizmet maslahatı gibi gösterirler ve dedirtirler yani o sözleri iyilik zannıyla yaydırırlar.
Bu plâna göre ifsadcıların dedikleri ve dedirttikleri sözlerin zıdlarını yapmak, hizmetin menfaatına olur. Ezcümle Tarihçe-i Hayat eserinden alınan aşağıdaki ikaz yazısı bu hakikatı ciddiyetle nazara veriyor. Şöyle ki:
“Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur Talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları, Risale-i Nur'dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya sâfiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: "Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur'a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir." gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur Talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur'a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar. Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur'a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksatlarının tam aksine olarak bir te’sir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah... Hattâ öyle Nur Talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra -bir sebep olarak da- münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur'a vakfediyor.. ve üstadımızın dediği gibi diyorlar: "Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır." T:690
İşte bu parağraf güzel bir örnektir. Çünkü hizmet mensublarını maaş, servet, mevki ve bilhassa şöhret gibi şeylere teşvik ile aldatmak isteyenleri dinlemeyip aksine hizmet fedaisi olmak tavsiye ediliyor.
En çok dikkat çeken bir husus da şudur ki, Risale-i Nur’da hizmetin selâmeti için ehemmiyetle ve tekraren nazara verilen ikazlar neşredilip nazara verildiğinde, garazkârlar bu müsbet neşriyata muhalefet ederler de, Risale-i Nur’un açık beyanlarıyla koyduğu düsturlara muhalif neşriyat yapanlara karşı susarlar.
Yine Tarihçe-i Hayat eserindeki şu ikaz dahi şayan-ı dikkattir: “İns ve cin şeytanlarının ve dinsizlerin bir desisesi de budur ki; bazan derler ve dedirtirler: "Üstâdınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise O'nun hakkında takdirkâr mektuplar yazıp, Üstâdınızın rızâsına uygun hareket etmiyorsunuz." İşte onlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten menetmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur Talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar.” T:698
Evet, “İslâmiyet düşmanları, bir taraftan tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına devam ederken, diğer taraftan da Nur talebelerinin üstadları ve Risale-i Nur hakkında istidadları nisbetinde, istifade ve istifazalarından doğan minnet ve şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkeb bir nevi müdafaalarını perdeler arkasından men'etmeye çalışıyorlar. Bunun için, safdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek "İfrata gidiyorsunuz" gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı çeşitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.
Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki: Din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdafaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki: İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zalimane ve cebbarane haksızlıkları irtikâb eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur'un hakkaniyetini ilân ederek, o acib yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve safderunluk olmaz mı ki: Kur'an ve imanın hunhar ve müstebid zalim düşmanları; Kur'an ve İslâmiyet'i ve dini Risale-i Nur'la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım...” T:768
Yani, bu yazıda hak ve hakikatın lehinde yapılan faaliyetleri durdurmak isteyenlere aldanmamak gerekiyor diye dikkat çekiliyor.
Keza ehl-i nifakın ifsadatına alet olmanın büyük mesuliyetini gösterip aldananları ikaz için Hz. Üstad diyor ki:
“İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î-küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır. Yani: Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.1 M:412
Burada da fiilî sadakatın lüzumu nazara veriliyor.
Evet “Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar.” M:424
Kur’anın mezkûr ikazlar nevindeki bazı âyetleri de, mana-yı küllîsiyle her zaman ve mekâna bakar ve işareten baktırır. Ezcümle:
Din düşmanlarına karşı yapılan mücahedede, sinsi ve gizli münafıklar ve bu münafıkların sözlerini dinleyen ve âyette “semmaûne” tabiriyle bidirilen ve kaderin eleğiyle elendiklerine işaret edilen ve yalnız teyakkuz ve ibret için mevzu ettiğimiz (9:47) âyeti diyor ki:
خَبَالاً وَلاَاَوْضَعُوا خِلاَلَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Eğer içinizde sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı (hizmet beraberliğinde kalsalardı),
خَبَالاً : yani zarar ve fesad, (bozgunculuk) etmekten başka şeye yaramayacaklardı.
اَوْضَعُوا : yani fitne sokuşturmak, tefrika ve bozgunculuk yapmak için sinsice uğraşacaklardı. وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ ve içinizde onların (nifak ehlinin) laflarına aldanacaklar, münafıklara muhbirlik yapacaklar da vardı. Yani âyette “semmaune” tabir edilen zuefa (zayıf damarlılar) vardı ki bunlar (münafıklara alet olanlar) olmayınca, münafıklar fazla bir zarar yapamazlar. Bunun için bunları sizden ihrac edip tefrik olundu. Allah o zalimleri bilir. (Elmalılı Tefsirinden telhisen alındı.)
Keza (5:41, 42) âyetleri de bu manada manidardır.
Yukarıda anlatılan ve nifak ehline alet olan müfsidlerin, mezkûr mücahid taifeye hakiki zarar veremiyeceklerini müjdeleyen ve medar-ı ibret olan bir rivayette mealen şöyle buyruluyor:
“Ümmetimden bir taife (keyfiyetli bir küçük cemaat), hak üzerinde (kitaba bağlı) oldukları halde, Allahın emriyle kıyamet kopana kadar devam eder. Kendilerini terk eden ve muhalefet eden kimselerin onlara (bu mücahid taifeye) bir zararı dokunamaz. Ta ki Allahın emri (kıyamet) gelinceye kadar insanlara galibtirler.” (Yani hakikat-ı Kur’aniye dairesine galibdirler.)
Aynı sahifede diğer bir rivayet de mealen şöyledir:
“Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar (Allahdan) yardım görmekte devam eder. Kendilerini terkedenlerin ayrılmaları da onlara bir zarar vermez.” Ramuz-ul-Ehadis, sh.472
Yine ahirzamana bakan ve ibret dersi veren diğer bir rivayet de şöyle: “Şam ehli (yani hilafet dairesindeki müslümanlar), fesada uğradığında (ahirzaman fitnesi istila edince), sizde hayır kalmaz. (Ümmet ciddi manada bozulur.) Fakat ümmetimden bir taife, kıyamet kopuncaya kadar mansur (inayet-i hassaya mazhar) ve (hak kuvvetiyle manen) muzaffer olmakta devam eder. Onları yardımsız bırakanların (yani, hadisde geçen hazelelerin: döneklik yapanların) durumları kendilerine (bu mücahidlere) bir zarar vermez.” (Ramuz-ul Ehadis: sh.55)
Aynı manada olan hadislerden ikisinin de meali şöyledir:
“Kıyamet kopmaz, ümmetimden bir taife (hakikat cihetiyle) herkes üzerinde hâkim olmadıkça. Onlar kendilerini terk edenlerin (hazelenin) terk etmesine aldırmazlar ve kendilerine yardım edene de aldırmazlar. (Yani kendilerine tarafdarlıkları sebebiyle değil, Allah’a bağlılıkları sebebiyle uhuvvet alakası duyarlar ve sadece Allaha tevekkül edip teslim olurlar. Esbaba meşruiyeti aşarak değer vermezler.)” Ramuz-ul Ehadis sh.476
Ramuz-ul Ehadis sh. 508 de de benzer mealde rivayet var. Bu mansur taife, 11.Surenin 166. âyetinde nazara verilen “Cemaat-ı kalile” manasına da uygun düşüyor. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 9.hadîsde aynı manadadır.)
Daha çok ahirzamana bakan böyle mecazî rivayetlerin, ahkâm için değil, ibret için pek cüz’î mikdarı nazara verildi.
1 O bîçareler, “Kalbimiz Üstad ile beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, “Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır.” demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun, kalbim safidir.”
Bu dersi indirmek için tıklayınız.