بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
DER VEYA DEDİRTİR
(İfsad plânının bir çeşidi)
Münafıklar hulûl planıyla yani dost görünerek dinî cemaat içine girip, orada enaniyet ve garazkârlık gibi hissiyatına malub olanları veya safdilleri bulup, hizmet zararına olan sözleri, onlara hizmet maslahatı gibi gösterip o aldatıcı ve ifsadkâr sözleri derler ve dedirtirler. Yani önce bu safları tahrik ederler, sonrada aynı menfî sözleri onlara dedirtirler. Veya sadakat ve sebatla hizmet edenleri engellemek için beraberinde olanlara da hücum edeceği gibi sözlerle korkutup onları hizmet zararına sevk ve tahrik ederler.
Bu plâna göre ifsadcıların dedikleri ve dedirtikleri sözlerin zıdlarını yapmak, isabetli hareket olup hizmetin menfaatına olur. Bu sebeble aşağıdaki parçalarda nazara verilen “dedikleri ve dedirtikleri” sözleriyle yaptırmak istedikleri nelerse zıtlarını yapmayı unutmamak gerektir. Ezcümle aşağıdaki ikaz yazısı bu hakikatı ciddiyetle nazara veriyor. Şöyle ki:
“Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur Talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları, Risale-i Nur'dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya sâfiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: "Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur'a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir." gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur Talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur'a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar. Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur'a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksatlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah... Hattâ öyle Nur Talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra -bir sebep olarak da- münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına Dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur'a vakfediyor.. ve üstadımızın dediği gibi diyorlar: "Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır." T:690
İşte bu paragraf güzel bir örnektir. Yani hizmet mensublarını maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylere teşvik edenleri dinlemeyip aksine bu gibi dünyevî menfaatları feda edip hizmet fedaisi olmaya teşvik yapılıyor.
Keza, daire içinde aldatılabilecek kişilerin bulunabileceğine ve onlara hizmete zarar verdirebileceklerine; hem “sen hepsinden daha iyisin” gibi sözlerle enaniyet ve şöhret hislerinden avlayarak çok fena şeyler yaptırabileceklerine dikkat çekilip ikaz ediliyor. Yani Şöhret ve enaniyet hastalarının hizmette hamiyetkâr görünerek, sinsice aldatanlara alet olmamak dersi veriliyor.
Hepimizce malumdur ki, olmayacak şeyler, asrın mürşidi olan Külliyat gibi bir eserde yazılmazdı.
En dikkate şayan bir husus da şudur ki Risale-i Nur’da hizmetin selâmeti için ehemmiyetle ve tekraren nazara verilen bu tarz ikazları, ciddî ihtiyaç da varken neşredildiğinde, bu aldatıcılar, hizmeti düşünen edasiyle, güya hizmeti çokça düşünen kişilermiş gibi derler ki: “Bunların neşredilmesi fitneyi uyandırır. Yapılmamalıdır.” Yani insanlar gafil kalsın ve hizmet aleyhinde kolayca aldatılsınlar!... Fakat Risale-i Nur’un açık beyanlariyle koyduğu yasaklara rağmen sinsi fitneler yapılınca, bunlara muhalefet etmezler ve susarlar!...
Hayır öyle değil! Külliyatta anlatılan iki sınıf insan vardır. Aldatanlar, aldatılanlar. Aldatanları mutlaka tanımak gerek. Onların ifsadı tanınmamaya dayanır. Tanınsalar, ifsadları akamete uğrar. Onun için kuru gürültüye papuç bırakılmamalı.
Keza “İns ve cin şeytanları ve dinsizlerin bir desisesi de budur ki; bazan derler ve dedirtirler: "Üstâdınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise O'nun hakkında takdirkâr mektuplar yazıp, Üstâdınızın rızâsına uygun hareket etmiyorsunuz." İşte onlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten menetmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur Talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar.” T:698
Demek Risale-i Nur’un hukukunu ve mesleğini muhafaza ve müdafaaya ve ilân etmeğe karşı muhalefetler nazara alınmamalı ve efkâr-ı amme ikaz edilmelidir.
Evet “İslâmiyet düşmanları, bir taraftan tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına devam ederken, diğer taraftan da Nur talebelerinin üstadları ve Risale-i Nur hakkında istidadları nisbetinde, istifade ve istifazalarından doğan minnet ve şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkeb bir nevi müdafaalarını perdeler arkasından men'etmeye çalışıyorlar. Bunun için, safdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek "İfrata gidiyorsunuz" gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı çeşitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.
Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki: Din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdafaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki: İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zalimane ve cebbarane haksızlıkları irtikâb eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur'un hakkaniyetini ilân ederek, o acib yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve safderunluk olmaz mı ki: Kur'an ve imanın hunhar ve müstebit zalim düşmanları; Kur'an ve İslâmiyet'i ve dini Risale-i Nur'la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım...” T:768
Ehl-i nifakın ifsadatına alet olmanın büyük mesuliyetini gösterip aldananları ikaz için Hz. Üstad diyor ki:
“İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î-küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır. Yani: Bir insanı yakalamak ve kendine çekmek; onun o hissini okşamakla kendine bağlar, hem onun ile onu mağlub eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zaîf damarından ehl-i ilhadın istifade etmek ihtimalidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı bîçare dostlarımı o suretle çektiler, manen onları tehlikeye attılar.1
Evet ehl-i dalâlet, Nur dairesinde bazıların enaniyet damarını okşayarak çok fena şeyler yapabileceklerine ve bundan doğacak büyük zararlara karşı teyakkuzu isteyen Hz Üstadın bir ikazı da aynen şöyledir:
“Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar.” M:424
Kur’anın mezkûr ikazlar nevindeki bazı âyetleri, mana-yı küllîsiyle her zaman ve mekâna bakar ve baktırır. Ezcümle:
Din düşmanlarına karşı (maddi ve manevî) cihada çıkmakta (samimi mücahidlerle) beraberlikleri devam etse zarar verecekleri bildirilen fitneciler ve onların sözlerini dinleyip aldanan ve aldatmaya çalıştırılan ve daha büyük zaralara vesile olan kişileri, kaderin, ayırdığı, Kur’an (9:47) âyetinde beyan edilir.
Mezkûr âyetin mana külliyeti, asrımızdaki bu âyetin ihbarına benzer hadiselerine de baktırır. Yani dinî cemaat içinde enaniyet gibi hissiyatın tesiriyle hareket edecek olanları kader hadiseler süzgecinde eleyerek cemaatten ayırıp ihraç eder.
İşte âyet diyor ki: خَبَالاً وَلاَاَوْضَعُوا خِلاَلَكُمْ يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَۚ وَف۪يكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Eğer içinizde sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı (hizmet beraberliğinde kalsalardı),
خَبَالاً : yani zarar ve fesad, (bozgunculuk) etmekten başka şeye yaramayacaklardı.
اَوْضَعُوا : yani fitne sokuşturmak, tefrika ve bozgunculuk yapmak için sinsice uğraşacaklardı. وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ ve içinizde onların (nifak ehlinin) laflarına aldanacaklar, münafıklara muhbirlik yapacaklar da vardı. Yani âyette “semmaune” tabir edilen zuefa (zayıf damarlılar) vardı ki bunlar (münafıklara alet olanlar) olmayınca, münafıklar fazla bir zarar yapamazlar. Bunun için bunları sizden ihrac edip tefrik olundu. Allah o zalimleri bilir. (Elmalılı Tefsirinden telhisen alındı.)
Keza (5:41.42.) âyetleri de bu manada manidardır.
Yukarıda anlatılan ve nifak ehline alet olan müfsidlerin, mezkûr mücahid taifeye hakiki zarar veremeyeceklerini müjdeleyen ve medar-ı ibret olan bir rivayette mealen şöyle buyruluyor:
“Ümmetimden bir taife (keyfiyetli bir küçük cemaat), hak üzerinde (kitaba bağlı) oldukları halde, Allahın emriyle kıyamet kopana kadar devam eder. Kendilerini terk eden ve muhalefet eden kimselerin onlara (bu mücahid taifeye) bir zararı dokunamaz. Ta ki Allahın emri (kıyamet) gelinceye kadar insanlara galibtirler.” (Yani hakikat-ı Kur’aniye dairesine galibdirler.)
Aynı sahifede diğer bir rivayet de mealen şöyledir:
“Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar (Allah’tan) yardım görmekte devam eder. Kendilerini terkedenlerin ayrılmaları da onlara bir zarar vermez.” Ramuz-ul-Ehadis, sh.472
Yine ahirzamana bakan ve ibret dersi veren diğer bir rivayet de şöyle: “Şam ehli (yani hilafet dairesindeki müslümanlar), fesada uğradığında (ahirzaman fitnesi istila edince), sizde hayır kalmaz. (Ümmet ciddi manada bozulur.) Fakat ümmetimden bir taife, kıyamet kopuncaya kadar mansur (inayet-i hassaya mazhar) ve (hak kuvvetiyle manen) muzaffer olmakta devam eder. Onları yardımsız bırakanların (yani, hadisde geçen hazelelerin: döneklik yapanların) durumları kendilerine (bu mücahidlere) bir zarar vermez. (Ramuz-ul Ehadis sh.55)
Aynı manada olan hadislerden ikisinin de meali şöyledir:
“Kıyamet kopmaz, ümmetimden bir taife (hakikat cihetiyle) herkes üzerinde hâkim olmadıkça. Onlar kendilerini terk edenlerin (hazelenin) terk etmesine aldırmazlar ve kendilerine yardım edene de aldırmazlar. (Yani kendilerine tarafdarlıkları sebebiyle değil, Allah’a bağlılıkları sebebiyle uhuvvet alakası duyarlar ve sadece Allaha tevekkül edip teslim olurlar. Esbaba meşruiyeti aşarak değer vermezler.) Ramuz-ul Ehadis sh.476
Ramuz-ul ehadis sh. 508 de de benzer mealde rivayet var. Bu mansur taife, 11. Surenin 166. âyetinde nazara verilen “Cemaat-ı kalile” manasına da uygun düşüyor. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 9.hadîsde aynı manadadır.)
Daha çok ahirzamana bakan böyle mecazî rivayetlerin, ahkâm için değil, ibret için pek cüz’î mikdarı nazara verildi.
1 (Haşiye): O bîçareler, "Kalbimiz Üstad ile beraberdir" fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki ehl-i ilhadın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, "Kalbim safidir. Üstadımın mesleğine sadıktır." demesi, bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona "Namazın bozuldu" denildiği vakit, o diyor: "Neden namazım bozulsun, kalbim safidir." M:412
Bu dersi indirmek için tıklayınız.