DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

DERECE

Bu alemde zıdların tedahulü ile hikmet-i İlahiyenin meydana getirdiği dereceler ve meratibin çok hikmetleri vardır. Marifetullah dairesinde yerini alan bu hikmetlerden Risale-i Nur eserleri, farklı makamlarda bahseder ve ders verir. Şimdi okunacak olan bu dersde o hikmetlerden bazılarını göreceğiz. Şöyle ki:

1-Sahabelerin ibadetteki yüksek derecelerinin sebebi:

Namazdaki manevi bir inkişaf hadisesi, “Tam manasıyla değil, fakat bir parça hakikatı göründü. Kalben dedim: Keşki birtek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi. Namazdan sonra anladım ki; o hatıra ve o hal, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır. Evet Kur’an-ı Hakîm’in envârıyla hasıl olan o inkılab-ı azîm-i içtimaîde, ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün tevabiiyle, zulümatıyla ve teferruatıyla ve hayır ve kemalât bütün envârıyla ve netaiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün manasının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi; o inkılab-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyatını, letaif-i maneviyesini uyandırmış; hattâ vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddid manaları kendi zevklerine göre alır, emer. İşte şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler, envâr-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi’ olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün letaifiyle hisse alırlardı. Halbuki o infilâk ve inkılabdan sonra, gitgide letaif uykuya ve havas o hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimat-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki; kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.” S:491

Yani okumada ve dinlemede ülfet ve sathiyet gibi sebeblerle, anlama cehdini ve merakını kaybederek kişinin nazarında dakik manaların gizli kalacağına ve hissî hassasiyetle o hakikatlara sahib çıkılamıyacağına bakan ibret dersleri vardır. Yani bu alemde zıdların birbirine karışması ile meydana gelen mübareze kanunu ile kazanılan dinî hassasiyet, yerini gaflete bırakıyor diye bir ikazdır. “Kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir.”diyor ve bundan  kurtulmanın bir çaresi de gösterilmiş oluyor.

Hem yine aynı yerde ve bize ibret dersi olsun diye şu bilgi veriliyor:Fazilet-i a’mal ve sevab-ı ef’al ve fazilet-i uhreviye cihetinde sahabelere yetişilmez. Çünki nasıl bir asker bazı şerait dâhilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette, bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velayet derecesi gibi bir makama çıkıyor. Öyle de, sahabelerin tesis-i İslâmiyette ve neşr-i ahkâm-ı Kur’aniyede hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilân-ı harb etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. S:493

Yani, keyifli ve rahat döşeğinde değil, mübareze yolundaki zor şartlarda yapılan hizmetin makbul ve sevablı olduğu dersi veriliyor. İşte hareketsizliğin ve ataletin neticesi olan donukluğu kaldıran ve derecelere vesile olan tagayyür kanununun böyle hikmetleri var. Hakiki istikameti kazanmak da, bu hikmetleri bilmeğe dayanıyor.    

2-Cennetteki istifade dereceleri:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca: “Dost, dostuyla beraber Cennet’te bulunacaktır.” Halbuki basit bir bedevi, bir dakikada sohbet-i Nebeviyede Lillah için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, Cennet’te Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında bulunması lâzım gelir. Halbuki gayr-ı mütenahî feyze mazhar Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın feyzi, bir basit bedevi feyziyle nasıl birleşir?

Elcevab: Bir temsil ile, şu ulvî hakikata şöyle bir işaret ederiz ki, meselâ: Gayet güzel ve şaşaalı bir bağda muhteşem bir zât gayet büyük bir ziyafet, gayet müzeyyen bir seyrangâh öyle bir surette ihzar etmiş ki: Kuvve-i zaikanın hissedecek bütün lezaiz-i mat’umatı câmi’, kuvve-i bâsıranın hoşuna gidecek bütün mehasini şamil, kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garaibi müştemil ve hâkeza.. bütün havass-ı zahire ve bâtınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi içine koymuştur. Şimdi iki dost var. Beraber o ziyafete giderler. Bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat birisinin kuvve-i zaikası pek az olduğundan cüz’î zevk alır. Gözü de az görüyor. Kuvve-i şâmmesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz. Hârika şeyleri bilmez. O nüzhetgâhın, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevkederek istifade eder. Diğeri ise bütün zahirî ve bâtınî duyguları, akıl ve kalb ve his ve latifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki; o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letaifi ve garaibi ayrı ayrı hissedip zevkederek, ayrı ayrı lezzet aldığı halde o dost ile omuz omuzadır. Madem bu karmakarışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor. En küçük ile en büyük beraber iken, seradan süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette dâr-ı saadet ve ebediyet olan Cennet’te bittarîk-ıl evlâ dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmanürrahîm’den, istidadları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mani olmaz. Çünki Cennet’in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı A’zam’dır. Nasılki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir fakat birbirinin güneş görmelerine mani olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehadîsin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.” S:500

Burada dikkat edilirse görülür ki, ebedi alemdeki dereceler de dünya hayatından intikal ettiriliyor. Böylece baki aleme doğru akan fani dünya bakileşiyor.

3-Hissiyat-ı insaniyedeki dereceler:

“Zamanla mukayyed olan cism-i maddî gılafından sıyrılıp, tecerrüdle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadr’i öbür gün Leyle-i Îd ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir. Çünki ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.” M:51

Evet Risale-i Nur’da, insanda hissiyat-ı ulviye ve süfliyeden bahsedilir ve insan hissiyatının inkişafiyle kemalat kazanır. Evet, terbiye-i Kur’aniye “hevesat-ı nefsaniyenin tecavüzatına sed çekip, ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.” S:133 deki bu beyan, şayan-ı dikkattır.

Bu bozuk asırda hissiyatı bozan sebeblerden birisi şöyle ifade ediliyor: “....kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i diniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalalete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamağa yardıma koşup, vazife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır.” K:193

Evet, “....ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.” K:55

Keza “Dünyada havas ve hissiyat-ı insaniye, küçük fidanlar olduğu halde, Cennet'te en mükemmel bir surette inkişaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidadları, enva'-ı lezaiz ve kemalât ile sünbüllenecek surette ona verileceği, rahmetin ve hikmetin muktezası olduğu gibi, hadîsin nususuyla ve Kur'anın işaratıyla sabittir.” S:649

Demek, hissiyat-ı süfliyeyi tahrik eden bu bozuk cemiyette, hissiyat-ı ulviyeyi kazanmak zordur. Fakat hissiyat-ı ulviyenin fiilî tezahürlerini, bilhassa beşerî münasebetlerde bil-irade yapmak, veya kabul edip müdafaasında bulunmak, yani muaşeret dairesinde ene ve hissiyat-ı süfliyenin meyillerini beğenmemek herkes için kolaydır ve bir kurtuluş vesilesi olabilir. Bu meseleyi iradevî cihetini izah edecek olan bir bahis şudur:

Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum."

Elcevab: Sû'-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin manevî bir nedamet, gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır.” M:267

4-Had konulmayan insanın hissiyatındaki dereceler:

“Cenab-ı Hak kemal-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de insanı, pek çok enva’ yerinde bir nev-i câmi’ halketmiş. Yani, bütün enva’-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar, birtek nev’ olan insan ile, o vezaifi gördürmek irade etmiş ki; insanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıd koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıd altındadır. Halbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi, gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünki insan, Hâlık-ı Kâinat’ın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş.1 M:332

5-Hidayet ve dalalette dereceler:

“İşte binden bir nümune olarak, deha-yı felsefînin ve hüda-yı Kur’anînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet iki tarafın hakikat-ı hali sâbıkan beyan edilen tarz ile gidiyor. Fakat hidayet ve dalalette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez. Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar.” L:120

6-İnsanda derecelerin tezahür etmesi:

“Evet Cenab-ı Hak gayr-ı mütenahî hikmetler için bu âlemi, imtihana sahne yaptı; yine sonsuz hikmetler için tegayyürata, tahavvülâta, inkılablara mahal olmasını irade etti; ve yine sonsuz gayeler için hayır ile şerri, nef’ ile zararı, hüsün ile kubhu, hülâsa iyilikle kötülüğü karışık bir şekilde Cennet ve Cehennem’e tohum olmak üzere kâinatın şu mezraasına serpti. Evet madem ki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar:

وَ امْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (36:59) Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz” diye olan tüy ürpertici, saıkavari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da  فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ (39:73) Daimî kalmak üzere Cennet’e giriniz. diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem’in; iyiliği, hayrı, nef’i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennet’in teçhizatları ikmal edilecektir.” İ:141

İşte celalî ve cemalî isimlerin mazhar ve tecelligâhlarını tahakkuk ettirip, ebedi alemde ebedi tecelli etmesindeki hikmetler İlahî gaye olduğu, Külliyat müvacehesinde ve muhtelif vecihlerle bildirilir. Bir ayette Resulullaha atfen şöyle buyruluyor:

قُلْ اِنَّ صَلاَت۪ى وَنُسُك۪ى وَمَحْيَاىَ وَمَمَات۪ى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)        

Yani bu ayet, hakiki mü’minin Allaha tam teslim olmasının hakikatı, tecelli-i esma-i İlahiyeye ebedî ayinedarlığının iktizasıdır manasında câmi bir hakikatı ifade eder.

“Mevlâna Celaleddin'in nefsine dediği gibi dedim:

اُو گُفْتْ اَلَسْتُ و تُو گُفْتِى بَلَى شُكْرِ بَلَى چِيسْتْ كَشِيدَنْ بَلاَ ٭

سِرِّ بَلاَ چِيسْتْ كِه يَعْنِى مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْگَهِ فَقْر و فَنَا

M:25 sonundaki mezkûr Farsca ibarenin hakikatı, bu makamda çok manidar olup meali şöyledir:

“O (Allah) ben senin Rabbin değil miyim dedi. Sen, evet Rabbimsin dedin. Evet demenin şükrü (yani icabını yapmak) nedir bilir misin? Bela çekmektir. Belanın sırrını bilir misin? Fakr u fena dergâhında halkaya katılmaktır.” Yani aşağıda anlatılan cemaata katılmaktır.

Yani “mutu kable entemutu” sırrına bakan bir manada Hz. Üstad diyor ki:

Eskide bende biraz bulunan merdümgirizlik hastalığı, o zalimlerin gaddarane sıkıntılarıyla ve tarassudlarıyla bende çok şiddetlenmiş. Güya ölmeden evvel hayat-ı içtimaiye cihetinde ölmüşüm ki; bu hakikat ve bu sır için hakkımda, has kardeşlerim vefat mersiyelerini yazıyorlar.” E:148

Kur’anda derecelerden bahsedilir. Bunlardan birkaç örneğini notlar halinde görelim:

1-Peygamberler arasında derece farkı: (2:253)

2-İnsanlar Allah katında derece derecedirler: (3:163)

3-Mücahidlerin dereceleri, diğer mü’minlerden üstündür: (4:95,96 - 9:20 - 57:10)

4-Allah dilediğini (layık gördüğünü) derecelerle yükseltir: (6:83, 132, 165 – 8:4, 12, 76 – 17:21 - 20:75 – 40: 15 – 43:32 – 46:19 – 58:11)

5-Kaderin adaleti istidracen kişiyi tehlikeye atması: (7:182 – 68:44)

Muhteva:

1-Sahabelerin ibadetteki yüksek derecelerinin sebebi

2-Cennetteki istifade dereceleri

3-Hissiyat-ı insaniyedeki dereceler

4-Had konulmayan insanın hissiyatındaki dereceler

5-Hidayet ve dalalette dereceler

6-İnsanda derecelerin tezahür etmesi

 

1 Yani dünyada hissiyatını maneviyat cihetinde geliştiren insan, kazandığı kemalat derecesiyle ebedi aleme gideceğinden, dünya hayatında bu kemalat yolunu tercih etmek, iyi düşünen insanların meziyetindendir. Çünkü kazandığı faziletler kendi varlığı olarak ebedileşiyor.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık