İHTAR-I MÜHİM
Risale-i Nur’un dersleri, Kur'an'ın talim ve irşad tarzına uyarak yaşanan hayata bakar. Ve Kur’anî istikameti verir. Bu itibarla, derslerde hayata bakan cihetler nazara verilmelidir ve delilden medlûle ve manadan maksada ve kıssadan hisseye bakmalı, bakılmalı ve baktırılmalıdır. Evet Kur’an kainata ve ef’al-i beşeriyeye bakar ve baktırır. Fikre tefekkür, hayata istikamet verir. Bunlar çok ileri derecede yoksa bu derslerin canlılığı beklenmemelidir.
Hazret-i Üstad’ın Anglikan papazının sorduğu, Kur’an fikir ve hayata ne vermiş? sualine verdiği cevabında,
“Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dair şahidim: فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ ٭ قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ” (Sözler 746)
Şeklindeki beyanı bu hakikati de ifade eder. Yukarıda geçen “Tevhid” tabiri bütün kainatta, esbab müsebbebat dairesindeki bütün tesirlerin yalnız Allah'tan olduğunu gösterdiğini anlatır. Yani, Kur’an bütün varlık dünyasını tevhide delil gösterir. İstikamet tabiri de ahirzaman fitnesinin bid’atlı dalaletlerine karşı Allah'ın emirlerine uygun yaşayışı ve anlayışı ifade eder. Yani, manalar mücerred değil müşahhasla ve fiiliyatla içiçedirler. Ehl-i Kur’an, bilhassa Nurcular bu tarzı takip etmelidirler. Bizim için de ibret dersi olan Osmanlı son devresinde medreselerin durumları hakkında Hazret-i Üstad diyor ki;
"Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye ( آلِيَه ) maksud-u bizzât sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye ( عَالِيَه ) mühmel kaldığı gibi, libas-ı mana hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli ezhanı zabtederek, asıl maksud olan ilim ise, tebaî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitablar; evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir." (Muhâkemat 54 )
Yani, ibarelerdeki manaların anlattığı hakikatler, haricdeki fiiliyat ve hadisata intikal etmediğinden fikren gelişmeler olmadı ve fikir adamı da yetişmedi.
"meyl-ül ağalık ve meyl-ülâmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta'nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen vezaif, ehil olmayanın ellerine geçti. Bahusus medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. " (Muhâkemat 53)
Zamanımızda daha çok yaygınlaşan bu enaniyet hastalığı dini hizmete büyük zarar verir ve veriyor. Herkes kendi dini hayatında mes’ul makamında oturuyor, kendisinden mes’uldür. Bu dersler nazara alınınca gereken hareket tarzı düşünülmeli ve bilinmeli, şerlere zararlara vesile ve ortak olmamalı.
Kur’an 61 : 2 de اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ şeklindeki ikaz yalnız nazariyatı değil fiiliyatı da istiyor.
Keza şahsiyet kazanamayan kişilerin büyük görünmek istemeleri de şöyle nazara verilir.
"S: Neden tekebbür küçüklük alâmetidir?
C: Zira her bir insan için, içinde görünecek ve onunla nâsı temaşa edecek bir mertebe-i haysiyet ve şöhret vardır. İşte o mertebe eğer kamet-i istidadından daha yüksek ise; o, o seviyede görünmek için tekebbür ile ona uzanıp tetavül ve tekebbür edecektir. Şayet kıymet ve istihkakı daha bülend ise, tevazu ile tekavvüs edip ona eğilecektir." (Münâzarât 24)
Bütün bu nahoş durumlar insan hissiyatının garip halleridir. Diğer ehemmiyetli bir cihette şudur ki;
Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi asrın yani ahirzaman fitnesinin bid’alarını izale ve şeairi ihya etmek olduğundan, bu fitnenin çirkinliğini anlatan külliyattaki bahislerin mevcut hayattaki bid’alara bakan ikazlarını nazara vermektir. Evet, kitap okumak netice değil, vesiledir. Netice, kitapta anlatılan manaya fiiliyatta sahip çıkmak ve fitne-i ahirzamana cidden karşı olup, İslamiyete samimi taraftar bir dava adamı olmak elzemdir. Büyük dava adamı merhum Zübeyir Ağabey bu hususu şöyle ifade eder.
"Ey, bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapan bir milletin torunları olan cengâver ruhlu kardeşlerim! Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur'an-ı Azîmüşşan'ın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki; tahkikî iman dersleriyle, iman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin. Hem korkak değil, bilakis Risale-i Nur talebeleri gibi cesur ve kahraman ve faal ve amel-i sâlih sahibi, mütedeyyin, müttaki ve bununla beraber, şahsî rahatlık ve menfaatlarını iman ve İslâmiyet'in kurtuluşu uğrunda feda eden, fedai ve mücahid Müslümanlar yetiştirsin, neme lâzımcılıktan kurtarsın. Hem taarruz ve işkenceler ve ölüm ihtimalleri karşısında, tahkikî iman kuvvetinden gelen bir cesaretle, Kur'an ve İslâmiyet cephesindenasla çekilmeyen, "Ölürsem şehidim, kalırsam Kur'anın hizmetkârıyım" diyen ve yılgınlık haline düşmeyen sadık ve ihlaslı, yalnız Allah rızası için hizmet eden, Nur talebeleri gibi İslâmiyet hâdimleri yetiştirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin." (Sözler 766)
Kastamonu Lâhikası nın 186. Sahifesinde şu ikaz var;
"madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur'an ve Hadîs ihbar-ı gaybî ile, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş." (Kastamonu Lâhikası 186)
"bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddidhadîsler, hem çok işarat-ı Kur'aniye aynı tarihiyle haber veriyorlar." (Şualar 332)
O halde bu son dehşetli fitneye karşı Şualar 322. Sahifesinde bildirilen kahramanlar kafilesi olmak elzemdir. Evet zaman dava adamı olmak zamanıdır. İki mütezad cereyan mübarezesi vardır. Bu ehemmiyetli durumu, yani beynelmilel gizli din düşmanlarını bilmeyen veya alakasız kalanlar bunun müfsid yaşayışına alışır ve şuursuz olarak felakete düşer.
Hazret-i Üstad mahkeme karşısında şöyle haykırıyor;
"Vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, bu hârika alâkayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu âciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler:
"MİLYONLAR KAHRAMAN BAŞLAR FEDA OLDUKLARI BİR HAKİKATA BAŞIMIZ DAHİ FEDA OLSUN" diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurcularda hakikî, hâlis, sırf rıza-yı İlahî için ve müsbet ve uhrevî fedailer var ki; mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükûmeti, adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur'un ve imanın fedailerini çoğaltmağa sebebiyet verecekler." (Şualar 520)
İşte Risale-i Nur’un çok kısa olarak nakledilen bu hakikatleri cidden nazara alınmalı ve bilhassa Nur derslerinde dikkat çekilmelidir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.