DERSLER / Alfabetik dersler

DAR VE GENİŞ DAİRE FARKLILIĞI ESASI

(Haslar Dairesi Esasına da bakınız)

Bediüzzaman Hazretleri Eski Said devresinde:

1- «Bu Osmanlı ülkesinde büyük bir parlak nur çı­ka­cak. Hattâ Hürriyet­ten evvel pek çok defa talebelere te­selli vermek için, “Bir nur çı­ka­cak, gördüğümüz bü­tün fe­nalıklara karşı bu vatana saadet temin ede­cek” di­yordu. İşte, kırk sene sonra Risale-i Nur o hakikati kör gözlere dahi gös­terdi.

İşte Nurun zahiren, kemiyeten dar cihetine bakma­yarak, hakikat cihetinde keyfiyeten ge­niş ve fevkalâde menfaatini hissetmesi sure­tiyle, hem de siyaset nazarıyla bü­tün memleket-i Osmaniyede olacak gibi ifade etmiş. O büyük veli, onun dar daireyi geniş tasavvurundan ona iti­raz et­miş. Hem o zat haklı, hem Eski Said bir derece hak­lıdır. Çünkü Risale-i Nur imanı kurtarması cihetiyle o dar dairesi madem ha­yat-ı bâkıye ve ebediyeyi imanla kur­tarıyor. Bir milyon ta­lebesi bir mil­yar hük­mün­dedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediye­sini te­mine çalışmak, bir mil­yar insanın hayat-ı fâniye-i dün­yeviye ve medeni­yetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş ol­ması, Eski Said’in o rüya-yı sâdıka gibi olan hiss-i kablelvuku ile o dar dai­reyi bü­tün Osmanlı memleketini ihata edeceğini görmüş. Belki, inşaallah, o görüş, yüz sene sonra nurların ektiği to­humların süm­büllenmesiyle aynen o geniş daire Nur da­iresi olacak, onun yanlış tâbi­rini sahih gösterecek.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 111)

2- « Muhtemeldir ki, burada büyük bir veli; Eski Said'in Risale-i Nur'un dar dairesini gayet geniş ve siyasî bir daire olarak bir hiss-i kabl-el vuku'la kırk sene evvel hissederek, bu risaledeki çok cevabları o histen neş'et ettiğinden, o veli yalnız bu noktada itiraz et­miş.» (Münazarat sh: 47)

3- «Elhasıl: Sırr-ı İnna A'taynada çok geniş bir dâ­ire, dar bir dâi­rede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise, dar ve mâ­nevî, fakat yüksek bir daireyi ge­niş ve maddî bir daire sure­tinde tasvir edil­mişti. Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, bu iki kusurumu kuvvetli bir ihtar-ı mâ­ne­viyle ıslah etti. (1 يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍsırrına mazhar ey­ledi.» (Kastamonu Lâhikası sh: 87)

4- «Hem bundan on dört, on beş sene evvel, “Dinsizliği çevi­renler müt­hiş semavî tokatlar yiyecek­ler” diye büyük, geniş, küre-i arz dairesin­deki bu deh­şetli ha­diseyi, dar bir memlekette ve mah­dut insanlarda ta­savvur et­miş. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybi­yeyi tasavvuru­nun pek fevkinde tefsir ve tâbir eyledi.

Evet, Eski Said’in “Bir nur âlemi görece­ğiz” de­mesi, Risale-i Nur dairesinin mânâsını his­setmiş, geniş bir dâ­ire-i siyasiye tasavvur ettiği gibi sırr-ı İnna A'taynanın remziyle, on üç, on dört sene sonra, “Dinsiz­liği, zındıklığı neşredenler, pek müthiş to­kat yi­yecekler” deyip o haki­katı dar bir dairede tasavvur et­miş. Şimdi zaman, o iki hakikati tam tâbir ve tefsir etti.

Evet, başta Isparta vilâyeti olarak Risale-i Nur da­iresi birinci haki­kati pek parlak ve gü­zel bir surette gös­terdiği gibi ikinci hakikati de, mede­niyet‑i sefihenin tuğyanını ve maddiyunluk (2) tâ­ununun aşılama­sını çe­viren ve idare eden ervah-ı hab­îsenin başlarına gelen bu dehşetli se­mavî tokatlar, ge­niş bir dairede, o sırr-ı İnna A'taynanın haki­katini tam tamına isbat et­miş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 215)

5- «Sırr-ı İnna A'tayna'nın remizli risalesini onüç seneden beri görmediğim halde buraya göndermek bir derece ihtiyat kaidesine muhalif olduğu gibi, herkes anlamaz; hem tevil ve tefsir lâzımdır. Çünki Lâhika'da bir mektubda yazmıştım ki, iki hakikat mücmelen bana ihtar edilmişti:

Birisi: Bir derece dar bir dairede bir nur göste­ril­mişti geniş bir dairede mânâ verip, kırk sene evvel “Bir nur göreceğiz” diye müjde ve­riyordum. Hattâ Hürriyetten evvel, eski talebelerime de o müjdeyi mü­ker­rer söylüyordum. Zannederdim ki, geniş siyaset da­iresinde ola­cak. Halbuki bu memleketin en ziyade muh­taç olduğu imanî ve İslâmî ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye dairesinde Risale-i Nur’u göreceksiniz diye hakikat­ten bana ihtar edilmiş bir hiss-i kablelvuku ile musırrane ve tek­rarla ben de haber ve­riyordum, o hak ve hakikatlı me­selenin sûretini de­ğiş­ti­riyordum.

İkincisi: Şeâir-i İslâmiyeye ve siyaset-i İslâmiyeye darbe vu­ranlar on iki, on üç, on dört, on altı sene zar­fında büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi. Evvelki meselenin aksine olarak, geniş dairede vuku bu­lan o hâdi­sâtı ve büyük cemaatlere gelen o to­katları, küçük bir da­irede şa­hıslara gelecek tokatlar suretinde mânâ vermiştim ki, tam aynen iki dai­rede, hem küçük, hem büyük, on iki sene sonra en müthişi dünyayı terk et­tiği gibi, büyük da­irede de onun gibi dehşetli cemaat­ler on iki, on üç, on dört, on altı tarih­lerinde aynı tokat­ları yediler ve yiyecek­ler diye ihtar edildi.

Ben, tevilimle bu büyük daireyi yalnız küçükte tat­bik ettiğim gibi, ev­velki “nur” meselesinde de bi­lâkis kü­çük daireyi ve sırf imanî hâ­dise-i Nuriyeyi pek geniş da­ire-i siyasiyede tevilimle mânâ vermiş­tim.» (Emir­dağ Lâhikası-I sh: 208)

6- «Hürriyetin bidayetinde, Risale-i Nur’dan çok ev­vel, kuv­vetli bir ümid ve itikatla, ehl-i imanın me­yu­si­yetle­rini izale için, “İstikbalde bir ışık var bir nur gö­rü­yorum” diye müjdeler veriyor­dum. Hattâ, Hürriyetten evvel de talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat’ımda mer­hum Abdurrahman’ın yaz­dığı gibi, Sünuhatmisilli risale­lerde dahi “Ben bir ışık görüyo­rum” diye, dehşetli hâdi­sâta karşı o ümidle da­ya­nıp mu­kabele eder­dim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtima­iye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur eder­dim. Halbuki, hâdisât-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşa­rette bir derece tekzip edip ümidimi kı­rardı.

Birden bir ihtar-ı gaybîyle kat’î kanaat ve­re­cek bir su­rette kal­bime geldi. Denildi ki:

“Ciddî bir alâkayla senin eskiden beri tekrar etti­ğin ‘Bir ışık var, bir nur göreceğiz’ diye müjde­lerin tevili ve tefsiri ve tâbiri, sizin hakkı­nızda belki iman cihetiyle, âlem-i İslâm hak­kında dahi en ehemmi­yet­lisi Risale-i Nur’dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti. Ve bu nur­dur ki, eskide de tahayyül ve tahmininle geniş da­irede, belki siyaset âleminde gelecek mes’udâne ve din­darâne hâletlerin ve vaziyetle­rin mukadde­mesi ve müj­decisi iken, bu muaccel ışığı o mü­eccel saadet ta­savvur ederek eski zamanda si­ya­set ka­pısıyla onu arıyordun.

“Evet, otuz sene evvel bir hiss-i kablelvukuyla his­settin. Fakat nasıl kırmızı bir perdeyle siyah bir yere ba­kılsa karayı kırmızı gö­rür. Sen dahi doğru gör­dün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni al­dattı.”» (Kastamonu Lâhikası sh: 26)

Merhum Hâfız Ali Ağabeyin mektubu münasebe­tiyle Hazret-i Üstadın yaz­dığı mektubtan bir parça:

7- «Risale-i Nur’un sâdık şakirdleri harikulâde olarak gün­den güne yükselmeleri ve tenevvür etme­leri, bizleri, belki Anadolu’yu, belki âlem-i İslâmı mes­rur ve müferrah eden bir ha­kikatli haber telâkki ediyo­ruz.

Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği “Mânevî fü­tuhat yap­mak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen he­men gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, te­menni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise, vazifemiz hizmettir vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina et­mekle bir nevi tec­rübe yap­mamak olmakla beraber, kemiyete değil, key­fiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her ci­hetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden deh­şetli esbap altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zın­dıkların ve da­lâletlerin savletle­rini kırması ve yüz bin­ler biçarelerin imanlarını kurtarması ve her­biri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler ha­kikî mü’min talebe­leri yetiş­tirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ihbarını aynen tas­dik etmiş ve vuku­atla isbat etmiş ve inşaallah daha ede­cek. Ve öyle kök­leşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çı­kara­maz. Tâ âhir za­manda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirdleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o da­ireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabri­mizde seyredip Allah’a şükrede­riz.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 172)

8- «Hem iman ve hakikat noktasında, bu çeşit me­rakların bü­yük za­rarları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî va­zife-i insaniyeti ve âhi­reti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset daire­sidir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 57)

9- «Ben, tevilimle bu büyük daireyi yalnız kü­çükte tatbik etti­ğim gibi, evvelki “nur” meselesinde de bilâkis küçük daireyi ve sırf imanî hâ­dise-i Nuriyeyi pek geniş daire-i siyasiyede tevi­limle mânâ vermiştim.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 209)

10- «Evvelâ: Siracü’n-Nur’un sıhhatli, mükem­mel, güzel çıkması, Medresetü’z-Zehranın gayet ehemmiyetli bir yeni dersidir ki, geniş da­ire-i Nuriyede me­rakla oku­nacaktır, inşaal­lah.» (E. Lâhikası-I sh: 243)

11- «Üçüncü hakikat: Hem Eski Said, hem Yeni Said, hem maddî, hem mânevî büyük bir hadise Osmanlı mem­leketinde bü­yük ve dehşetli ve tahribatçı bir zelzele-i be­şeriye Osmanlı memle­ketinde olacak diye, hiss-i kab­lel­vuku ile Eski Said mükerrer ve mu­sırrane haber veri­yordu. Halbuki o his ile Nur mesele­sinin ak­siyle gayet ge­niş daireyi dar gör­müş. Zaman onu ikinci Harb-i Umumî ile tam tasdik ettiği halde, onun o çok geniş da­i­reyi Osmanlı memleketinde gör­düğünü şöyle tâbir edi­yor ki:

İkinci Harb-i Umumî beşere ettiği tahribat-ı azîme gerçi çok geniş­tir. Fakat hayat-ı dünye­vi­yeye ve bekasız medeniyete baktığı ci­hetinde, Osmanlıdaki tahribata nis­beten dardır. Osmanlıdaki mânevî zelzele ha­yat-ı ebe­diye ve sa­adet-i bâkiyenin zararına bir tahribat ve bir zel­zele-i mâne­viye-i İslâmiye mânen o ikinci Harb-i Umumîden daha dehşetli olmasından, Eski Said’in o sehvini tashih ediyor ve rüya-yı sâdıka­sını tam tâbir edi­yor ve o hiss-i kablelvukuunu gözlere göste­riyor. Ve o muteriz ehl-i velâyeti zahiren haklı, fa­kat hakikaten Eski Said’in o hissi daha haklı olduğunu isbatla, o veli zatın iti­ra­zını tam reddediyor.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 113)

12- «Emirdağındaki hayatı, hizmet-i Nuriyesi be­yan edilecek­tir. Emirdağındaki hayatı, evvelki hayatına nisbeten çok daha şâ­şaalıdır. Hem, musibet ve itham­lara daha ziyade hedef olmuş, daimî tarassuda, hattâ im­haya maruz kalmıştır. Bununla beraber, Risale‑i Nur ge­niş dai­rede ya­yılmış, üniversite, me­mur­lar ve ehl-i siyaset muhi­tinde okun­maya başlanmış­tır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 453)

13- «Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her in­sa­nın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane daire­sin­den, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve mem­leket dairesinden ve küre-i arz ve nev‑i beşer da­iresin­den tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dai­rede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulu­nabilir. Fakat en küçük dai­rede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâi­rede en küçük ve muvakkat ara­sıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçük­lük ve bü­yüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihe­tiyle küçük dairedeki lü­zumlu ve ehemmiyetli hiz­meti bıraktırıp lü­zumsuz, mâlâyani ve âfâkî iş­lerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder.» (Şualar sh: 202)

14- «Evvelâ: Sırr-ı İnna A'tayna hiç yanımda bulunma­dığı­nın sebebi, eski zamanda iki hiss-i kablelvukuumda bir il­tibas olmuş.

Birincisi: Bir hiss-i kablelvuku ile, yalnız vatanı­mızda dehşetli bir ha­diseyi ve zâlimlerin musibetini his­settim. Halbuki büyük da­irede, zemin yüzünde, ha­ber verdiğimiz gibi on iki sene sonra ay­nen o sırr-ı azîm gö­rüldü. Benim istihracımı gerçi zâhiren bir parça tağyir etti. Fakat hakikat cihetinde pek doğru ve ayn-ı haki­kat meydana çıktı. Bunun için o risaleyi yanımda bulun­durmuyo­rum ve baş­kalarına vermiyorum.

İkincisi:  Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur gö­receğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük da­ire-i vataniyede zannederdim. Hal­buki o nur, Risale-i Nur idi. Nur şakird­lerinin dairesini, umum vatan ve memleket siyasî dairesi ye­rinde tahmin edip sehiv etmiştim.» (Ş: 539)

15- «Âlem-i İslâm, şimdiki intibahı, vahdet-i İslâma çalış­ması, her­halde Risale-i Nur gibi eserleri arayacak ve büyük da­irelerin geniş na­zarlarına elbette büyük mec­mualar lâ­zımdır.» (Emir. Lâhikası-I sh: 136)

Yukarıda tesbit edilen sarih beyanlar, dar ve has daire tabir edilen ve üç vazifenin en birincisi olan iman hizme­tinin ve onun has daire heyetinin varlığı sarahaten ve inkıta ve tebdile uğratı­lamaz hususiyetiyle sâbit ve zahir oluyor.

 

1   Furkan Sûresi, 25:70.

2 Evet, maddiyunluk tâununun hastalığı nev-i be­şere bu dehşetli sıtmayı ve küre-i arza bu titremeyi vermiştir. (Müellif)

download
Yukarı Çık