DERSLER / Alfabetik dersler

HÜRMET ETMEK ESASI

Risale-i Nur, meşruiyet şartları dairesindeki hürmeti, ehemmiyetli bir se­ciye ve esas olarak nazara verir.

Hürmet: Müslüman bir cemiyette küçüklerin bü­yük­lere yaş veya diyanet, ilim, hamiyet, fedakârlık, di­rayet gibi faziletler iti­bariyle kendinden üstün olana karşı,   kalbde du­yulan his ve bu hissin neticesi olarak da o şahsa karşı tavır ve hareketlerinde ğösterilen edebli davranış diye tarif edile­bilir.

Evet hürmet, bir kimsenin şahsında bulunan İslâmî ah­lâk, fazilet ve mezi­yetlerinden dolayı o zâta karşı kalbde du­yulan bir his ve bu hissin fiilî teza­hürü olduğuna binaen hürmet edenin de, hürmet etmesinin sebebi olan mezi­yetleri bilen ve takdir eden kâmil bir kimse olduğu anlaşılır.

Buna göre şayan-ı hürmet olan zâtlara hürmet et­me­yen ki­şinin bu hür­metsizliği ile,  sebeb-i hürmet olan kâmil sıfat ve meziyetlere takdir hisleri bu­lunma­yan sönük bir kalb ve vicdan sahibi olduğuna, manevî değerlere ehem­miyet vermeyen basit­likte kaldığına veya “enesini sevenler başka­sını sevmez­ler” (Sözler sh: 708) hükmünce hissine mağlub olduğuna bir alâmet göster­miş oluyor.

Bu hakikî hürmetten başka, kişiden zarar görme­mek için zâhiren hürmet­kâr davranmak, hürmet değil, tabasbus­tur.

Risale-i Nurda hürmet esası, milletin anarşiliğe düşüp düş­memesine se­bebiyet vermek gibi çok ehemmi­yetli bir un­sur ola­rak nazara verilir. Şöyle ki:

1- «Bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siya­si­yesi anar­şilikten kurtulmak ve büyük tehlike­lerden halâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurî­dir.

Birincisi: Merhamet.

İkincisi: Hürmet.

Üçüncüsü: Emniyet.

Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çe­kil­mek.

Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 241)

2- «Hayat-ı içtimaiyeyi idâre eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hak­kında dehşetli neticeler veriyor.

Cenab-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata  karşı  gir­diği  yerlerde  mukavemet ediyor, ta­mir ediyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 149)

Hürmete liyakat  ölçüsü:

3- «İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir de­sise-i şey­taniye şu­dur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün ha­senâtını örter. Şeyta­nın bu de­sisesini dinleyen in­safsızlar, mü­’mine adâvet eder­ler.

Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, ha­senâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbi­yeti noktasında hükmey­ler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay oldu­ğun­dan, bazan birtek hasene ile çok sey­yiâtını ör­ter. Demek, bu dün­yada o adalet-i İlâhiye noktasında mu­amele gerek­tir. Eğer bir adamın iyilikleri fena­lıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhab­bete ve hürmete müste­hak­tır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyi­âtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.

Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeyta­nın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını bir­tek seyyie yü­zünden unutur, mü’min kar­deşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bı­rakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, in­san, garaz damarıyla, si­nek kanadı ka­dar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâ­vet eder, insan­ların hayat-ı içtimaiyesinde bir fe­sat âleti olur.» (Lem’alar sh: 88)

4- «Mağlâtalı, divanecesine bir sual:

Bir kısım ehl-i hüküm diyorlar ki: “Madem sen bu memle­kette duru­yorsun. Şu memleketin cumhurî kanun­larına inkıyad etmek lâzım gelir­ken, sen neden inzivâ perdesi altında kendini o kanun­lardan kurtarı­yor­sun? Ez­cümle, şimdiki hükûmetin kanu­nunda, vazife hari­cinde bir meziyeti, bir fa­zileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, mü­savat esa­sına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfi­dir. Sen ne­den vazifesiz olduğun halde elini öptü­rüyor­sun? Halk beni dinlesin diye hodfuruşâne bir vazi­yet ta­kınıyorsun?”

Elcevap: Kanun tatbik edenler, evvelâ kendilerine tatbik ettik­ten sonra başkasına tatbik edebilirler. Siz ken­dinize tatbik etmedi­ğiniz bir düsturu başkasına tatbik et­mekle, herkesten evvel siz düs­turunuzu, kanu­nunuzu kı­rıyorsunuz ve karşı geliyorsunuz. Çünkü bu müsa­vat-ı mutlaka kanununun bana tatbikini istiyorsu­nuz. Ben de derim:

Ne vakit bir nefer, bir müşirin makam-ı iç­timaîsine çıkarsa ve mil­letin o müşire karşı gösterdikleri hürmet ve teveccühe iştirak ederse ve onun gibi o teveccüh ve hürmete mazhar olursa veyahut o müşir, o nefer gibi âdi­le­şirse ve o nefe­rin sönük vaziyetini alırsa ve o müşirin vazife hari­cinde hiçbir ehemmiyeti kalmazsa hem eğer en zeki ve bir or­dunun muzafferiyetine se­be­biyet veren bir erkân-ı harb reisi, en aptal bir ne­ferle teveccüh-ü âmmede ve hürmet ve mu­hab­bette müsavata girerse, o vakit sizin bu müsa­vat kanunu­nuz hükmünce bana şöyle diyebilirsiniz: “Kendine hoca deme. Hürmeti kabul etme. Fa­ziletini inkâr et. Hizmetçine hizmet et, di­lencilere arka­daş ol!”

Eğer deseniz: “Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife ba­şında ol­duğu vakte mahsustur ve vazifedar­lara hastır. Sen vazife­siz bir adamsın vazifedarlar gibi mille­tin hürmetini kabul edemez­sin.”

Elcevap: Eğer insan yalnız bir cesetten ibaret olsa ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa ve kabir ka­pısı ka­pansa ve ölüm öldürülse, o va­kit vazife yalnız as­kerlik ve idare memurlarına mahsus kalırsa, sözü­nüzde dahi bir mânâ olurdu.

Fakat madem insan yalnız cesetten ibaret değil ce­sedi besle­mek için kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o ce­sede yedirilmez. Onlar imhâ edilmez onlar da idare is­ter. Ve madem kabir kapısı ka­pan­mıyor. Ve madem kab­rin öbür tarafındaki endişe‑i istikbal her fer­din en mü­him mesele­sidir. El­bette milletin itaat ve hür­me­tine istinad eden va­zifeler, yalnız milletin ha­yat-ı dünye­viye­sine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münha­sır değildir.

Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir va­zife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur ver­mek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife ka­dar ehem­miyetli değildir.» (Lem’alar sh: 172)

Yukarıda ehl-i dünya tarafından ileri sürülen «Hürmet va­zife başında iken resmî vazifedarlara mah­sustur» şeklin­deki id­dia, hakikî imandan mahrum ol­ma­nın ve bundan do­ğan anlayışın bir neticesidir. Çünkü yalnız fanî dünyayı esas bilen bu tarz anlayışta, hür­metin asil sebebi olan manevî de­ğerler ve de­ğer öl­çüleri ve ebedî hayat inancı bulunmaz ve bulunamaz. Bu ha­kikatı nazara veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

5- «Aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimî ve ciddî ve ve­fadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fe­da­kârâne merhamet ile olabilir. Ve bu ha­kikî hürmet ve sa­mimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve da­imî bir re­fakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, ar­kadaşâne münasebetlerin bulunmak fik­riyle ve akidesiyle olabilir.» (Şualar sh: 183)

Yine Bediüzzaman Hazretleri ehl-i dünyaya hita­ben diyor ki:

6- «Senin medar-ı fahrın olan uhuvvet ve hür­met ve hamiyet gibi gü­zel hasletlerin, incecik bir za­mana, bü­yük bir sahradan bir parmak kadar yere inhi­sar ve had­siz za­manda yalnız hazır saate mahsus oldu­ğun­dan, su­n’i ve muvakkat ve sahtekâr ve asılsız ve gayet cüz’i olup, senin insa­niyetin ve kemalâtın o nis­bette küçülür, hiçe iner. Fakat iman ehlinin uhuv­veti ve hürmeti ve mu­habbeti ve hamiyeti, iman cihetiyle mev­cut bulunan mâzi ve müs­takbeli ihata ettiğin­den, insaniyeti ve kemalâtı o nis­bette teâli eder.» (Gençlik Rehberi sh: 21)

Hürmet ve muavenetin, hizmet-i diniyede hâli­sane çalışan­lara gösteril­mesi gereken ciheti:

7- «Hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bil­fiil onların hakikat-i ih­lâsla­rına ve sâdıkane olan hizmet­lerine bir cihette iş­tirak etmek niyetiyle, onla­rın hâcât-ı maddiyelerinin te­da­ri­kiyle meşgul olup vakitlerini zayi etmemek için, sa­daka ve he­diye gibi maddî menfaatlerle yar­dım edip hürmet etmiş­ler. Fakat bu muavenet ve men­faat istenilmez, belki verilir. Hem kal­ben arzu edip muntazır kalmakla, lisan-ı hal ile dahi istenil­mez. Belki um­madığı bir halde verilir.» (Lem’alar sh: 164)

 Hürmet ve merhamet, aile hayatının temelini teş­kil eder:

8 «Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemi­yetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, aile ha­yatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise sa­mimî ve ciddî ve vefa­darâne hürmet ve hakiki ve şef­katli ve fedakârâne mer­hamet ile olabi­lir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî mer­hamet ise, ebedî bir arka­daşlık ve da­imî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir za­manda ve hudut­suz bir hayatta birbiriyle pede­râne, ferzendâne, karde­şâne, arkadaşâne mü­nasebet­lerin bu­lunmak fik­riyle ve akidesiyle olabilir. Meselâ der: “Bu hare­mim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir re­fika-i hayatım­dır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir gü­zelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlı­ğın hatırı için herbir fedakârlığı ve merhameti yaparım” di­yerek, o ihtiyare karı­sına, güzel bir hûri gibi muhab­betle, şef­katle, mer­hametle muka­bele edebilir. Yoksa, kı­ca­cık bir iki saat sûrî bir refakat­ten sonra ebedî bir fi­rak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hay­van gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecazî mer­hamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair galip hisler, o hür­met ve mer­hameti mağ­lûp edip o dünya cennetini cehenneme çevi­rir.» (Şualar sh: 183)

Demek imandan gelen hürmet ve merhamet, hakikî in­sani­yetin esasıdır.

9- «Eğer âhirete iman o haneye girse, birden ışık­landıracak. Ortaların­daki münasebet ve şefkat ve karâ­bet ve muhabbet, kısacık bir zaman ölçü­süyle değil, belki dâr-ı âhirette, saadet-i ebedi­yede dahi o müna­sebetlerin de­vamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurla­rına bakmaz gibi ahlâk yüksekle­nir. Hakikî in­sa­niyet sa­adeti o hanede başlar inki­şafa.» (Şualar sh: 227)

İmandan gelen hürmet ve merhamet olmazsa, anarşi doğar millî ahlâk ve aile hayatı çöker:

10- «İhtilâl-i Fransavîde hürriyetperverlik tohu­muyla ve aşı­lamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kı­sım mukaddesatı tahrip ettiğin­den, aşı­ladığı fikir, bilâhare bolşe­vikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi boz­duğundan, elbette, ektikleri tohum­lar hiçbir kayıt ve hürmet tanıma­yan anarşist­lik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanî­den hürmet ve mer­hamet çıksa, akıl ve zekâ­vet, o insanları gayet dehşetli ve gad­dar cana­var­lar hükmüne geçirir daha siyasetle idare edil­mez.» (Şualar sh: 588)

11- «İslâm Deccalı olan “Süfyan” dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını ne­fis ve şey­ta­nın desiseleriyle kaldır­ma­ya çalışarak, ha­yat-ı be­şeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, ser­keş ve sarhoş ve sersem nefis­leri başıboş bırakarak hürmet ve mer­hamet gibi nuranî zin­cir­leri çö­zer, hevesat-ı müteaf­fine bataklığında birbirine sal­dır­mak için cebrî bir serbes­tiyet ve ayn-ı istibdat bir hürri­yet ver­mek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar ga­yet şid­detli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.» (Şualar sh: 593)

12- «Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yır­tıp, beşeri de baştan çıkar­mıştır. Halbuki, aile hayatı, kadın-erkek mabey­ninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık saçıklık, sa­mimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı ze­hirlemiş­tir.» (Sözler sh: 410)

13- «Ey Hanesinde ihtiyar bir valide veya pe­deri veya akra­basından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulu­nan gafil! Şu âyet-i ke­rimeye dikkat et, bak: Nasıl ki bir âyette, beş ta­baka ayrı ayrı surette ihtiyar valideyne şefkati celb edi­yor!

Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve valide­lerin evlâtla­rına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatle­rine mukabil hürmet hak­larıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle ev­lâtları­nın hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyleyse, insaniyeti sukut etme­miş ve cana­vara inkılâp et­memiş herbir veled, o muhte­rem, sâdık, feda­kâr dost­lara hâlisâne hürmet ve sami­mâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut et­mektir. (Amca ve hala, peder hük­münde­dir teyze ve dayı, ana hükmündedir.)» (Mektubat sh: 259)

14- «Hem peder ve valideyi şefkatle teçhiz eden ve seni onların mer­ha­metli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına on­lara hürmet ve muhab­bet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine aittir. O muhabbet  ve  hür­met,  şefkat,  lillâh için olduğunun alâ­meti şudur ki: Onlar ih­tiyar ol­dukları ve sana hiçbir fay­da­ları kalmadığı ve seni zahmet ve  meşak­kate at­tıkları zaman, daha ziyade mu­habbet ve mer­hamet ve şefkat et­mek­tir.» (Sözler sh: 639)

15- «Peder ve valideye karşı muhabbetin, Cenâb-ı Hak hesa­bına ol­duğu için, hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve mu­habbeti ziyade­leş­tirirsin. En âli bir hisle, en merdâne bir himmetle on­ların tûl‑ü öm­rünü ciddî arzu edip beka­larına dua etmek, tâ “Onların yü­zünden daha ziyade sevab kaza­na­yım” diye samimî hürmetle onların elini öp­mek, ulvî bir lez­zet-i ruhanî al­maktır. Yoksa, nefsanî, dünya itiba­rıyla olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete gir­dikleri zaman, en süflî ve en alçak bir hisle vücutlarını istiskal etmek, se­beb-i ha­yatın olan o muhte­rem zatların mevtlerini arzu etmek gibi vahşî, kederli, ruhanî bir elemdir.» (Sözler sh: 644)

Kısmen kaydedilen mezkûr parçalarda meşru şart­ları içinde olmak şartiyle samimî hürmet, aile, cemaat ve cemi­yetin rabıtası ve ruhu hükmünde bir mezi­yet ve esastır.

 

download
Yukarı Çık