DERSLER / Alfabetik dersler

VAKF-I HAYAT ESASI

(“Sadakat-Fedakârlık ve Haslar dairesi esaslarına da bakı­nız.)

1- «Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hiz­meti için, dün­yevî ra­hat­lıklarını fedâ etmiş dünyevî, şahsî ser­vetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâ­zet, iktisad ve ka­naatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.

Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve sa­adeti için, bütün ömür dakikalarını sırf imân hizme­tine vakf ve has­retmek ve ihlâsa tam muvaf­fak ol­mak için, kendini dünyadan tecrit ederek mücer­red kal­mıştır. Evet, Bediüzzaman imân ve İslâmiyet hizmeti için herşeyden bu derece fe­dakârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubudiyet, zühd ve takvâda da bir is­tisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedâisi ve Kur’ân-ı Haki­min muhlis bir hâdimi payesine yüksel­miştir.» (Sözler sh: 757)

2- «Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müs­tesna birer eser yaza­bi­lirdi. Fakat o “zaman, imânı kur­tarmak zamanıdır” demiş ve bütün him­met ve me­sâ­isini ve ha­yatını, ulûm-u imâniyenin telif ve neşrine hasretmiştir.» (Sözler sh: 763)

3- «Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi mer­humdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bu­gün öyle mücahitler ister ki, dünya­sını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır ola­cak.”....

İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en par­lak misali­dir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı.» (Tarihçe-i Hayat sh: 11)

4- «Daima mücerred kalmak ve dünyada hiçbir şeyle alâka peyda etmemek. Bunun içindir ki, “Bütün ma­lımı bir elimle kaldırıp götürebil­meli­yim” demiştir. Bu ha­lin sebebi soru­lunca, “Bir zaman gelecek, her­kes benim halime gıpta ede­cektir. Saniyen, mal ve servet bana lezzet vermiyor dünyaya ancak bir misafirhane nazarıyla bakı­yorum” derdi.» (Ta­rihçe-i Hayat sh: 48)

5- «Kırk seneden beri gayet dehşetli bir zendeka hü­cumu kar­şısında, herşeyini feda edecek hakikî fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’ân-ı Hakîmin hakikatına, değil dünya saadetimi belki lü­zum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye ka­rar ver­dim. Değil bir sünnet olan mu­vakkat dünya zevcele­rini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırak­maya mecburdum ki ihlâs-ı hakikî ile hakikat-ı Kur’âniyeye hiz­met ede­bileyim...

Mâdem şahsî ve hususî kemalât-ı bâkıyesi için dün­yayı terk edenler, selef-i sâlihînden çok var. Elbette hususî değil, küllî ve umumî olarak çok bîçarelerin sa­adet-i bâkı­yeleri için ve dalâlete düşmemeleri ve îmân­larını takviye edip kurtarmaları için ve haki­kat-ı Kur’âniye ve îmâni­yeye tam hizmet etmek ve hariçten gelen, dahilde çıkan dinsizlere karşı dayanmak için, zail ve fânî dünya­sını terk etmek, elbette sünnet-i se­ni­yeye muhale­fet değil belki hakikat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddîk-ı Ekber’in: “Cehen­nemde vü­cudum büyüsün, tâ ehl-i îmâna yer bu­lunmasın” diye fe­dakârlıkta âzamî sadakatın bir zerresini kazan­mak fikriyle, bîçare Said bütün ömründe tecer­rüdü, is­tiğnayı ihtiyar et­miş.» (Hanımlar Rehberi sh: 25-28)

Bir talebesinin şahsında, umuma bakan fedakâr­lığa teşvik dersi:

6- «Madem Hacı Kılıç Ali bir buçuk sene bütün Risale-i Nur eczala­rına sahip çıkmış, kısmen okumuş na­zarımızda yirmi sene­lik bir Nur ta­lebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün mânevî kazanç­larıma, def­ter-i a’mâline geçmek için hisse­dar ediyo­rum. Öyleyse o da bütün haya­tını Risale-i Nur’a vermeye mükelleftir.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 26)

7- «Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâ­kam yok. O adam­lardan ücret muka­bi­linde iş gören­ler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücret­siz, hamiyet namına bana karşı taraf­girâne, raki­bâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan isbat edildiği gibi, siya­set‑i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vak­timi ve haya­tımı ha­kaik-i imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmi­şim. Madem böyle­dir bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşün­sün ki, o muame­lesi zendeka ve imansızlık na­mına imana ilişmek hük­müne geçer.» (Mektubat sh:71)

8- «Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmi­şizki, güneş­ten daha par­lak ve Cennet gibi güzel ve sa­adet-i ebediye gibi şirin­dir. Elbette biz bu sıkıntılı hal­lerle müf­tehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i mâ­ne­viye yapı­yoruz diye, şekvâ etmemek lâzımdır.» (Şuâlar sh: 312)

9- «Ben kusurlarımla beraber bu milletin saade­tine ve ima­nının kur­tulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyon­larla kah­raman başların feda ol­dukları bir ha­kikate, yani Kur’ân hakika­tine benim başım dahi feda ol­sun diye bü­tün kuvvetimle Risale-i Nur’la çalıştım. Bütün zâlimâne tâ­ziplere karşı tevfik-i İlâhî ile dayan­dım. Geri çekilme­dim.» (Şuâlar sh: 446)

10- «Benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs‑ı mânevîsi­nin serma­yesini, kendilerini Risale‑i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine ver­mek, hususan na­fakasını çıkara­mayanlara vermek lâ­zımdır.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 200)

11- «Ecnebîlerin entrikalarıyla ve muhalif komi­te­ci­lerin do­laplarıyla mevcut ve münteşir müteaddit cemi­yet­lerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakir­dinin münase­bettarlığını gösterecek hiçbir madde bu­lunma­ması, gayet zahir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlâhiyeye ve İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı Âzam (K.S.), Risale-i Nur’a ait keramet-i gay­biyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmâniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki mâsum ve mazlum kardeşle­rimizin der­gâh-ı İlâhiyeye açılan elle­riyle dol­durup, geri çevirip, atanların başlarında mânen patlat­tırdı. Bizlere, yalnız ehemmiyetsiz, sevablı, hafif birkaç yara bere­den başka olmadı. Böyle bir seneden beri dol­durulan bir top­tan, böyle pek az zararla kurtul­mak ha­rikadır. Böyle pek büyük bir ni­mete karşı, şükür ve sü­rur ve sevinçle mu­kabele etmek gerektir. Bundan son­raki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsid­le­rin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bun­dan son­raki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakf etme­liyiz. Şekvâ değil, şük­rettirecek rahme­tin izini, yü­zünü, özünü görmeye ça­lışmalıyız.» (Tarihçe-i Hayat sh: 239)

12- «Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kuman­danı olarak esir düş­tüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı iz­zet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna di­zileceği hen­gâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasa­port lâ­zımdı” diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm Üstadımız Bediüzzaman’ın eserlerini okumak ni­met-i uzmâ­sına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zu­lümden zulme de sürüklen­sek, öm­rümüzün ni­hayetine kadar şükran secdesinden de kalk­masak, bize yine ucuz­dur.» (Tarihçe-i Hayat sh: 701)

13- «Risale-i Nur talebelerinin müdafaaları ve bu ta­lebelerin İslâmiyete hizmetleri esnasında, gizli İslâmiyet düşmanı, insafsız, cebbar zâlimlerin entrika­lariyle maruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şa­hıs­larını düşün­me­den, yani, şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için fedâ ederek, sıddı­kıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etme­leri, âşikâr bir delil teşkil etmektedir.

Evet, hem yirmi beş seneden beri Risale-i Nur’la imân hiz­metine, bü­tün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar “gaddar din düşmanlarının” çok defalar tecâvüz ve taarruzuna ve taharri­yata mâruz kaldığı halde, yirmi beş senedir inziva içinde, Risale-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahraman­ları ağabeyle­rimiz, bizlere birer nümune-i imtisal olan, imân ve İslâmi­yet fedâileridir.» (Sözler sh: 766)

14- «Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mâ­nevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetinde ha­ya­tını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafaka­sına çalış­maya zaman bulamayan fe­dakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshaları­nın fiyatı olan o mü­barek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasi­yet ediyorum ki, altmış yetmiş sene ev­velki kaidemi yetmiş sene son­raki şimdiki düsturla­rıma aynen tatbik etsinler. İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ ser­besti­yeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder...

...kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mâ­nevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebeleri­nin tayinatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 216)

15- «Üstadımız Said Nursî’nin Risale-i Nur eser­leri basıl­maktadır. His­sesine düşen bir miktar kitap fi­yatlarını Üstadımız, hayatını Nurlara vak­fedip na­fakasını çıkara­mayan Nur talebelerine tayin olarak ver­mektedir. Kendisi de bugün ar­tık herke­sin malûmu olmuş olan âzamî bir iktisad ve kanaatle ya­şa­maktadır.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 218)

16- «Ben de beyan ediyorum ki:

Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi, hem mucizatlı Kur’ânımızı tab ettirmek için Eskişehir’de muha­faza edilen sermaye, o Kur’ân’ın tevafukla ve fotoğrafla tab­’ına ait.1 Yanı­mızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye, Cenab-ı Erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun ki; yetmiş küsur sene evvel, o za­ma­nın âdetine muhalif olarak, kendim fakirliğimle be­ra­ber onların tayinlerini verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbânî olarak, o zamandan elli alt­mış sene sonra Cenab-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif ka­idemi mânevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve na­fakasını temin edemeyen ve za­ma­nını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ih­san-ı İlâhî neticesi ola­rak şimdi yanı­mızdaki sermaye onla­rın tayinleridir ve ta­yinle­rin sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî evlât­larım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasi­yet edi­yorum. İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa, o ser­maye şim­diki fedakâr, ken­dini Risale-i Nur’a vakfedenşakirdler­den çok zi­yade fe­dakâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yer­lerde açılacak, be­nim bedelime bu hakikate, bu hale mâ­nevî evlatlarım ve has ve fe­dakâr hizmetkârlarım ve Nura kendini vakfe­den kahraman ve herkesçe malûm kardeş­lerim bu va­siye­tin tatbikine yardımla­rını rica ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 234)

17- «Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya ta­raflarında esarette ka­lır. Bütün hayatını, fîsebilil­lâh Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i Seniyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm, buralarda da ka­t’iyen boş durmaz. İçerisinde bulunduğu muhiti tenvir ve ir­şad için ça­lışır. Bu müddet içinde kendisiyle be­raber esarette bulu­nan zabitlere dersler veriyordu.» (Ta­rihçe-i Hayat sh: 115)

18- «Hem madem, Risale-i Nur bu asra has husu­si­yetler ta­şıyor. Hem madem binlerce âlimlerin takdir­le­riyle karşılanıyor. Hem madem, Kur’ân’ın dellâllığını yapan kahraman Üstad, eşine rastlanmayacak bir mü­kemmeli­yetle, dürüst adımlarla, hakikî prensip­lerle, bütün haya­tını iman ve İslâmiyete vak­fet­miş, dünyevî hiçbir men­faat aramadan sırf Allah rı­zası uğ­runa çalışmıştır. Hem mâdem, bütün kuvvetiyle Nur tale­beleri de, iman ve İslâmiyete Ehl-i Sünnet daire­sinde hizmet için ha­yatla­rını dahi çekinme­den ve­riyor ve süflî menfaat peşinde değil­dirler. Ve madem yüz binlerce Nur talebeleri bütün tazyik ve tehdit­lere rağmen bu hakikati fiilen isbat etmişler.» (Tarihçe-i Hayat sh: 624)

19- «Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çok­tandır anladı­lar ki, Nur talebelerinin kefenleri bo­yunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şey­tanî plânlarını, desi­selerini değiş­tirdiler. Bir zayıf da­marla­rından veya sâfiyetlerinden isti­fade ederiz fik­riyle aldatmak yolunu tuttular. O münafık­lar veya o müna­fıkların adamları veya adam­larına aldan­mış olanlar dost suretine gi­rerek, bazan da talebe şek­line gi­rerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmet­tir bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde eder­sen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eser­dir” gibi birtakım kandı­rışlarla, sırf o Nur tale­be­sinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere naza­rını çevi­rip, nihayet Risale-i Nur’a ça­lışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şey­lerle al­datmaya veya korkutmakla hizmet­ten vazgeçirmeye gayret edi­yorlar.

Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî inti­bah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle al­datmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teş­vik ve o dessas münafıkların maksatla­rı­nın tam ak­sine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah! Hattâ öyle Nur talebeleri mey­dana gelmek­tedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gaye­den sonra, bir sebeb olarak da, münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağ­mına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyorve Üstadımı­zın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zama­nı­dır.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 690)

20- «Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binaendir ki, Risale-i Nur ta­lebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfet­mişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmiş­lerdir.» (Ta­rihçe-i Hayat sh: 700)

21- «Risale-i Nur’un yüksek değerini anlamakta veya onu işitip tanı­makta biraz gecikmiş olan gençler iç­leri sızlaya sızlaya şöyle demektedir­ler: “Şu geç uyanan kıy­mettar gençliğimi fâni, geçici şeylerle zayi etme­yeceğim. Ancak ve ancak Kur’ân’a ve imâna hizmet uğ­runda, sev­gili Al­lah’ım ve sevgili Peygamberimin emir­lerine itaat yo­lundaki hizmetlere vakfedece­ğim. Ancak böylelikle, bu muvakkat gençliğimde bâkî bir genç­liği elde etmiş olaca­ğım.» (Gençlik Rehberi sh: 253)

22- «Risale-i Nur’un hizmetine hasr-ı va­kit eden rü­künlere ve çalı­şanlara zekâtla yar­dım etmek de Risale-i Nur’a bir nevi hizmettir.» (Kasta­monu Lâhikası sh: 223)

23- «Basiretli Nur nâşirleri, otuz beş sene evvel Risale-i Nur’daki yük­sek hakikatleri görmüş, o kudsî ders­leri almış ve o zamandan beri ih­lâs ve sadakatla gizli din düşmanlarına göğüs germiştir. Nur kahraman­larının ha­neleri müteaddit defalar arandığı ve kendileri defalarca hapis­lere atılarak orada şiddetli azaplar ve sı­kıntılar çekti­rildiği halde, elmas kalemleriyle Ri­sale-i Nur’un bu kadar senedir nâşirliğini yapmışlardır. İstedikleri tak­dirde dünya nimetleri kendilerine yâr ol­duğu halde, her türlü şahsî, dünyevî rütbeler­den, varlıklardan feragatle, ömür­lerini Risale-i Nur’un hizme­tine vakfetmişlerdir.

“Acaba, Risale-i Nur şakirdlerindeki bu cehd ve kuv­vetin, bu feragat ve fedakârlığın ve bu derece sebat ve sa­dakatın sebebi ne­dir?” diye bir sual so­rulursa, bu su­alin cevabı muhakkak ki şu ola­caktır: Risale-i Nur’daki cerh edilmez yüksek hakikatler, iman hizme­tinin yalnız ve yal­nız rızâ-yı İlâhî için yapılması ve Bediüzzaman Hazretlerinin âzamî ihlâ­sıdır.» (Tarihçe-i Ha­yat sh: 164)

Risale-i Nur eserlerinden kısmen alınarak nakle­dilen mezkûr beyan ve tavsiyeler, Risale-i Nurla Kur’an ve iman hizmetine ha­yatını vakfetmek fedakâr­lığı, kıyamete kadar devam etmesi gere­ken ve Bediüzzamanın  Hazretle­rinin vasiyetname­leriyle de te’­yid edilen de­ğişmez bir esastır.

Bu değişmez esası tam yerine getiremeyen talebe­ler, haya­tını hizmete vakfeden İslâm fedailerine, tam bir mu­avenet, tesa­nüd ve teşvik ile bu fazi­lete ortak olup manevî şirkete dâhil olurlar.

 

1On bin liradır. (Müellif)

download
Yukarı Çık