MUKADDEME
Cemaatte hakiki ve makbul ittihad ve hizmet beraberliğinin sağlanması ancak düsturlar ve esasat dairesinde olabileceğinden bu eser, bu düstur ve esasat-ı nuriyeyi nazara vermesiyle ehemmiyeti haizdir.
Keza kâinatın güzellik ve manidarlığı, Sani’inin onda takib ettiği gaye ve hikmetlerin bilinmesi derecesiyle göründüğü gibi, Kur’andan alınan ve Risale-i Nurda nazara verilen hüküm ve düsturların ehemmiyetinin bilinmesi de, onlardaki derin ve küllî İlâhî hikmetlerinbilinmesi ve hissedilmesi derecesiyledir. Kitabda bildirilen bu hikmetleri anlayabilmek için dahi ciddi bir cehd ile okumak, birinci şarttır. Bu sahada zâhirî hükümlerden hakikata geçememiş olan avamın, bu hükümlerde beşerî anlayış ve meyilleriyle tasarruf etmeden teslim olmaları şarttır. Havas dahi aynı hükümlere tasarrufsuz teslim olup onlardaki hikmetleri anlamaya çalışır. Bu tarz hareket; sadakat ve teslimiyettir. Akıl, ahkâmın menşei değil, ancak onlardaki hikmetleri anlamada muhatabdır.
Hakiki bir Nur Şakirdi, manevî mesuliyet duygusuna sahibtir. Bu hissin, vicdanî bir neticesi olarak da, Kur’andan alınmış olduğunu bildiği cihetle de Risale-i Nurdaki hakikatlara ve düsturlara tam bir teslimiyeti vardır. Yani kendi arzusuna ve şahsi anlayışlarına göre değil, kitaba uygun düşünür, inanır, konuşur ve yaşamaya çalışır.
Nur Dairesinde olan birisi, Risale-i Nura zıd düşen hareket ve konuşmalarının kitaba, yani açık beyanların getirdiği kat’i hükümlere ters düştüğü hatırlatılınca, kendisinin doğru düşündüğüne dair kitaptan açık delil göstermeye bedel yine kendi anlayışlarıyla konuşursa ve açık beyanlara ve hükümlere karşı te’villere kaçarsa, bu sözleri artık nazar-ı itibara alınmaz.
Dinî hükümlerde kitabın esas alınması değişmez bir kaidedir. Aksi halde dine bağlılık iddiası, mânâsız ve mantıksız olur ve böyle kimselerle de dinî meseleleri konuşmak gerekmez. Ancak manevî mes’uliyetten kurtulmak için kitaptaki hakikatler ve düsturlardan dersler ve imkân nisbetinde tebliğ yapılır. Ve iyi niyetli ve teslimiyetli olanların yanlışa düşmemelerine çalışılır.
Bu eserdeki esasatın tesbit şekli ise:
Kitabdaki sarih beyanların getirdiği mânâ ve hükme istinad eder.
Bu hükme muhalif düşen aynı sarahatta başka bir beyan ve te’vili gerektiren bir mecaz veya makamda olmamak şartiyle ortaya konulan bu hüküm sabitiyet ve bağlayıcılık vasfını kazanır.
Evet, terk edilemez mânâsında ve terkinde ehl-i hak dairesinin haricine çıkmaya sebebiyet vermesi cihetiyle “zaruriyat” denilen dinî hükümlerde.. ve dinde sarahaten sâbit olduğundan bilâkayd u şart teslimiyeti gerekli olması mânâsıyla “müsellemat” tabir edilen şer’î düsturlarda.. ve beşerî anlayışlarla tasarruf ve te’vil edilemezlik hususiyetiyle “muhkemat” vasfiyle tavsif edilen Kur’anî beyyinatta.. ve temeli teşkil etmek mânâsıyle nazara verilen ve “esasat” denilen İslâmî rükünlerde ve kaidelerde ittifak edilir ve edilme mecburiyeti vardır.
Bu esaslardan birinin bilerek ve bilihtiyar zıddını ileri sürüp tamim etmeye çalışanlarla, tasviben ve bilihtiyar ittifak eden de aynı manevî mes’uliyete ortak olacağından1 hizmet beraberliği yapılmaz. Demek esaslarda yapılan bu tarz yanlış hareketler, ittifak yolunu kapayan sebeblerden sayılır. Bu itibarla ehl-i İslâmın ittifakına çok şiddetli ihtiyaç duyulan bu devrede, hamiyetkâr her müslümanın, hattâ insanlık vasfını taşıyan herkesin dahi, şer’î ittifakın tek yolu olan esaslarda ittifakla beraber teferruatın ihtilafını bırakmanın elzemiyetini lisanen ve fiilen ve tekraren nazara verip telkin etmeleri zarurîdir.
Salâhiyet ve mes’uliyeti kendinde toplayan resmîyetin haricinde, yani samimi uhuvvetkârane cemaatta, mezkûr yanlış hareketlere iştirak edilemediği gibi menfî mücadeleler de yapılmaz. Ancak hakikat tebliğ ve izhar edilir. İslâmî resmîyette ise, (49:9) âyetinde zikredildiği üzere, birbiriyle mücadeleye girişmiş iki İslâm taifesini, vazifeli resmî makam, ahkâm-ı şer’iye adaleti dairesinde sulh’a davet eder. Yani, şahısların hâkimiyetini bertaraf ile şer’î esasların hâkimiyetini ikame etmek ister. Eğer bu şer’i davet dinlenilmezse, resmî makam, itaatsızlara karşı mezkûr âyette bildirilen kıtal hakkını kullanır. İmam-ı Ali’nin (R.A.) yaptığı gibi...
Tesbit edilen esaslar için toplanan parçalarda, kat’î ve sarih hüküm ifade eden kısımları koyu siyah yazı ile yazdık. Koyu (bold) yazı haricindeki yazılar ise, nazara verilen hükmü, biraz daha etraflıca tahkik edebilmek içindir. Daha etraflıca geniş araştırmak isteyenler, gösterilen me’haz kitabın verilen sahifesine göre tahkik edebilirler.
Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Kaside-i Celcelûtiyesinin Risale-i Nurdan haber verdiği kısmında:
«Risale-i Nur’u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra...» (Şualar sh: 750)
Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü’nün mezkûr tarzdaki beyanından, bu esasların varlığına bindörtyüz sene önceden işaret ettiğini anlıyoruz.
Ve keza Bediüzzaman Hazretleri de aynı mânâda Risale-i Nur esasatının kurtuluş için yegane çare olduğunu beyan ederken şöyle der:
«Bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddî ve tedennî-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır.» (Kastamonu Lâhikası s:131)
Her meselemizde kitabın sarih hükümlerini esas almak olan bu tarzın tahakkuku için, külliyattaki değişmez esasat ve düsturların bilinmesi şarttır ve zaruridir. Çünkü bilinmeyene uymak düşünülemez ve mantığa aykırıdır. Şu halde evvelen Risale-i Nur Külliyatında sarih beyanların neticesi olan ve esasat, zaruriyat, müsellemat gibi ifadelerle nazara verilen ve cemaatı hak dairesinde tam ittifak ettiren değişmez düsturlar hakkındaki bazı beyanları görmek gerekir!
1 Meslek Düsturlarının Değişmezliği Esası’nın sonuna bakınız. (Hazırlayanlar)