بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
NİFAK VE MÜNAFIKLIK HAKKINDA
Fitne-i ahirzamanda nifak ve münafıklığın hususiyetleri gereği kadar bilinmezse, saf müslümanların çokça aldanacakları ve aldatılacakları ve nifak vesilesiyle millî ahlakın dahi feci şekilde bozulması nazara alınarak Risale-i Nur külliyatından nifak hakkında bazı tesbitlerin yapılmasına ikaz için ihtiyac duyuldu.
Bir müslümanın dinde beyan olunan nifak hakkındaki hususiyetleri bilmesi, böyle şerli bir duruma düşmemesi için şarttır. Günün bozuk cemiyetinde cehalet ve gaflet ve ahkâm-ı diniyeye teslimiyetsizlik artmıştır. Binaenaleyh böyle meselelerin nazara verilmesi giderek ehemmiyet kazanmıştır.
1-Asıl münafıklığın tarifi:
Münafığın ve münafıklığın dereceleri vardır. Asıl münafık dinsiz ve din düşmanıdır. Risale-i Nur’dan Emirdağ Lahikası adlı eserin 78. sahifesinde “münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.)” şeklinde tarif ediliyor.
2-Milletin ikiye bölünmesi rivayeti:
Keza Risale-i Nur’dan Mektubat adlı eserin 439. sahifesinde, Türk milletinin ikiye bölüneceğini bildiren haberi tasdik eden bir rivayet Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları adlı eserde şöyle tesbitlidir:
يَكُونُ فِى اُمَّتِى فِرْقَتَيْنِ سَيَصِيرُ النَّاسُ قِصْطَاطَيْنِ, قِصْطَاطُ اِيمَانٍ لَانِفَاقَ فِيهِ وَقِصْطَاطُ نِفَاقٍ لَا اِيمَانَ فِيهِ
Meâli: "Ümmetimin içinde, yahut ümmetim iki fırka olacak, insanlar iki gruba ayrılacaklar. Birinci grup nifaksız hakiki ehl-i iman grubu. İkincisi de, imansız nifak ehli grubu..." (Hadis sıra no: 628)
Evet, bu rivayet âhirzamanda milletin nifak cihetindeki durumunu ihbar edip ikaz eder.
Keza ilk meclis kurulduğunda Ankaraya giden Bediüzzaman Hazretleri, bu mezkûr rivayetin haber verdiği milletce ikiye bölünme tehlikesinden bahseden beyannamesinin bir kısmında şöyle diyor:
“Şu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek...Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, manâ-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisâl etmek ve ettirmekle manâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç; fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan, şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye, mânâ-yı hilâfeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek; ve o mânâyı idame etmek için, kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asâ ise, وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا âyetine zıddır.” (T:142)
Yani, idare eden ve edilenler arasında, asırlardan beri gelen ve millî vicdanda yerleşen mukaddesatta müştereklik olmazsa tezadî durumlar meydana gelir. Millî aheng bozulur ki, bunun çok vahim neticeleri olur.
3-Münafık din düşmanlığını gizler:
Müslümanları aldatabilmek için, münafık dine düşmanlığını gizler. Hatta zahiren dindar bile görünür.
Keza münafıklar, azgınlıkları itibariyle de derecelidirler. Yani bazıları din düşmanlığında çok azgındır.
4-İslâm dairesinde zuhur eden nifakî durumlar ve gıybetler:
Diğer bir kısım kimseler de var ki, din dairesinde bulunup din lehinde de faaliyet gösterirler. Fakat kalın bir gaflete ve gizli münafıkların tahrikiyle dünyevî garazkârlıklara itilerek sinsi münafıkların aleti olmak durumuna da düşerler manasındaki ikazlar, kısmen Risalelerde nazara veriliyor. Mesela İslam dairesinde yapılan nifakî fesada bir örnek olarak, Risale-i Nur külliyatından Barla Lahikası adlı eserin 154. sahifesinde garazkârane iftira ve gıybet hakkında ehemmiyetle nazara alınması gereken ikazın çok kısa bir parçası şöyledir:
اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ ...الخ
Gıybet, şu âyetin kat'î hükmüyle nazar-ı Kur'anda gayet menfur ve ehl-i gıybet gayet fena ve alçaktırlar. Gıybetin en fena ve en şenii ve en zalimane kısmı, kazf-ı muhsanat nev'idir. Yani gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek; en şeni' bir günah-ı kebair ve en zalimane bir cinayettir, hayat-ı içtimaiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir,..............
يُحِبُّونَ اَنْ تَش۪يعَ الْفَاحِشَةُ tehdidiyle, öyleleri münafık gibi ehl-i imanın hayat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor. ...........” (B:267)
(Bahsin tamamını görmek isteyenler, gösterilen eserlere bakmalıdırlar.)
İşte bu beyanda açıkça görülüyor ki, bu tarz garazkârlık yapanlar, münafıklık vasfiyle tavsif ediliyor ve edilebiliyor ki, çok ehemmiyetli bir ikazdır.
5-Cehalet, gaflet ve garazla millî efkârı karıştırmak:
Ve keza, ecnebilerden gelecek zarardan daha çok, müslümanların cehalet ve gaflet ve ahkâm-ı şer’iyeye teslimiyetsizlikleri gibi sebeblerle doğan zararlar hakkında Bediüzzaman Hazretlerinin bir ikazı da şöyledir:
“Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i'lâ-yı Kelimetullah'a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû'-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.” (H.Ş.:96)
Burada da şeri’at hükümlerine aykırı hareket ve garazkârlıklarla ihtilaflar çıkarmaktan ve cemaati kendine çekmek hırsiyle riyakârlık ve nifak yolunda yürümekten gelen zararlar cihetinde ikaz var.
6-Cemaatler arasında cereyan eden rekabetler:
“İslam dairesinde cemaatlerin ortaya çıkışından ihtilaf çıkar.” şeklindeki iddiaya Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği ehemmiyetli cevabında diyor ki:
“Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından bu cem'iyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.
Sâniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.
Birinci şart: Hürriyet-i şer'iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.
İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem'iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem'iyet-i ülemaya havale etmektir.
Sâlisen: İ'lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır.” (H.Ş.:98)
Burada müsbet ihtilaf ve cemaat ile, menfi ihtilaf ve cemaat meselesi vardır. Bu husus şöyle izah edilir:
“Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise; maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder. Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan barika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünki maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının Küre-i Arz'da dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahiddir.” (M:268)
Bu kısımda, temel teşkil eden şer’î eserlerde, bilhassa Risale-i Nur kitablarında açıkça beyan olunan esaslara ve düsturlara bağlı kalıp garazkârlık yolunda te’vile sapmamak şart koşuluyor ve şarttır ve zaruridir. Ortada ihtilaflar varsa mezkûr müstakîm yoldan gidilmiyor demektir. Çünkü, müsbet veya menfi neticeler kendi şartlarından doğar.
7- Kizb’in nifak alâmet olduğu:
“Kizb küfrün esasıdır. Kizb nifakın birinci alâmetidir.” (İ:82)
“Sıdk, İslâmiyetin üss-ül esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni'-i Zülcelal'in kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün enva'ıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış.”(H:45)
Kütüb-u Sittede münafıklık alâmetleri hakkında şu hüküm var:
“5729 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:
"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."
(Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16, (4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116))
Hülâsa:
1) Meşruiyete dayanmayan inşikak ve gruplaşmalara
2) Garazkârlık gibi hissiyatla adam çürütmeye dayanan gıybetlere
3) Cemaatler arası menfi rekabetlere
4) Kizb’in yaygınlaşmasına karşı müteyakkız davranmak icab eder.
İşte çok kısa olarak nazara verilen şu ikazlar, manevî mesuliyet hissine sahib olanlar için yeterli bir dersdir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.