DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِين

TENKİL MESELESİ

Tepeleyip sindirmek. Başkalarına ders ve ibret olacak şekilde ve caydırıcı ceza vermek manasında olan bu tabire hukukta yer verilir. Bununla alakalı olarak ve ehemmiyetine binaen tekraren nazara verilen bazı kısımları naklediyoruz.

Önce bir suali nazara alacağız. Şöyle ki:

Sual: Gizli nifak cereyanı neden Bediüzzaman ve Nurculuk hareketi aleyhinde defalarca ve kanunsuz tecavüzleri yaptı ve yapmak ister?

Cevab: Ahirzamanda başlıca iki cereyan karşı karşıyadır. İman ve nifak cereyanı olan bu iki zıt kutubtan biri galib gelse, diğeri mağlub olur. İkisinin sulh dairesinde yaşamaları imkânsızdır. Çünkü gizli nifak cereyanının asıl hedefi, dünya hâkimiyetini ele geçirmektir. Bu hedefinde en büyük engel olarak Nuculuk hareketini görmektedir. Çünkü İslam dünyası üzerinde hâkim olabilmek için, müslümanların eski kahramanlıklarını kazandıran kuvvetli iman cesaretini kırmak ve milleti sefih bir yaşayışa itip ifsad ederek hayatperest ve nefisperest yapmak ve sadece kendi mefaatini düşünüp hâmiyet-i diniye hissini yok etmek ile mümkün olacağını anlamıştır.

Nurculuk hareketinin ise, İslam dünyasına eski hamiyet-i diniyesini kazandırdığını ve menfaat-ı şahsiyesini, menfaat-ı diniyesi için feda edebilen bir iman kuvveti kahramanlığına vesile olduğunu  gördü. Onun için Nurculuk hareketini ifsad etmeyi tek hedef olarak seçti.

Ramuz-ul Ehadis kitabının 518. sahifesinde geçen bir rivayette şöyle buyruluyor:

يَكُونُ فِى اُمَّتِ رَجُلَانِ اَحَدُهُمَا وَهَبُ يَهِبُ اللَّهُ لَهُ الْحِكْمَةَ وَالْآ خَرُ غَيْلَانُ فِتْنَتُهُ عَلَل هَذِهِ الْاُمَّةِ اَشَدُّ مِنْ فِتْنَةِ الشَّيْطَانِ

Bir âlim zat bu rivayeti şöyle izah etti:

“Bu hadis-i şerif, ümmet-i Muhammediyenin hayatı nokta-i nazarında çok şamil bir te'siri haiz iki şahsı ve cereyanını haber vermektedir. Bunlardan biri, mahz-ı mevhibe-i İlahiye olacak ve kendisine hikmet-i İlahiye ve hikmet-i Kur'aniye ihsan edilecek. Diğeri de, fitnesi bu ümmet-i Muhammed'e şeytandan daha te'sirli olan bir şerir zalim ve cereyanı olacaktır.

Bu şerir şahsın ve cereyanının tahribatına karşı, tamirci ve manen vazifedar şahsın ilmi, mezkûr hadiste de geçtiği üzere, vehbîdir.” (İslam Prensipleri Ansiklopedisi Mehdi maddesi 2294/2. parağraf)

Bu nifak cereyanı, kendisi de tecavüz etmekle beraber daha çok aldattığı garazkârları ve cahil safdilleri tecavüzde kullanır.

Bu cereyanın fitne ve ifsadı cemiyette yaygınlaştıkça, geniş dairede yapılacak irşad, bazı rivayetlerden de anlaşıldığı üzere müessir olmaz. Çünkü bu ifsadla ekseriyetin nazarı dünya hayatına çevrilmiş oluyor. Ancak dar dairede irşad devam eder. Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde durumun böyle olacağı görülebilir. Cüz’î bir örnek olarak, Kastamonu lahikası: 90 ve 190. sahifeye bakınız.

Bu gibi sebebler iledir ki Bediüzzaman Hazretleri, siyasî iktidarın, Risale-i Nur’un ikaz ve irşadına ve manevî kuvvetine dayanarak ve hukuk devletinin otoritesini de icra edip bu sinsi cereyanı önlemesini şart görüyordu. Hatta iktidarın, kanunları tavizsiz icra ile azgınlara vereceği tenkil manasındaki ibretlik cezalarla hukukun hâkimiyetini korumaktan başka çare yoktur. Aksi halde anarşi hakimiyeti gelir. Evet bu mes’elenin ortası yoktur. Onun için bu cereyana zaaf gösterip taviz vermek, onların hakimiyetine kapı açmaktır ve tecavüzkârlığa cesaretlerini artırmaktır. Bunun neticesinde, devlet de, millet de anarşi istilasına uğrar.

Bediüzzaman diyor ki:

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye'cüc ve me'cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.” HŞ:79

Evet, “Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur'an'a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat'iyyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal'ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.E:218

Biz hem onlara, hem onları aleyhimizde dinleyenlere, Denizli mahkeme-i âdilesinde dediğimiz gibi deriz:

"Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan başlar, zendekaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşâallah!" L:262

İşte Menderes hükümetinin Bediüzzamana  seyahatlarını geçici olarak durdurmasını nazikane rica ederken, Bediüzzaman aksine seyahatlarını durdurmuyor ve kanunsuz ve kasdî ve maksadlı yaygara yapanların durdurulmasını ısrarla istiyordu. Bu durum, devlet sahasında müsbete dönüş devresi olacaktı.

Evet, bu kronolojik eserin daha çok son yarısında görülen ve herkesin meşru hakkı olan seyahat hürriyetini Bediüzzaman hakkında yaygara vesilesi yapıp hükümeti Bediüzzaman aleyhine çevirmekle kendi azgınlığını gizleyip unutturmak isteyen azgın cereyana karşı Bediüzzaman, hükümetin  hukuk devleti sıfatiyle, kanunsuz tecavüzler yapan mütecavizleri durdurmasını ısrarla hatırlatması, bu sırdan ileri geliyordu. Fakat bu inceliği kavrayamayan veya cesareti yetersiz olan hükümet, iktidardan düştü ve Bediüzzamanın yaptığı ikazların doğruluğu ortaya çıktı.

O karışık devrede  Ord. Prf. Ali Fuad Başgil Ankara’da Celal Bayar ve Menderes’le görüştüğünde “Böyle karışıklıklar olunca, Avrupa’da tatbik edilen kaide hükümeti feshetmektir” dedi. Menderes, “Durumun düzeleceğini bilsem ben çekilirim, fakat bu çare değil” cevabını verdi.

Celal Bayar ise, “Tenkil gerek tenkil” diye bağırdı ve bu hususta isabet etti. Başgilin tahsil ettiği Avrupa anlayışının tesirinde kaldı. Meselenin asliyetinde beyn-el minel cereyanın perde arkasındaki rolü nazara alınmalıdır.

İşte Hz.Bediüzzamanın tam isabetli ikazının hikmeti anlaşılmalı...

Bediüzzamanın, bu hadiseye, yani hükümetin müsbete dönüşünü beceremeyip iktidardan düşmesine işaret eden bir manzumesi:

“EDDAÎ

1Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde

Said'den yetmiş dokuz emvat 2bâ-âsam âlâma.

Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş.

Beraber ağlıyor 3 hüsran-ı İslâm'a.

Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla

Revanım saha-i ukba-yı ferdâma.

Yakînim var ki: İstikbal semavatı, zemin-i Asya

Bâhem olur teslim, yed-i beyza-yı İslâm'a.

Zira yemin-i yümn-i imandır

Verir emn-ü eman ile enama... S:694

Not: Yukarıda kayıdlı olan yetmidokuz rakamı, tarih ifadelerinde kısaltma kaidesiyle ve Arabice, 79 - 1379 demektir. Bunun da miladî karşılığı 1960 dır ki manzumede geçtiği üzere Bediüzzamanın vefat tarihidir. Hem hükümetin iktidardan düştüğü tarihtir. Hem o hadise, hüsran-ı İslamdır.

Hükümeti yıpratıp ve zaafa düşürüp maksadlarına zemin hazırlayan yaygaracılara, tenkil tabir edilen ibretlik cezaların lüzumuna bakan bazı ifadeleri Risale-i Nur’dan kaydediyoruz. Şöyle ki:

Risale-i Nur'un bütün vatan sathında ve hattâ âlem-i İslâm ve Avrupa'nın pekçok yerlerinde hüsn-ü kabule mazhar olması ve Türkleri âlem-i İslâmla eski ittihada muvaffak edecek bir dünyevî semeresi Nur şakirdlerinin niyetlerinde olmadan netice vermesi ve hükûmetin bizzât İslâmiyete, dine, vicdan hürriyetine tam kıymet verip eski hükûmetin tahribatlarını tamire çalışması ve mukaddesata tecavüz edenlerin  tenkili hakkında bir kanun çıkarmaya teşebbüsü gibi müsbet ve ferahlatıcı pekçok hâdisatın aynı anında o asılsız mes'elenin ihdası, hükûmetin ve İslâmiyet'in aleyhinde olanların mahsulü olduğunda aslâ şübhe etmiyoruz.” Em:218

Evet, devletin itibar ve otoritesi ve hukukun hâkimiyeti ve anarşistliğin önlenmesi, ancak hak kanunlarının adalet üzere ve tavizsiz icraatına bağlıdır. Karşılarında ciddî bir hukuk devletini görmeyen azgın cereyan, ideolojisine varmak için her türlü tecavüzleri tahrik ederek millî huzuru ve ictimaî süküneti bozar. Efkâr-ı umumiyeyi aldatmak için zahirde hürriyeti ve hür rejimi iddia ederlerken, fiiliyatlarında kendi arzularından başka hiçbir kanun ve nizamı, hatta meşru devletin varlığını da kabul etmez bir yol takib ederler.

İşte Bediüzzaman Hazretleri böyle karışıklıkların meydana gelmemesi, eğer gelmişse önlenmesi için, şahıs hâkimiyetine bedel, meşru kanun hâkimiyetini ve hukuk devletinin fiilen varlığının lüzumunu şart görüp der ki:

“İslâmiyet'in bir kanun-u esasîsi olan hadîs-i şerifte سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ yani: Memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet'in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünki kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.Em:163

Yani hâkimiyet devlet adamlarında değil kanunda olmalı. Padişah da, yani en büyük devlet adamı da gerektiğinde mahkemeye celb edilebilir. Sultan Fatihin muhakemesi gibi...

Yine Bediüzzaman diyor: “Cumhuriyet ki, 4 adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.

Adalet, yani, kanun hâkimiyetinde musavatı; meşveret, yani meclis sistemini; ve hukukun hâkimiyetini, Bediüzzaman ısrarla nazara veriyor. Mesela diyor:

“Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” E:172

Evet, Bediüzzaman D.P. deki dine dost kısmına hitaben diyor ki:

“.....eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnetdarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşâallah o Ahrarlar, istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer'iyeye vesile olacaklar. ” Em:20

Zaten başka şık yoktur. Evet, bu zamanda hadislerin ortaya koyduğu müceddidiyet ve nifak cereyanı mücadelesi vardır.

Yukarıda geçen Hürriyet-i şer’iye tabiri: Dinin temel kitablarında yazıldığı üzere, Allahın emir ve yasaklarına uygun ve onlarda beşerî tasarruflar yapmadan icraat yapmaktır. Bunun hikmetlerinden bir kısmı, Bediüzzaman Hazretlerinin Hutbe-i Şamiye adlı eserinin 74. sahifenin 1. parağrafından 80. sahifenin 1. parağrafına kadarki yerde izah edilir.

Yine Bediüzzaman 1909 da, o dehşetli divan-ı harb-i örfî mahkemesinde diyor:

Acaba müstebid yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddid şahıslar müstebid olmaz mı? Bence, kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdad münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.DHÖ: 41

Yani en küçük memurdan en büyük makama kadar, halk üzerinde tahakküm etmek adeta paylaşılır. Bu durumda hür rejimin adı dillerde kalıp, istibdad fiiliyatta yerleşir. 

Evet, “..... din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.Ş:516

Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” Ş:588

Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var.” E:219

Yani ya hukukun hakimiyetiyle yapılacak tenkil, ve kanun hakimiyeti olacak veya rüşvet-i mutlaka, yani azgınların isteklerine baş eğmek yolu takib edilecek. Baş eğmek dahi anarşi istilasını netice verir. Bu durumda ferdî ve ictimaî her iyilik tersine döner, mahvolur.

Fitneye karşı İslâmî iktidarın adalet otoritesi  yani tenkil mahiyetindeki âyetlerden bir kısmı aynen şöyledir:

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلاَ عُدْوَانَ اِلاَّ عَلَى الظَّالِم۪ينَ

Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır. (2:193)

يَسْئَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, insanları, Mescid-i Haram'dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. (2:217)

سَتَجِدُونَ اٰخَر۪ينَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَاْمَنُوكُمْ وَيَاْمَنُوا قَوْمَهُمْۜ كُلَّمَا رُدُّٓوا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوا ف۪يهَۚا فَاِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُٓوا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّٓوا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُب۪ينً۟ا

Diğer birtakım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler. Fitne için her davet olunuşlarında onun içine başaşağı dalarlar. Eğer bunlar sizden çekinmezlerse, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün. İşte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik. (4:91)

فَقَالَ اَنَ۬ا رَبُّكُمُ اْلاَعْلٰىۘ{٢٤}

فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ اْلاٰخِرَةِ وَاْلاُو۫لٰىۜ{٢٥}

اِنَّ ف۪ى ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰۜى۟{٢٦}

(79:24, 25, 26)

“Burada Alûsî’nin kaybettiği vechile bazı eserlerde şöyle nakledilmiştir ki, Firavun topladığı kalabalığının içinde kalkıp hitap etmek suretiyle bir nutuk çekerek o büyük lafı etmiş, böylece kendisini halkı yönetenlerin hepsine üstün tutmuştu.

فَاَخَذَهُ اللّٰهُ  Allah da onu tuttu. نَكَالَ اْلاٰخِرَةِ وَاْلاُو۫لٰىۜ Ahiret ve dünya azabıyla (herkese ibret olacak şekilde) cezalandırıverdi. Azap, ta’zip yani azap etme mânâsına geldiği gibi, nekal yani herkese ibret olan ceza da, tenkil yani herkese ibret olacak şekilde cezalandırma mânâsına mastar ismidir.

TENKİL, gören ve işitene ibret olacak, gören ve işitene onu yapmaya sevk eden şeylerden menedecek şekilde azap edip cezalandırmaktır. Burada nekal, نَكَالَAllah onu ahiret ve dünya azabıyla cezalandırdı.” Takdirinde menfülü mutlak, cümlesi ise hâl yerindedir. Yahut “Allah onu ahiret ve dünya cezası için tuttu, alıverdi” mânâsında fiilinin sebeb bildiren mef’ûlü (tümleci) olur.” (Elmalılı Tefsiri)

Ayetleri örnek verilebilir.

İslam hukukunda, halkın gözü önünde verilen bazı ta’zir cezaları da tenkil manasındadır.

Netice: Bu fitne asrının dehşetli ifsadatına karşı hal çaresini anlatan Bediüzzamanın manidar ikazlarının nazara alınması ve anlatılan inceliğin idareciler tarafından anlaşılması ile gereken tedbirlerin alınması icab ettiğinden, cüz’î bir hulasası nazara verildi.

Medeni cemiyetlerin nazariyesinde kabul edilen medenî hayat, yani farklı anlayış sahiblerinin sulh-u umumî dairesinde yaşamaları ve herkes kendi fikrini serbest neşretmek olan hürriyet, yaygaracı mütecavizlerden dolayı ciddiyet kazanamıyor. O halde hakiki hürriyet ve insaniyet tarafdarları, azgınlığın ve azgınların önlenmesi hedefinde birleşmelidir. Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde bu davetini de nazara vermiştir.

Mesela diyor:

Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevi, sünnet-i seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeş seneden beri dünyayı terkeden bir adama bu tarz muameleler, kat'iyyen şekk ve şübhe bırakmadı ki; komünist perdesi altında anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müdhiş bir sû'-i kasd eseri olduğu gibi, İslâmiyet'e ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar meb'uslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû'-i kasddır. Dindar meb'uslar dikkat etsinler. Bu dehşetli sû'-i kasda karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.” Em:166

 

Evet, “Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.

Mevkuf 

Said Nursî”  Ş:497

İbn-i Sina: “Sözün güzelliği kısalığındadır.L:147diyor.

 

1Bu kıt'a, onun imzasıdır.

2Her senede iki defa cisim tazelendiği için iki Said ölmüş demektir. Hem bu sene Said yetmişdokuz senesindedir. Herbir senede bir Said ölmüş demektir ki, bu tarihe kadar Said yaşayacak.”

3Yirmi sene sonraki bu şimdiki hali, hiss-i kabl-el vuku' ile hissetmiş

4 O zaman Meşrutiyet, şimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuş.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık