DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

FÜRUAT

Füruat kelimesi halk dilinde çok basit ve geri derecede olan meseleler manasındadır. Fıkıhta ise, temel teşkil eden asıllardan çıkan farz, vacib, sünnet ve âdâba kadar dereceleri olan hükümleri ifade eder.

Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye eserinde şu bilgi veriliyor.

“Ahkam-ı fıkhiye, mesail-i fıkhiye, esasen füruata ait, içtihada müstenid hükümlerden,meselelerden ibaret ise de bu tabirIer, hem nass ve icmaa müstenid şer'î ahkâm ve mesaile, hem de içtihad ve kıyasa müstenid hükümlere; meselelere şamil, umumî bir unvan olarak istimal edilmektedir.” (Hu. İsl. Ist. Fık. Kamusu, C:1, sh:245)

Mezkûr beyanda ifade edilen ve Kur’anın açık ve kat’î hükmü manasında olan nass ve icmaa müstenid hükümler, tasarruf kabul etmez. Nassî ve icmaî hükümlere muhalefetin vahim neticesi olur. Elmalılı tefsirinde şu kayıd var:

..... istihlâl-i ma'siyet, tahlil-i haram, tahrim-i helâl gibi bizzat eser-i küfür, delil-i küfr olduğu belli bulunan ef'al-i mükezzibenin zaruret-i ikrah yoksa küfr olduğunda hiç ihtilâf edilmemiştir.” (Elmalılı tefsiri, sh:207)

Evet, terk edilemez mânâsında ve terkinde ehl-i hak dairesinin haricine çıkmaya sebebiyet vermesi cihetiyle zaruriyat denilen dinî hükümlerde.. ve dinde sarahaten sâbit olduğundan bilâkayd u şart teslimiyeti gerekli olması mânâsıyla “müsellemat tabir edilen şer’î düsturlarda.. ve beşerî anlayışlarla tasarruf ve te’vil edilemezlik hususiyetiyle muhkematvasfiyle tavsif edilen Kur’anî beyyinatta.. ve temeli teşkil etmek mânâsıyle nazara verilen ve esasat denilen İslâmî rükünlerde ve kaidelerde ittifak edilir ve edilme mecburiyeti vardır.

Bu esaslardan birinin bilerek ve bilihtiyar zıddını ileri sürüp tamim etmeye çalışanlarla, tasviben ve bilihtiyar ittifak eden de aynı manevî mes’uliyete ortak olacağından hizmet beraberliği yapılmaz. Esaslarda yapılan bu tarz yanlış hareketler, ittifak yolunu kapayan sebeblerdendir. Bu itibarla ehl-i İslâmın ittifakına çok şiddetli ihtiyaç duyulan bu devrede, hamiyetkâr her müslümanın, hattâ insanlık vasfını taşıyan herkesin, şer’î ittifakın tek yolu olan esaslarda ittifakla beraber teferruatın ihtilafını bırakmanın elzemiyetini lisanen ve fiilen ve tekraren nazara verip telkin etmesi zarurîdir.

“İslâm Müctehitlerinin kıyas ve ictihat tarikiyle istinbat ettikleri hükümler ise (ahkam-ı fıkhiye), (mesail-i fer'iye-i ameliye) namiyle yad olunur. Şu kadar var ki bunlara da, şer'î esaslara istinad ettikleri cihetle ahkâmı şer'iye ıtlak olunmaktadır.” (Hu. İsl. Ist. Fık. Kamusu, C:1, sh:15)

Füruat denilen hükümlerin bir kısmı, manası açık ve kat’î olan nassî ayetlere istinad eder. Namaz, oruc ve tesettür-ü şer’î gibi pek çok şer’î hükümler var ki, zaruriyat-ı Kur’aniyedendirler. Yani Kur’anın kat’i hükümlerinden, âdâbın cüz’î kaidelerine kadar olan kısma, füruat denilebiliyor. Meselâ:

“Sünnet-i Seniyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garra’da tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevafil nev’indendir. Nevafil kısmı da, iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi Sünnet-i Seniye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdâb” tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniye kitablarında zikredilmiş.” L:53

Bu kısımda görülüyor ki, Sünnet-i Seniye farzlardan sünnet ve âdâba kadar farklı kısımlara ayrılıyor. Sözler mecmuasında “Namaz, zekât, orucun vücubu, ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malum olan ahkâm-ı kat’iye-yi İslâmiye” (S:483) ifadesi de dikkat çekicidir. 

Evet Kur’anın O mensus manaları kabul etmemekten, hâşâ sümme hâşâ, Cenab-ı Hakk'ı tekzib ve Hazret-i Risalet'in fehmini tezyif etmek çıkar.” M:388

....Bu kıyasla, ona Kur’ân delâlet eden hükümler, Kur’ân’ın zaruriyatındandırlar. Bir harfin inkârı dahi kabil değildir.” Mu:66

Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeâir‑i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur’âniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak..» tır.Ş:432

Bu kısımda zikredilen hükümlerin ahkâm-ı Kur’aniyeden olduğu beyan ediliyor ki, te’vili imkânsızdır.

İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için, nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayre ilzam edemez.

Ümmeti davetle teşri' edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.

İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.

Yoksa davet bid'attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz..” S:705

Evet “Ferdin fehmi ve manası ona hastır. O ferd, onu kabul eder. Fakat başkalarını ona davet edemez. Eğer cumhur-u ülema onun fehmini kabul ile başkalara şümulünü gösterse, o vakit başkasını o manaya davet edebilir…” Em:89

Faraza 27. Söz’ün kat’i beyaniyle zamanımızda bulunması mümkün olmayan hakiki bir müctehid bulunsa dahi, re’y-i cumhura istinad etmeden ictihadını tamim ve neşredemez. Şayet etse bid'attır, reddedilmesi lâzım gelir diye ikaz var.

Bu kısa nakillerden anlaşıldı ki, füruat tabirinin te’vil ve tebdili inkâra götüren nüsus-u Kur’aniyeden âdâb-ı diniyeye kadar şumulü vardır.

Evet, Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu füruattan olmakla beraber, kat’î delile dayandığından ictihada girmeyen ve kat’î olan ahkâm hakkında şu bilgiyi de veriyor:

Evet, İctihadın hükmü, galebe-i zanndır. Yani: ictihad ile sabit bir mesele hakkındaki kanaat, hata ihtimali ile beraber galebe-i zandır. Bir müctehid, kendisinin hakka isabet ettiğini kat'i surette iddia edemez. Belki isabet ettiğine zann-ı galib ile kani bulunur. Bu cihetle ictihad, kat’iyyattan olan usul ve füru’da cari olmaz. Çünkü bunlarda galebe-i zan, kâfi değildir, bunlarda cezm lazımdır.” (Hu. İsl. Ist. Fık. Kamusu, C:1, sh:243)

Evet, sarih delile dayanan ahkâm-ı şer’iye, zaruriyattandırlar. Meselâ: namaz, oruc, zekât, tesettür-ü şer’î gibi pekçok hükümler var ki, onlara iman şarttır. Bu gibi ahkâmın istihlal ve istihfafında iman tehlikesi vardır diye baş kısımda bahsi geçti. Yani amelî sahaya bakan ve zaruriyattan olan farzlardan tut, tırnak kesmek tarzı olan en küçük âdâba kadar füruat tabiriyle ifade edilebilir. Farzlara ve haram hükümlere füruat denilince avam, fazla ehemmiyeti olmayan bir mes’ele şeklinde anladığından, halkın büyük mes’uliyete düşeceği, hatta imana zarar verme tehlikesi bulunduğu cihetle bu mes’eleyi nazara verme ihtiyacı duyuldu. 

Sözler mecmuasında şu izahat var: “Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez. Çünki kat'î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid'akârane bir hıyanettir.” S:480 diyerek Hz. Üstad şiddetle ikaz eder.

Bu hükmü te’yid eden Istılahat-ı Fıkhiye Kamusunda ayrıca şu kayıd var:

“Bir kısım «Kavaid-i fikhiyye» vardır. Bunlar, İslâm hukukunun usulü mesabesindedirler. Bunlar, fıkhın esaslarını teşkil eden usul ve edillenin birer zübdesidir. Bunların her biri bir şer'î delile müsteniddir. Hatta bunların bir çokları müteaddid şer'î delillerin tetebbu ve istikra’sı neticesi bulunmaktadır. Bu cihetle bunlar, yalnız muayyen bir delil-i şer'î den me'huz olan kaidelerden daha kuvvetlidir.” (Hu. İsl. Ist. Fık. Kamusu, C:1, sh:254)

Demek ahkâm-ı şer’iyeyi, şeriatın temel kitablarından nakletmeden şahsî anlayışlarla hüküm vermek caiz değil ve mesuliyetlidir ve dikkat etmek gerektir.

1-Füruatın değiştirilemeyeceği mes’elesi:

İşte körükörüne taklidciliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki: "Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılab olabilir?"

Elcevab: Bu kıyasın, Birinci İşaret'teki kıyastan daha ziyade farkı zahirdir. Çünki Din-i İsevî'de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer'iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a'zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci' olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm'ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz'î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.” M:435

Evet, füruat-ı İslâmiyenin değişemiyeceğinin bir hikmeti şöyle beyan ediliyor:

“Şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı Şer'iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.” S:482

Yani füruat-ı İslâmiye, sonsuz İlm-i İlâhîden gelen Kur’andan alındığından ilm-i beşerî ile müdahale edilemez demektir.

2-Hadîsin bildirdiği füruat mes’elesi:

Hadîste vârid olduğu gibi, "Herbir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadîsçe "şücun ve gusûn" tabir edilen) füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır." mealindeki hadîsin hükmüyle, Kur'an hakkında nâzil olan bu âyet-i kudsiye, fer'î bir tabakadan ve bir mana-yı işarîsiyle de Kur'an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe'nine bir nakîse değil. Belki o lisan-ül gaybdaki i'caz-ı manevîsinin muktezasıdır.Ş:711

Risale-i Nur daha çok esasat-ı imaniyeyi esas alır. Evet Hz. Bediüzzaman diyor ki: 

“Aziz kardeşim! Fıkh-ül ekber olan esasat-ı imaniye ile meşgul olduğumuz için, nakle ve ehl-i içtihadın medarikine ve meâhizine bakan dekaik-i mesail-i fer'iyeye zihnim şimdilik ciddî müteveccih olamıyor. Zâten yanımda da kitablar olmadığı gibi, vaktim de yoktur ki, müracaat edeyim. Hem ülema-yı İslâm o kadar tedkikat-ı sâibe yapmışlar ki, füruata dair tedkikat-ı amîkaya ihtiyaçları kalmamış. Eğer hakikî ihtiyaç hissetseydim, böyle füruata dair müçtehidînin derin me'hazlerine gidip, bazı beyanatta bulunacaktım. Belki de, daha o nevi hakaika meşguliyet zamanları gelmemiş, her ne ise.” B:352

Yani bu kısımda füruata aid hükmün tesbitinde şer’î me'hazlere müraatın lümuzumuna işaret var. Risale-i Nur’da daha çok fıkh-ül ekber ve usul denilen esasat-ı imaniye esas alındığından ve farzlar, sünnetler ve âdâb gibi füruatın mes’eleleri şeri’at kitablarında tesbitli olduğundan, bu gibi fıkhî mes’elelerle meşgul olunamadığı nazara veriliyor. Risale-i Nur’da Namaz, Oruc, Takva gibi farzların ve Sünnet-i Seniyenin hikmetleri ve elzemiyetleri izah ve isbat edilir diye hatırlatılıyor.

3-Zamanların tebeddülüyle bazı füruatın da tebeddül etmesi:

“İtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehiddirler. İhtilaf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zâten zamanların tebeddülüyle, füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabiî bir şeydir. Meselâ, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar; veya kışın güzel tesiri olan bir ilâcın, yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.” İ:26

Füruat kelimesinin geçtiği yerlere göre farz-ı ayndan, en küçük âdâba kadar manasının derecelendiği unutulmamalı. Çünkü farz hükümlerin istihlâl ve istihfafı, çok büyük mes’uliyetlere sebebtir.

Aynı mevzuda İşârât-ül İ’caz eserinde, ehl-i kitaba hitaben şu izahat var:

“Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir.” İ:50

Burada da usul ve füru’ hakkında bir nevi izah verildi.

Netice: Şeri’atın temel kitablarının verdiği bilgiye istinaden füruat, fıkıh lisanında farzlardan âdâba kadar derecelenir. Avam dairesinde ise bu kelime fazla ehemmiyeti olmayan mes’ele diye biliniyor. Kelimenin kullanıldığı makamını bilmeyen, ehemmiyetli yanlışa düşebileceğinden dikkat gerektir.

Muhteva:

1-Füruatın değiştirilemeyeceği mes’elesi

2-Hadîsin bildirdiği füruat mes’elesi

3-Zamanların tebeddülüyle bazı füruatın da tebeddül etmesi

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık