FÜTUR - YAZ MEVSİMİNİN SEBEB OLDUĞU FÜTUR VE ÇARESİ
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Şuhur-u Muharreme'den sonra, hususan bahara yakın, hayat-ı dünyeviye gafleti bir derece fütur vermekle beraber; bazı sarsıntılar ve hastalıklar ve askerliğe gitme cihetinde Risale-i Nur'un hizmetine bir derece za'f gelmiş diye endişe ediyordum.” (Kastamonu Lahikası 128)
“Bilirsiniz ki; yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp, ta'til-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul olamıyor. Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden iki senedir ciddî hakaikenisbeten yemişler, fakiheler nev'inden tevafukat-ı latife ile ezhanımızı taltif etti, zihnimizi neş'elendirdi. Kemal-i merhametinden o tevafukat-ı latife meyveleriyle, ciddî bir hakikat-ı Kur'aniyeye zihnimizi sevketti ve ruhumuza o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem fakihe, hem kut oldu. Hem hakikat, hem zînet ve meziyet birleşti.” (Barla Lahikası 138)
“Sâniyen: Muvakkat bir fütur, bir tenbellik sizde ârız olduğunu yazıyorsunuz. Baharda kanın galeyanından gelen ve gecelerin kısalmasındaki uykusuzluğundan neş'et eden ve müstemi'lerinkalbleri işlere teveccüh etmelerinden tevellüd eden rehavet ve füturdan başka, meyanımızdaki münasebet-i ruhiyenin rabıtasıyla, musibetin eseri olarak bendeki sarsıntının size in'ikası ve sirayet etmesi mümkündür.
Merhum Abdurrahman'ın vefatı zamanında bilmediğim halde, o münasebet-i ruhiye cihetiyle fazla bir sarsıntıyı Ramazan-ı Şerifte hissettim. Şimdi anladım ki, şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in'ikasat vardır.” (Barla Lahikası 249)
“Sâlisen: Aziz kardeşlerim! Bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhur-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması elbette bir derece neş'eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur, size fütur vermesin. Çünki o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.
Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım ders arkadaşınız ve müstemi'leriniz çoktur. Hem mütefekkirane, o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:
آسْمَانْ رَشْكْ بَرَدْ بَهْرِ زَمِينْ كِه دَارَدْ
يَكْ دُو كَسْ يَك دُو نَفَسْ بَهْرِ خُدَا بَرْ نِشِينَنْدْ
Yani: Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde hâlisen-lillah sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sâni'-i Zülcelal'inin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü eser-i san'atını birbirine göstererek Sâni'lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.” (Barla Lahikası 260)
“Sâniyen: Bu yaz mevsiminde hakaik-i Kur'aniyeyenisbeten, meyveler hükmünde tevafukata dair, hurufat-ı Kur'aniyenin nüktelerini beyan ediyorduk. Şimdi mevsim değişmiş, huruftan ziyade hakaika ihtiyaç vardır. Gelecek yaza kadar muvakkaten o kapıyı ihtiyarımızla çalmayacağız.” (Barla Lahikası 335)
“İkinci Mes'ele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde, şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhen bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebeb, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhişârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi; dünya sergisi açılmağa başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur'un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünki başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmağa kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.” (Kastamonu Lahikası 66)
“Fakat madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَاsırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a'mal-i sâliha ve umûr-u hayriye daha kıymetli, daha sevablıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.” (Kastamonu Lahikası 135)
“Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur'un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.” (Emirdağ Lahikası-1 43)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.