DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِين

HZ. BEDİÜZZAMAN DEMOKRAT DEVRESİNE NE NAZARLA BAKIYORDU

Dikkat çekicidir ki, Risale-i Nur’daki demokratlara ait yazıların çoğu, bu partinin on senelik devresinde, partinin siyasî istikametine bakan yazılardır. Bu yazıların bir kısmı burada nazara verilecek. Hz. Üstad partiyi İslama doğru çekerken, kemalizm cereyanı dahi sola doğru çekiyordu. Böylece iki taraf arasında mübareze vardı. Bunun bazı nümuneleri şöyledir:

“Bu defa birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahib çıkması sebebiyle Reis-i Cumhuru ve Heyet-i Vekileyi tebrik ile beraber, bir hakikatı ifşa ediyorum; şöyle ki:

"Bize hücum eden ve mahkemelerde tazib edenler demişler: “Bu Nur talebelerinin dini siyasete âlet etmek ihtimalleri var, belki de ediyorlar.” Biz de o zalimlere karşı müdafaatlarımızdaki binler hüccet ile demişiz ve diyoruz ki:

Biz, dini siyasete âlet değil, belki rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan, düşmanlarımızca da tahakkuk etmiş ki: Üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarımızı garazkârane tedkik ettikleri halde, bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamıyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu. Evet biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbane dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üçyüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun.

Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.

Kardeşlerim; ben bunu böyle münasib gördüm, sizlerin meşveretine havale ediyorum.

Said Nursî  (Em:16)

Mezkûr kısımda, Demokratların İslamiyeti himaye edeceğine bir derece ümidle bakıldığı hissediliyor.

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i İslâm’ın mühim bayramlarının mukaddemesi olan, bu memlekette şeair-i İslâmiyenin yeniden parlamasının bir müjdecisi olan Ezan-ı Muhammedî’nin (A.S.M.) kemal-i ferahla onbinler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz. ....................

Sâniyen: Benim son hayatımı Isparta havalisinde geçirmek büyük bir arzumdur. Ve Nur Efesinin dediği gibi demiştim: “Isparta, taşıyla toprağıyla benim için mübarektir. Hattâ yirmibeş seneden beri beni işkence ile tazib eden eski hükûmete kalben ne vakit hiddet etmişsem, hiçbir zaman Isparta hükûmetine hiddet etmeyip o mübarek vatandaki hükûmetin hatırı için ötekileri de unutuyordum. Hususan oradaki eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnetdarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşâallah o Ahrarlar, istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” (Em:20)

Bu kısımda da Demokratların nifak cereyanı karşısında müsbet mübareze vesilesiyle, hamiyet-i İslamiyeleri ciddiyet kazanıp istibdad-ı mutlakı ve bid’aları önleyecekleri ümid ediliyor. Çünkü ikinci devrenin vazifesi hakkında şu beyan var:

“Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.” (Em:24)

Hem“ Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır.” (Em:266)

Fakat Demokrat Parti ortaya çıkarken endişelenen nifak cereyanı, partinin reisini kendi taraflarına çekebileceklerini umdukları birisinin başa geçirmeyi hesabladılar ve sinsî yoldan başa geçmesini sağladılar.

Evet, bu menfi cereyana hitaben ve D.P.’ye atfen Hz. Üstad diyor:“......size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksa idi, birden sizi mağlub ederdi.” (E:219) Çünkü heyecanlı bir ictimaî halet ve milli heyecan hazırdı.

Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.

Bir Ezan-ı Muhammedî’nin (A.S.M.) serbestiyetiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuvvet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnetdar ettiler. Hem manen eski İttihad-ı Muhammedî’den (A.S.M.) olan yüzbinler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihadcıların mason kısmına karşı ittifakları gibi; şimdi de aynen İttihad-ı İslâm’dan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrat’a karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist manasını taşıyan kısmı, iki müdhiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar. Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) efradının çoklarını astılar. Ve Ahrar denilen Demokratları, kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de: Şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevketmek veya kendileri gibi tahribata sevketmek istedikleri kat’iyyen tebeyyün ediyor. Hattâ ülemanın resmî bir kısmını kendilerine alıp, Demokratlara karşı sevketmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek; tâ Nurcular vasıtasıyla ülema, Demokrata iltica etmesinler. Çünki Nurcular hangi tarafa meyletseler ülema dahi taraftar olur. Çünki onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

İşte madem hakikat budur, yirmibeş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarîkatı ezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı, bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemek için; Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ülemayı, hem milleti memnun ve minnetdar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle Ezan mes’elesi gibi şeair-i İslâmiyeyi ihya için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.

Maatteessüf bazı müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki; Demokratları tahribata sevketsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.” (Em:24)

Bu kısımda da görülüyor ki, Hz.Üstad, demokratları İttihad-ı İslama istinad ettirip, geniş dairenin yani ikinci devrenin vazifesi olan şeairi ihya ile gelecek anarşiyi önlemek ve İslamî hayatın gelişmesine yol açmak için teşvikatta bulunuyor. Yani Hz. Üstadın bu tavsiyeleri muvacehesinde demokratlar, nifak cereyanına karşı müsbet mübaraze kanununa girselerdi, yani fikren ve hissen muhalefetle, mübareze vesilesi ile ciddiyet kazanacak olan hamiyet-i İslamiye ile, memleketin selametine vesile olabilirlerdi. Çünkü Hazret-i Üstadın, hamiyet-i İslamiyenin “feveranı” ifadesinde bu kanun vardır. Tarihî hadiseler, menfi değil müsbet mübarezeye dayanmalıdır. Yani Hz. Üstadın nazara verdiği ve bilfiil gösterdiği Nurun mesleği gibi olmalıdır.

Hz. Üstad diyor ki: “cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.” (L:271)

Keza “.....hem Risale-i Nur’un tesettür perdesinden çıkıp gayet büyük ve umumî bir mes’elede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanında şakirdlerini arkasında bulmak ve kaçmamakla sarsılmaz ve mağlub olmaz bir hakikata bağlandıklarını mütereddid ve mütehayyir ehl-i imana göstermesi gayet lüzumlu olduğunu dahi nazarınıza ve meşveretinize alınız. Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.”( L:327)

Evet, “Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi’ bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıdları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tegayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tegayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi’ kıldığı için; o şecere-i hilkatın câmi’ bir semeresi olan insan nev’inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizb-üş şeytana bazı cihazat vermiş.” (L:80)

Bu kısımda maddi veya manevî mütecaviz durumunda olan maneviyat düşmanlarına karşı yapılan mübarezenin tekâmül vesilesi olduğu beyan edildi.

“Ankara’da dindar Ahrarların kongresinde beni Diyanet Riyaseti dairesinde bir vazife ile tavzif etmeyi hararetle istemelerine ve Medreset-üz Zehra’nın Nur talebelerini, bu mes’elede bana kabul ettirmekte vasıta yapmalarına karşı derim: O toplantıda bu teklifi yapan meb’uslara ve dindar arkadaşlarına çok teşekkür ve çok selâm ve muvaffakıyetlerine çok dua ederiz. Fakat ben ziyade zaîf ve şiddetli hasta ve ihtiyar ve kabir kapısında ve perişan olduğumdan, o kudsî vazifeyi yapmaya iktidarım olmamasından benim yerimde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, benim bedelime Nur şakirdlerinin has ve hâlis ve İslâmiyet’in hakikî fedakârlarının şahsiyet-i maneviyesi, o kudsî vazifeyi şimdiye kadar gayr-ı resmî perde altında yaptıkları gibi, inşâallah resmî bir surette dahi yapabilecekler. Onlara havale ederiz.

Duanıza muhtaç kardeşiniz

Said Nursî    (Em:211)

Demokratların zamanında madem Ezan-ı Muhammedî ve din dersleri gibi şeair-i İslâmiye ile Kur’ana hizmet ve eskilerin Kur’an zararına tahribatları tamire başlanılmış. Ve madem dinsizlerin ve masonların ve komünistlerin eserleri intişar ediyor. Elbette âlem-i İslâm’ın Mekke, Medine, Şam gibi yerlerinde büyük âlimlerin takdir ve tahsinlerine mazhar olmuş ve Diyanet Riyaseti’nde hocalara okutturulan Zülfikar, Asâ-yı Musa ve Siracünnur gibi, feylesofları susturan mübarek mecmuaları müsadere etmek, üç sene onlarla beraber binler lira kıymetinde değerli, mu’cizatlı, altun ile İsm-i Celal yazılmış, Diyanet Reisi bütün takdir ile tab’ına çalıştığı Kur’anı müsadere eden adamlar; elbette adalet ve adliye ve hakikat hesabına değil, belki komünist, masonluk hesabına bir garazkârlık ediyorlar.” (Em:24)

Bizi ve âlem-i İslâmı pek sevindiren Demokratlar dikkat etsinler. Nurları ve Nurcuları bu işkencelerden kurtarsınlar.” (Em:43)

Hz. Üstad, Halkçı ve ırkçı partiler hakkında şöyle diyor:

“Madem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve cazibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve manevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri, nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip; Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum.” (Em:164)

“......âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:

Nasıl Ezan-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de Ayasofya’yı da beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yüklenmez fikrindeyim.” (Em:164)

Sayın Adnan Menderes!

Otuzbeş seneden beri siyaseti terk eden Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’an ve İslâmiyet ve vatan hesabına bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensubları ve Nur Talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir.” (Em:206)

Malum olduğu gibi böyle hadiseler, yani fütuhat haberleri, bağlı oldukları şartları bulunca Allah ihsan eder veya meydana gelen şartların derecesinde eksik olur. Bu şartlar da müslümanların tayakkuzu ve hamiyet-i diniyelerinin varlığına mütevakkıftır. Bu derecelilik de imtihanın lazımıdır. Nitekim 16. Lem’anın baş kısmında bu hakikat, ihtara binaen ve gayet ibret-amiz beyan edilir. Burda nazara verilen mezkür kaderî kaide, kıyamete kadar bütün zaman ve mekânlara bakar. Yani bu kaderî kaide manen diyor ki: Amelleriniz tesbit edilip ebedî aleme gönderilmesi için bu dar-ı imtihana getirildiniz. Mükâfat ve mücazatınızın asıl vesilesi, insaniyetin asliyetinde konulan ihtiyarınızdır.

Hz. Üstad diyor ki:  “Madem şu kâinat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek.” ( M:243)

Evet,” Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.” ( M:45)

“Güya insan o ârızalar ile, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur. Sahife-i hayatında veyahut Levh-i Misalî’de mukadderat-ı hayatını yazar, esma-i İlahiyeye bir ilânname yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhaniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını îfa eder.” (L:13)

Hem hikmet-i İlahiye, “.....ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur.” ( İ:173)

Merhum Zübeyir Ağabey, Hz. Üstada atfen şöyle diyordu:

“Eğer biz hizmeti, ihlas ve sadakat üzere yapsak, Allah Amerikan ordularıyla fütuhat ziyafeti çeker.” Yani kaderin hüsn-ü muamelesine liyakat gerek.

Yani millet ekseriyetinin istikamet üzere, yani hamiyet-i İslamiye’ye sahib olması gerekiyor. Bu fitne asrında şahsî kemalatın kazanılması müşkildir. Şahsî kemalat hakkında, Hz. Üstadın kendi şahsından bizlere bakan şu ifadesini nazara almalı .

  فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ âyetinin bir işarî manasını anlatırken diyor ki:  “o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesbetmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyle ise, o adamın teşebbüsiyle neşredilen esrar-ı Kur'aniye, o asırda istikametde imtiyaz kesbedecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine idhali, o imtiyaza remzeder.” (STG:163)

Fakat, ihlas ve sadakat üzere olan hizmete dikkat çeken şu beyanlar da nazara alınmalı:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:   مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ Yani: “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” (L:49)

Yine aynı hadisi şöyle izah eder:

 مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ  ev kema kal- Yani: “Bid’aların ve dalaletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-ı Kur’aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.” (L:167)

Bir şehid, bir veli hükmünde olduğu cihetle, muhlis ve sâdık hizmet ehli, yüz evliya derecesini kazanabilir. Şeklindeki hükmü de manidardır.

Evet,“......bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar eğer herbiri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer âmi ve âdi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünki böyle pek ağır şerait altında iman kurtarmak hizmeti, herşeyin fevkindedir.” (Ş:307)

Yukarıda zikredilen, “sünnetime temessük” tabiri, anti-süfyaniyet anlayış ve yaşayışını ifade eder.

Evet, bu zamanda müslüman farklı derecelerle, ya sünnet veya bid’at tarafındadır, ortası yoktur.

Hz. Üstad diyor ki: “....Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet’e karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası üç meslek îcab ettirir.” (Em:59)

Evet, Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları adındaki, eserin 628. Sıra nolu rivayetinde nakledilen: “milletin iki guruba ayrılması” ve aynı eserin 807. Sıra numarasında da, “süfyaniyet cereyanını tekzib edenlerin geçmiş günahlarının afv edileceği; onu tasdik edenlerin ise, geçmişteki amellerinin ibtal edileceği ihbar ediliyor”. Bu ve benzer rivayetler müvacehesinde ahirzamanda milletin menfi-müsbet olarak ikiye ayrılacağı haberleri nazara alınınca, İslam milletini ikiye bölen süfyaniyetin bu bölücülüğü daha iyi anlaşılır ve millet bir derece uyanır.

Bu meselenin en çok dikkat çeken tarafı şu ki; on senelik demokrat devresinde yazılan mektupların ekserîsi, Demokrat Partiyi, siyaseti dine alet etmek manasında olarak ikaz ve irşad edici mektuplardır. Adeta, müjdelenen İslamî hayat devresinin ümidiyle bakıldı. Fakat rivayette de işaret edildiği gibi yedi veya dokuz sene gibi bir müddet dairesinde İslamî gelişmenin nakıs bir derecede olabildiği ve sonunda iki muarız partinin birleşmesiyle demokrat partiye son verileceği planını Hz. Üstad, demokratlara ihbar ve ihtar etti. Aynen de dendiği gibi vukua geldi.

Bu on sene dairesinde yazılan mektuplarda kısmen burada da zikredildiği üzere şeairi ihya ve ittihad-ı İslam kuvvetini kazanma ve bid’aları izale etmek gibi ciddi meselelere dikkat çekiliyor. Yani kitapta denildiği gibi; hayat-ı içtimaideki dindarane haletler diye anlatılan müsbet gelişmeleri ve mason ve komunistlik gibi cereyanları, hakiki hukuka müstenid olarak menfî hareketlerini durdurmak istenmişti. Ve buna benzer müsbet hareketlerle İslamî gelişmeyi sağlamak idi. Fakat nifak cereyanı iktidarı yumuşak bularak ifsadâtına devam etti.

Risalelerde yazıldığı üzere geniş daireye bakan müjdelerin tahakkuku ümidiyle ve Hz. Üstad’ın sahib olduğu İslamî istikamete aid yolu gösterme vazifesini ifa etmiştir. Bu yola uygun hareketin yapılıp yapılmaması ise imtihan sırrına havale edilir ve edilmiştir.

Allah kaderî muamelesini, kötülüklerden uzaklaştırma ve iyiliklere sevk edecek tarzda gösterir.

Rivayette var ki: “Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var.” Yani فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ   âyetinin sırrıyla bin sene hâkimane ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani ancak beşyüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.”  (Ş:589)

“Çok defa mektublarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.” (E:265)

“İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’an-ı Hakîm’in dörtyüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını “ (Em:100)

“Madem meyl-ül istikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev’-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah…” (H:37)

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.” (H:79)

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık