DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

RİSALE-İ NUR NAZARIYLA HADİSAT-I ÂLEME BAKIŞ

1 وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ (الطَّاغُوتُ) bin dörtyüz onyedi (1417)  Şualar ( 270 )

“Bir hak bilkuvve kalmış, yahut kuvvetsiz kalmış2 , ya mahluttur, hem mahşuş3 . Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.

Mühezzeb ve müzehheb yapmak için, muvakkat bâtıl ona musallat, tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır

Tâ mahz ve hâlis çıksın. Mebadide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. "Akibet-ül müttakin" ona vurur bir darbe!

İşte bâtıl mağlubdur. "El-hakku ya'lû" sırrı onu çarpar ikaba; işte hak da galibdir.” Sözler (726)

Evet, İslâm dünyasının kemmiyetçe çokluğuna rağmen, âhirzaman fitnesinin ifsadatiyle keyfiyeten gerilemesi sebebiyle mağlubiyete düşeceği, bazı rivayetlerde haber verilir. Ezcümle bir rivayette şöyle buyuruluyor:

 يُوشِكُ اَنْتَدَاعَي عَلَيْكُمْ اْلاُمَمُ مِنْ اُفِقٍ كَمَا تَدَاعَي الْاَكْلَةَ عَلَي قَصْعَتِهَا قَالَ: قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ اَمِنَ قِلَّةٍ بِنَا يَوْمَئِذٍ قَالَ اَنْتُمْ كَثِيرٌ وَلَكِنْ تَكُونُونَ غُثَائِ كَغُثَائِالسَّيْلِ تَنْتَزِعُ الْمَهَابَةُ مِنْ قُلُوبِ عَدُوَّكُمْ وَيَجْعَلُ فِى قُلُوبِكُمْ اَلْوَهْنُ قَالَ قُلْنَا وَمَا لْوَهْنُ قَالَ حُبُّ الْحَيَاةِ وَكَرَهِيَةُ الْمَوْتِ

Yani: “Ümmetler (milletler) yakın bir zamanda ve ufuktan yani, en uzak yerlerden ve sema cihetinden4 sizin üzerinize üşüşürler, çöküşürler.5 (Öyle ki) sizin yemek kaplarına üşüştüğünüz gibi.”6 Su’ban sordu: “Yâ Resulallah! Biz o zaman az mı olacağız? (ki böyle bize hücum edilecek.)

Resulullah (A.S.M.) buyurdu: (O zaman) Çok olacaksınız. Fakat siz selin köpük ve çörçöpüne benzer bir hale geleceksiniz. (Bu zayıf halinizden dolayı) düşmanlarınızın kalbinden (önceden var olan veya her türlü) mehabet ve korku nez’ olur, çıkar ve sizin kalbinizde de vehn olur.

“Vehn nedir?” diye sorulunca, Resulullah (A.S.M.): “Yaşamak sevgisi (yani rahat ve zevkli hayat arzusu) ve ölümü kerih görmenizdir.” Diğer bir rivayette: Kıtalı (cihadı) kerih görmenizdir.” diye cevab verdi. (İbn-i Hanbel 5/278)

Bir başka rivayette şöyledir;

سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا وَتَغْزُونَ اَنْتُمْ وَ هُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ

İstikbalde Rum ile emniyeti te’min eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı savaşacaksınız.» (7 )

Bu hadis-i şerif, beynelmilel dinsizlik ve anarşiliğe karşı, İslâm-Hristiyan ittifakını haber verirken, metindeki  صُلْحًا آمِنًا ifadesi, umumi huzur ve asayişi ciddi ihlal eden anarşizmden zımnen haber verir. Çünki manayı muhalifi ile anlaşılıyor ki; anarşizmin şiddetinden umumi emniyetin iadesine şiddetli ihtiyaç doğacak... yani, “emniyet sulhu”, emniyeti temin edebilmek için gereken kuvvete sahib olmak, ancak İslâm-Hristiyan ittifakıyla mümkün olacak, diye işaret eder.

“Sâlisen: اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذِينَ آمَنُوا cümlesi hem mana, hem cifr ile Risalet-ün Nur'a bir remzi var. Şöyle ki:.........

(Bu makamda perde indi. Yazmaya izin verilmedi. Başka zamana te'hir edildi.)

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

(Haşiye): Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır.” Şualar (272)

“..ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa'da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm'ın tam intibahıyla8 ve Yeni Dünya'nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle 9 ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur'ana ittihad edip tâbi' olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.” Emirdağ Lahikası-1 (58)

“Rü'yada Bir Hitabe10

1335 senesi Eylül'ünde, dehrin hâdisatının verdiği yeis ile şiddetle muzdarib idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rü'ya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rü'ya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile, bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi: "Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor."

Gittim gördüm ki: Münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i sâlihînden ve a'sarın meb'uslarından her asrın meb'usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip kapıda durdum.

Onlardan bir zât dedi ki: "Ey felâket helâket asrının adamı! Senin de re'yin var, fikrini beyan et."

Ayakta durup dedim: "Sorun, cevab vereyim."

Biri dedi: "Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak? Galibiyette ne olurdu?"

Dedim: Musibet, şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i'la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde ta'cil etti.

Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garb husumeti, İslâm'ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebebdir, bâki kalmalı.

Birden meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: "Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır!"

Tekrar biri sordu: Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki, şu musibetle hükmetti? 11 Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir?

Dedim: Mukaddemesi, üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekat. Zira yirmidört saattan yalnız bir saatı, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tenbellik ettik. Beş sene yirmidört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık. Keffareten beş sene oruç tutturdu. On'dan kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekat istedi. Buhl ettik, zulmettik. O da bizden müterakim zekatı aldı. اَلْجَزَاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ

Mükâfat-ı hazıramız ise; fâsık, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velayet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatadan neş'et eden müşterek musibet, mazi günahını sildi.” Tarihçe-i Hayat (133 - 134)

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.”  Kastamonu Lahikası (111 - 112)

 

1 Burada ayet açıklanmamış, fakat ayete baktığımızda kafirlerin, yani şer cereyanının -ki, bu cereyan gerek süfyaniyet, gerek deccaliyet cereyanı, gerekse bu ikisinin birleşmesinden oluşan bir şer cereyanının şahs-ı manevisidir- dinsizliği koruyacağı bir hareket başlangıcı olarak, 1417 tarihi veriliyor. Risale-i Nur’da Üstad Hazretlerinin “Eğer hicri olsa”, “Eğer rumi olsa” gibi ifadelerle biri hicri diğeri rumi olmak üzere iki şekilde tarifi vardır. Demek ki, bu iki takvimi de kullanmanın yolu açıktır. Eğer Hicri olsa 1417 rakamı 1996-1997 eder ki, bu tarihte Türk-İslam dünyasının merkezi olan Türkiye’ye ve bilhassa Nurcular kısmına bir hücum başlatıldı. Bu hücum savaş şekliyle değil, nifak şeklinde, aldatma yoluyla, iftiralarla ve hareketleri kısmak, el koymak, korkutmak yollarıyla oldu, görüldü. Eğer Rumi olsa 1417 tarihi 2002-2003’lere doğru uzanır ki, bu tarihte geniş çapda İslam dünyasını ele geçirme projesinin başlangıcı haber veriliyor.

2 Yani, İslamiyet'in yaşanan hayata intikal ettirilmesi olmamış.

3 Yani, hak ile batıl birbirine karışmış durumdadır.

4 Yüksek tekniğe sahip, sür'atli ve muharrib tayyarelere işaret olabilir.

5 Hadîste geçen تَدَاعَ kelimesi müşâreket olup, birbirini çağırmak demektir. Hücum edilmek istenen taraf aleyhinde milletlerin birbirini çağırıp toplanmaları, müttefik güç meydana getirip saldırmaları mânâsını ihsas eder.

6 Yeme-içme ve yaşama zevklerine düşkünlüğe düşüleceğine telmih olsa gerek.

7   T.T. ci: 4 hadis: 960; İ.M. 4089; Ebu Davud cihad: 156 ve melahim: 2, ibn-i Hanbel 4/91, 5/372, 9/40, 65

8   Samimi ve ciddi bir ittihad-ı İslam ile.

9   Hayata tatbik edilmesiyle.

10 Bu zamanda bu parça adeta bizlere ilaç gibidir.

11 “Onlar nasıl zorla en mahrem risaleleri en nâmahreme okuttular.. öyle de, zorla ısrar edip bizi cem'iyet yapmağa mecbur ediyorlar. Halbuki cem'iyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünki ittihad-ı ehl-i iman cemaatindeki uhuvvet-i İslâmiye; Nurcularda pek hâlisane, fedakârane inkişaf ettiği gibi ve eski ecdadlarımızın kemal-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikata Nur şakirdleri o milyonlar kahraman ecdadlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedailik ile o hakikata bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve aşikâr cem'iyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i İlahî onları bize musallat ediyor. Onlar mevhum bir cem'iyet isnadıyla zulmederler. Kader ise, "neden tam ihlasla, tam bir tesanüdle, tam bir hizbullah olmadınız?" diye bizi onların elleriyle tokatladı, adalet etti.” Şualar (533)

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık