بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
KUR’AN YAZISININ EHEMMİYETİ
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Türkiye’deki Kur’an yazısı aleyhtarlığına karşı Kur’an yazısını müdafaa etmiş ve taarruzlara karşı geri çekilmemiştir.
Ancak bu arada zikri gereken şu husus var ki; Bediüzzaman Hazretleri Türkiye’de hatt-ı Kur’aniyi bilenlerin giderek çok azalması ve yeni yazının umumîleşmesi ve iman derslerine olan ihtiyacı zaruret haline gelmesi gibi sebeblerle, zarurete binaen yeni yazı ile Risalelerin matbaada neşrine ruhsat vermiştir. Yoksa hatt-ı Kur’anî ile neşriyat yine esas teşkil eder. Nitekim Bediüzzaman Hazretlerinin bir beyanı aynen şöyledir:
«Risale-i Nur'un bir vazifesi; huruf-u Kur'aniyeyi muhafaza olduğundan, yeni hurufa zaruret derecesinde inşâallah müsaade olur.» (K:210)
Risale-i Nur eserlerinden mevzumuzla alâkalı bazı bahisleri aşağıda kaydediyoruz..
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Risale-i Nur’un Kur’an yazısı ile yazılmasının mahkemede suç mevzuu edilmesine karşı yaptığı müdaafasında şöyle der:
«Şimdiye kadar Kur'an harfleri ve hattı, Türk milletinin hatt-ı kadîmi olduğu halde; latin harflerini, Türk harfleri deyip Kur'an harfleriyle Asâ-yı Musa'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihte yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar...» (Ş:415)
Bediüzzaman, Hazret-i Ali’nin (RA) Kaside-i Ercüziye namındaki eserinde1 yeni yazı denen ecnebi yazısının cebren ta’mim edilip okutulacağını işareten ihbar eden cümlesini cifren şöyle tesbit eder ve izah eder:
“Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, Kaside-i Ercuze'sinde اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا deyip, bu zamanda tamim edilen ecnebi harflerine bakıp, bu cümledeki harflerin cifrî ve ebcedî rakamlarının bu zamana parmak basmalarıyla vaki' cereyan-ı küfriyaneye işaret ettiği gibi;” (L: 447)
اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا بِتَّ بِهَا اْلاَمِيرُ وَالْفَقِيرَا
Yani, ecnebi hurufları bin üçyüz kırksekizde (1348) tamim edilecek, çoluk-çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا cümlesi tam tamına; iki ت sekizyüz, iki س yüz yirmi, iki رdörtyüz, iki ط onsekiz, bir ى on, mecmuu bin üçyüz kırksekizdir. Aynı tarihte Latinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı.” (Ş:736)
..Yine ism-i azam içinde bulunan o altı esma-i hüsnadan bahsedip birdenbire aynen Gavs-ı Geylânînin ihbar-ı gaybisi gibi Hülagü asrından bu asrımıza bakıyor; ikinci bir keramet-i gaybiyeyi izhar ediyor ve diyor ki: اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا ….yani on dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)’de Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi hurufuna İslâmlar içinde başlanacak. Hem umum, hem fakir ve zengin emir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler. Çünkü bir nüshada (بَاتَ ) dır. (بَاتَ ) ise gece çalışmasıdır. (بِتَّ ) ise kat’i ve cebri ifade ediyor. اَحْرُفُ عُجْمٍ fıkrasındaki عُجْمٍ ise o zamanın istilahınca Arabın gayri Lâtince ve Frengî huruf demektir.” (OL: 309)
“(Haşiye): Hz. Ali’nin (r.a.) şu kerameti pek zahirdir. Çünkü: Huruf-u ecnebiyenin İslâm içinde cebren kabul ettirildiği zamanı سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا cümlesiyle tam tamına aynı tarihini gösteriyor. Cifirle ve hesab-ı ebcedle fıkranın mânâsını takviye ediyor. Şöyle ki: İki "س " yüz yirmi (120), iki "ط " on sekiz (18), iki "ت " sekiz yüz (800), iki "ر " dört yüz (400), bir "ى " on (10), bir "ألف " bir (1), bin üç yüz kırk dokuz (1349)’dur. fiimdi Arabî bin üç yüz elli üç (1353)’tür. Bu hurufun cebren kabulü ve Ramazan gecelerinde çoluk ve çocuk ve kadınlara okutturulması dört sene evveldir.)” (OL: 314)
“Hz. Ali (r.a.) huruf-u ecnebiyi İslâmlar içinde cebren kabul ettirmek hadisesi ile ulemaü’s-su’un bid’alara yardımlarından teessüfle bahsedip bu iki hadise ortasında irşadkârane bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Âzamla ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Hem ulemaü’s-su’a muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirtleri ve naşirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur’ân’ı muhafaza ediyorlar ve bid’akâr bir kısım ulemalara karşı da mukavemet ediyorlar.” (OL: 313)
“Ecnebi hurufatını ehl-i İslâmın en mühim hükümeti resmi bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde Risale-i Nur şakirtleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’âniyeyi neşir ve tamim ve muhafazasına çalıştıkları bir zamanda Hz. Ali (r.a.) tarihiyle ondan haber vermekle gaybî keramatı beyan ettiği yerde ulema içinde birisine iltifat gösteriyor. Elbette bu iltifatın gerçi çok efradı olabilir. Fakat bu karine-i hal gösteriyor ki Risale-i Nur şakirtleri bir hususiyet kesbetmiş ki Hz. Ali (r.a.) iltifatla Risale-i Nur’u alkışlıyor.” (OL:315)
“Elhasıl: Hz. Ali (r.a.) keremallahü vechehü ecnebi hurufuna karşı şiddetli teessüf ve hiddet ettiği ve bid’aya taraftarlık eden bir kısım ulemaü’s-su’a karşı şiddetli nefret ve hiddet ettiği yerde irşadkârâne bazılarla konuşuyor. Ve Hz. Cibril’in tabiriyle Sekine ismi verilen ve İsm-i Âzam sandukçası olan Esma-ı Sitteye devam edeni irşad ediyor, taltif ediyor.
İşte o Esma-i Sittenin devamından tereşşüh eden ve Esmanın lemeatı olan Risale-i Nur, ve o Risale-i Nur kendi şakirtleri ile lâakal yüzer kalemle yüz parça Risale-i Nur’un eczalarıyla ve intişar eden yirmi bin nüshasıyla lâakal yüz bin adamı huruf-u Kur’âniye lehine ve sünnet-i seniyeye ittibaa ve imanlarının takviyesine ve Hz. Ali’nin (r.a.) hiddet ettiği iki cereyana karşı tamamıyla mukavemet ettiklerinden elbette Hz. Ali’nin (r.a.) يَا ايُّهَا اْلاِخْوَانِ tabir ettiği ihvanları içinde hususî bir surette onlara bakıyor.” (OL:316)
Şeairden olan Kur’an harflerini muhafaza etmek gerekiyor:
Evet, «Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğu...» (E: 82)
Evet, «Kur'an hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nurun, muhakkak Kur'an yazısıyle neşredilmesi lâzımdı. Eski yazı yasak edilmiş ve matbaaları kaldırılmıştı. Bediüzzamanın parası, serveti yokdu; fakirdi, dünya metaiyle alâkası yokdu. Risaleleri el ile yazarak çoğaltanlar da, ancak zarurî ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Risale-i Nuru yazanlar, karakollara götürülüyor.. işkence ve eziyetler yapılıyor, hapislere atılıyordu. Bediüzzaman aleyhinde hükûmet eliyle yaptırılan propaganda ve tazyiklerle her tarafa dehşetler saçılıyor; ahali, Hazret-i Üstada yaklaşmaya, ondan din, iman dersi almaya cesareti kalmayacak derecede evhamlandırılıyordu. Vaktiyle de; din adamlarının, hakikatperestlerin, sırf dindar oldukları için darağaçlarında can vermeleri, bir korku ve yılgınlık havası meydana getirmişti. Hüküm sürmekte olan eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içinde, ehl-i diyanet sükût-u mutlaka mahkûm edilmişti. Ne dinin hakikatlarından bahseden hakiki bir risale neşrettiriliyor ve ne de o hakikatlar millete ders verdiriliyordu. Bu suretle İslâmiyet, ruhsuz bir cesed haline getirilmeye çalışılıyor; Din-i İslâmın mahiyeti ve esaslarını ders vermek, kat'iyyen menediliyordu2
İşte; başlangıçta pek azgın olan bu dinsizlik devri, Risale-i Nurun umumiyet kesbeden neşriyatiyle yıkılmış; ehl-i İmanın ma'nevî ve maddî (bilhassa ma'nevî) hayatına tatbik edilen istibdat zincirleri parçalanmıştır. Risale-i Nur, dinsizliğin belini kırmış ve temel taşlarını târumar etmiştir.” (T:162)
Bediüzzaman Hazretleri, Kurân dersi alan çocuklara da şu nasihatta bulunuyor:
“Kur'anı öğrenmek için ders almağa çalışıyorsunuz. Sizin bildiğiniz yeni harfte noksanlar olduğu için, mümkün oldukça yeni harften okunmamak lâzım gelir.” (E: 238)
“Çocukların huruf-u Kur'aniyeyi öğrenmeye başlaması ile Risale-i Nurları da yazmağa girmeleri, büyük bir fâl-i hayırdır.” E: 226
Yine Bediüzzaman Hazretleri, bid’aya kapı açan bazı eserleri, ciddi bir maslahat olmadığı halde almaları sebebiyle bazı talebelerine yazdığı ikaznamesinde şöyle diyor:
«Bazı ülemanın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bid'atlara müsaid gittiği için, Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.» (K: 77)
Demek suretiyle hatt-ı Kur’anînin muhafazasında hassasiyetini göstermiştir.
Yine başka bir mesele münasebetiyle yazılan bir yazıda:
«Kur'an'ın hurufat-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla yeni hat altında tahrifkârane ehl-i dalaletin tevilât-ı fasideleri...» K: 161
demek suretiyle bir âlim zatı ikaz vesilesiyle hocaların nazarını böyle bid’adkâr tahriflere karşı susmamalarını hatırlatır ve Kur’ana hizmet eden arkadaşlarına da şu tavsiyede bulunur:
«Ey ihvan! Madem Cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur’an-ı Hakîme hizmetkar kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine ve inayet ve tevfikine istinad edip o merkez-i nuraninin etrafında mütesanid bir daire-i muhita olmağa çalışmalıyız. Ve hatt-ı Kur’anın re’fine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’anı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.
Evvelâ: Herbirimiz, evlâdı varsa lâakal bir veledini; yoksa bir çocuğa Kur’anı oğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeli...» (Osmanlıca elyazma 29. Mektub 3. Kısım 9. Mes’elesi).
Bu dersi indirmek için tıklayınız.