بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
HRİSTİYANLARIN NECATI MESELESİ
“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.
Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir. K:111
Yukarıda Kastamonu Lahikasından alıntılanan kısmı bana te’vil eder misiniz ?
Eğer zahiri manâyı kabul edersek Efendimizin irtihalinden sonra bir hristiyanın Cennete gitmesi sonucu çıkmıyor mu?
Lütfen bana yardımcı olur musunuz ?
Cevab: Yukarıda anlatılan birinci husus, (onbeş yaşında olanlar) hükmüdür ki, bunlar dinimizce mükellef olmayıp Cennetliktirler.
Diğer husus ise, yine dinimizde yeri olup ceza görmeme sebebi olan (fetret) şartlarında ise, kurtulma ihtimali var. Ancak kişinin kendi şartları kısmen de olsa fetretten hissedar olup olmadığının tesbiti oldukça müşkildir. Onun için yukarda (eğer mazlum ve masum ise) kaydı var. Yani gaddarların zulmüne uğramış ve öyle gaddarlığı yapmaz ve sevmez ise, o şahsın fıtrat-ı asliyesini tamamen kaybetmeyip bir mikdarı bulunabiliyor demektir. İşte mezkûr beyan, fıtrat-ı asliyesi derecesinde insaniyet hakikatından hissedar ise demek oluyor.
Evet gayr-ı müslimin fıtrat-ı asliyeden sukutu, irtidada düşen müslimin sukutu kadar olmadığını Hz. Bediüzzaman şöyle izah eder:
İslamiyetten çıkan müslüman “.....Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünki onlar, peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah'ı tanıyabilirler. Allah'ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir müslüman; hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi (A.S.) tanımaz ve Allah'ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünki peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev'-i beşere baktığı için ve mu'cizatça ve dince umuma faik ve bütün nev'-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip, ondört asırda parlak bir surette isbat eden ve nev'-i beşerin medar-ı iftiharı bir zâtın terbiye-i esasiyelerini ve usûl-ü dinini terkeden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.” S:144
Evet son din olan İslâmiyet, iyiliklerin ve faziletlerin tamamını getirdiğinden, bu dini reddeden, İslam haricinde kalır ve alacağı hiçbir iyilik olamaz. Çünkü mürted İslâm haricinde bir iyilik ve fazilet almak istese o İslâmiyette var. Tekrar onu almak istemesi tenakuz olur. Eğer İslâmiyete dönecekse, o ayrı meseledir.
İslâmiyetten önceki semavî dinler, zamanla ve mekânla mukayyeddirler, getirdikleri iyilikler kısmîdir, zaman ve mekânın seviye ve ihtiyacına göre gelmiştir ve o iyilikler İslamiyette en mükemmel şekliyle vardır.
Yani İslamiyet sonsuz mükemmel; müslüman ise dereceli mükemmeldir. Bu mesele ile alakalı olarak şu beyanlar da nazara alınır:
Evet, “Her müslimin her vasfı müslim olmak vâcib iken, haricen her dem vaki', sabit değildir.
Öyle de: Her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş'et etmek yine lâzım değildir.” S:725
Keza “herbir müslümanın herbir sıfatı müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez.” Mü:32
Yani müslümanın i’tikadı eksiksiz fakat kemalatı ve fiilleri eksik olabiliyor.
“Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani' demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar.” Mü:33
Mektubatta fetret hakkında şu izah var: “zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.” M:385
Dinimizce mes’ul olmak için fıkıhta malum olduğu üzere: İrsal, ıttıla, iktidar, ihtiyar gibi şartlar var. Bu şartlar dahi nazara alınmalıdır.
“...bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: "Adem-i kabul" başkadır, "kabul-ü adem" başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar; Peygamber'i bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar.” M:335
Keza Hz. Bediüzzaman risalede “fetret-i mutlaka” tabirini kullanmakla kısmî fetreti hatırlatır. Ve beyne-el milel sinsi nifak cereyanı dünyadaki ictimaiyatı, yani sosyal hayatı, yani sosyolojik te’siri, emsalsız derecede müfsid kıldığından dehşetli bir gaflet ve cehalet ve sefahet milletleri istila etti. Elbette adalet ve hak üzere yürüyen İslâm, mevcud ictimaî durumu nazara alacaktır.
Bir rivayette meâlen buyruluyorki: “Müslümanlardan bir cemaat dağlar gibi günahlarla mahşere gelir. Allah onları affeder ve günahları yahudilere yükler.” (Ramuz-ul Ehadis, sh. 507 ve Sahih-i Müslim, 49-51)
Bu rivayet fitne-i Âhirzamana vesile olan münafıkların ifsadatına ve o fesada itilen halkın durumuna işaret olsa gerektir.
Bir de ehemmiyetle nazara alınacak şefaat-ı kübra rivayeti var. Şöyle ki:
"Ebu Hüreyre Radıyallahu anhü şöyle demiştir: (Bir kere) "Ya Resulallah, kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime rayegân (çokça) olacak? " diye sordum. Buyurdu ki: "Ya Eba Hüreyre, hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zaten) tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse, kalbinden (yahut içinden) halis olarak lâ ilâhe illallah diyendir.1” Sahih-i Buhari Muhtasarı, hadis No:85
Netice: Fitne-i ahirzaman, rivayetin beyaniyle emsalsizdir. Ahkâm-ı şer’iye müvacehesinde olmak şartiyle bu fitne içinde olanlar hakkında, imanî hükümleri bilerek inkâr etmemek şartiyle menfi hüküm vermek müşkildir. Müsbet hüküm ise, muayyen şahıslar hakkında olmayıp, şer’î kaideler müvacehesinde söz sahibi olan dinî şahsiyetler umumî hüküm verebilirler.
Mesela: “Ehl-i Sünnet'in ve İlm-i Kelâm'ın azîm imamlarından meşhur Sa'deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel'in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat'in allâmeleri demişler: "Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat'î bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat'î ve delil-i kat'î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمِينَ وَ الْمُنَافِقِينَ gibi umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur." diye Sa'deddin-i Taftazanî'ye mukabele etmişler.” E:206
Envar neşriyatından Mektubat adlı eserin 452. sahifesinde (Üçüncü Nükte) de okunabilir.
1Şefaat-ı makbule-i Muhammediye'den (sallallahü aleyhi vesellem) müstefid olmayacak ferd-i aferide yoktur. Habib-i Hüda (aleyhi efdatü't-tehaya) Efendimizin bütün halkın hevl-i mevki'den rahat bulması için bir şefaat-ı ammesi olduğu gibi bazı küffarın tahfif-i azabı, müstahakk-ı ikab olan bazı mü'minînin Nar-ı Cahim'den necatı, Cehennem'e girmiş mü'minînin halâsı, bazı mü'minînin bilâhesab velâ azab dahil-i Cinan olması, keza dahil-i Cinan olan mü'minînin ref-i derecatı için gûna-gûn şefaatleri vardır. Bu şefaatler içinden en ziyade müstefid olacakların, muhlis mü'minler olduğundan şüphe yoktur.” (Bu dip notu, Buharinin ilk müterciminindir.)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.