DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

HÜRMET

Bu tabir riayet, haysiyet, şeref, haramlılık, ırz ve namus gibi manaları ifade eder. Şer’î adaba uygun olan hürmet, İslam cemiyetinde çok ehemmiyetlidir. Hürmet tabirinin mahiyeti hülasaten şöylece ifade edilebilir:

Müslüman bir cemiyette küçüklerin mü’min büyüklere nesebî yakınlık veya yaş itibariyle veya diyanet, ilim, hamiyet, fedakârlık ve dirayet gibi faziletlere sahib olduklarından dolayı kendilerinden üstün olana, bu üstünlüğü kabul etmenin neticesi olarak kalblerinde duydukları his ve bu hissin neticesi olarak da o şahsa karşı tavır ve hareketlerindeki edebli davranış. Buna göre hürmetin hakikatı, kalb ve vicdanda bulunur; fiil ve hareketlerde tezahür eder. O halde yalnız zahiren gösterilen hürmet, ciddiyete sahip değildir. Bu tarz zahirî hürmetler, ya bir âdet ve alışkanlık veya hürmet edilen şahsın zararlarından korunma veya bazı menfaatler görme gibi sebeblere dayanır. Bu hal asrımızda olduğu gibi, bozuk cemiyetlerde daha çok yaygınlaşır.

Her şeyin bir hakikati ve asliyeti olduğu gibi, hürmetin de bir hakikatı vardır. Evet hürmet, bir kimsenin şahsında bulunan İslâmî ahlâk, fazilet ve meziyetlerinden dolayı o zâta karşı kalbde duyulan bir his ve bu hissin fiilî tezahürü olduğuna nazaran, hürmet edenin de, hürmet etmesinin sebebi olan bu meziyetleri bilen ve takdir eden kâmil bir kimse olduğu anlaşılır. Çünki bu hürmet, şahsın zâtına değil, şahsında görülen vasıflarınadır. Buna göre şayan-ı hürmet olan zâtlara hürmet etmeyen kişinin, sebeb-i hürmet olan kâmil sıfat ve meziyetlere takdir hisleri bulunmayan sönük bir kalb ve vicdan sahibi olduğuna, manevi değerlere değer veremeyen basitlikte kaldığına veya “Enesini sevenler başkasını sevmezler” (S:708) şeklindeki beyana göre hissine mağlub olduğuna bir alâmet göstermiş oluyor. Zira kâmil bir insanın kemalatı sevip takdir etmesi ihtiyarî olmaktan daha çok vicdanî ve fıtrîdir. Yani kâmil insan kemalatı vicdanen takdir eder.

İslâm cemiyeti veya cemaatlerinde hakiki hürmetlilik ve hürmetsizlik sebebi, daha çok hürmet edilecek tarafta aranır. Zira samimi hürmet, hürmete lâyık meziyetlerin bulunmasına mütevakkıftır. Bununla beraber vicdanen bozuk veya ideolojik menfi cereyanlara bağlı veya aşırı tarafgirliğe girmiş olanların, kâmil ve fâzıl zatlara hürmetsizlikleri ve aksine olarak da zâlim ve fâsık başlarına hürmetleri, doğru yoldan ayrılmış olmaklığın neticesidir. Bu hal sabit ve ebedî hak ölçüleri içinde mütalaa edilmez, şahsî ve hissîdir. Bu tarzda müfritane ve ölçüsüz hareket eden Avrupa hayranlarının, İslâm büyüklerine karşı yapılan hürmeti ifratkârlıkla itham etmelerine karşı Bediüzzaman Hazretleri şöyle cevab veriyor:

“Mutaassıblara hücum eden Avrupa kâselisleri, herbiri yüz mutaassıb kadar meslek-i sakîminde mutaassıbdır. Bunlardan birisi Şekspir medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylanî (K.S.) medhinde etse idi, tekfir olunacaktı.” Sti:70

“İmanlı olmak şartiyle bir kimsenin iyilikleri fenalıklarından fazla ise, o kimse hürmet ve muhabbete lâyıktır. Uhuvvet-i İslâmiyenin mühim bir esası olan bu kaideye muhalif düşen ve “insanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adavet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder göstermez. Öyle de, insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur, mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.” L:88

Bediüzzaman’ın fedakâr bir hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp ağabey müdafaasının bir bölümünde şöyle diyor:

“Sayın savcı, “Bediüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde görülemiyor.” dedi. Doğrudur. Hürmet ve ta’zim büyüklük ve kemâlatın derecesine, minnet ve şükran da elde edilen istifadenin miktarına göre olduğuna nazaran; Bediüzzaman’ın eserlerinden azîm faideler elde ediliyor ki, ona olan ta’zim ve minnetdarlık da görülmemiş bir şekilde oluyor. Yirminci Asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, komünist ve masonlar bizlere bilhassa gençliğimize tanıtmamağa çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.” Ş.549

Hz.Üstad diyor:

“Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (Rahmetullahi Aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (Kuddise Sırruhu)nun has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: “Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u azam gibi her şeye ıttılaı var.” Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: “Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakiki sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u azam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin’i seversin; yani o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa  ve hakikat görünse, senin muhabbetin ya zail olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zat-ı mübareki, senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünki sünnet-i saniyye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakiki makamı görünse,değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bil’akis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakiki bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin. 1

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.” K:88

Bu kısımda çok ehemmiyetli şer’i bir ölçü gösteriliyor. Evet, zâhiren görünmeyen şahsî durum ile zâhirde görünen ve ve şer’î düsturlara uygun olan hizmet-i diniyenin esas alınması ehemmiyetli bir düsturdur.

Keza, “Hürmete lâyık zâtlara hürmet ve merhamete lâyık olanlara merhamet ve hizmet, bir hasenedir, bir iyiliktir. Bu iyilikte sevâb-ı uhrevîyi ihsâs eder derecede öyle bir zevk, lezzet vardır ki, hayatını fedâ etmek derecesine o hürmeti, o merhameti ileri getirir. Validenin çocuğa merhametindeki şefkat vasıtasıyla kazandığı zevk ve mükâfat için hayatını o merhamet yolunda fedâ etmek dereceye gider. Yavrusunu kurtarmak için arslana saldıran bir tavuk, hayvânât milletinde bu hakikate bir misaldir. Demek, merhamet ve hürmette muaccel bir mükâfat var; âlihimmet ve âlicenap insanlar onları hisseder ki, kahramanâne bir vaziyet alıyorlar.

Hem, meselâ, gurur ve kibirde öyle bir ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker. Evet, hürmet verilir, istenilmez. Hem, meselâ, tevâzuda ve terk-i enâniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır.” OL:684

Her şeyde olduğu gibi hürmet mevzuunda şeair manasında fiili dersin ehemmiyeti büyüktür. Yani ciddi manada ve adab-ı İslamiyeye uygun hürmet eden ve edilenler tatbikatta bulunup görünmelidir ki, cemiyet hayatında fiilî bir ders ve telkin olsun. Meselâ, fazilet ve yaşça büyüklere adabına uygun olarak hürmet eden kişi, kendinden küçüğü de kendisine hürmet etmesine; aksi halde hürmet etmeyen kişi de kendisine hürmet edilmemesine fiilen teşvik etmiş oluyor demektir. Böylece cemiyette hürmetsizliğin artmasına vesile olunmuş olur. Mukaddesata hürmette de durum aynıdır.

“Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve vâlideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'anînin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.” K:149

Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.” Ş:593

Bu kısımdaki büyük Deccal, ye’cüc ve me’cüce; Süfyan ise anarşizme vesile olduğunun beyanı manidardır. Burada bahsi geçen ye’cüc ve me’cüc hakkında bazı parçaları naklediyoruz. Şöyle ki:

“Bir zaman dünyayı herc ü merc eden o taifeler, izn-i İlahî ile mevsimi geldiği vakit aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi herc ü merc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.” S.345

“Ye'cüc ve Me'cüc hâdisatının icmali Kur'anda olduğu gibi, rivayette bir kısım tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur'anın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil, belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki râvilerin içtihadları karışmasıyla tabir isterler.

Evet لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ Bunun bir tevili şudur ki: Kur'anın lisan-ı semavîsinde Ye'cüc ve Me'cüc namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa'yı herc ü merc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efradı onlardandır. Evet, ihtilâl-i Fransavîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhare bolşevikliğe inkılab etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiç bir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçin'de kırk günlük bir mesafede yapılan ve acaib-i seb'a-i âlemden birisi bulunan Sedd-i Çinî'nin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kur'an'ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) mu'cizane ve muhakkikane haber vermiş.” Ş.588

“Süfyan'ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki اِلاَّ دَابَّةُ اْلاَرْضِ تَاْكُلُ مِنْسَاَتَهُ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü'minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû'-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.” Ş.591

Rivayette buyuruluyor ki:

“Şüphesiz Ben şimdi bir takım kullarımı çıkardım ki, hiç kimsenin onlarla harb etmeye takati yetmez. Yanında bulunan kullarımı Tur dağında muhafaza et.”

“Sonra Allah Teala Ye'cüc ve Me'cücü gönderir, onlar da her bir tepeden hızla yürür, geçerler. Ordularının ilk gurupları Taberiye gölüne uğrayarak, gölün bütün suyunu içerler. Onların son grubu oraya uğradığında derler ki; "Eskiden burada su varmış" Allah'ın peygamberi İsa Aleyhisselam'ı ve ashabını kuşatma altına alırlar. Öyle olur ki onlardan birine bir öküz başı, birinizin bu günkü yüz dinarından daha değerli olur.” 2

Ye'cüc Ve Me'cüc Kelimelerinin Aslı; Çoğunluğa göre bu ikisi yabancı dildendirler. Arab'ların rüzgar esince alevin tutuşmasını ifade için kullandıkları "Eccet" kelimesinden türemiştir. Denildi ki; tuzlu ve acı su manasında olan; "Mâul Ücac"tan alınmadır. Yine denilir ki; "Birbiri ardına seri hareket manasında olan "Ecce" kelimesinden türemiştir. Karışmak, sıcaklığın, hareketin şiddetlenmesi manasında olan "Eccete" kelimesinden türediği de söylenmiştir.

Doğrusunu Allah bilir ya, Me'cüc kelimesi, "vurulduğunda dalgalanan" manasındaki; "Mevc - Mâc" kelimesindendir.3

Sahihayn da (Yani Buhari ve Müslim'de) Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anha'dan rivayet ediliyor; "Rasullulah sallallahu aleyhi ve sellem, yüzü kızarmış bir şekilde çıktı geldi. Buyurdu ki; "La ilahe İllallah! Yaklaşan şerden dolayı Arab'a yazık! Bugün Ye'cüc ve Me'cüc duvardan Şu kadar - parmağını kalka ederek - delik açtı." Dedim ki; "Ya Rasulullah! İçimizden salih olanlar olduğu halde helak olur muyuz?" Buyurdu ki; "Evet, kötülük çoğaldığında..."4 Deccal ve ye’cüc me’cüc kitabı sh:30’dan nakildir.

 

1 Çünki sen muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiatın yüz defa ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiatına, en büyük muhabbet de ucuzdur.

2 Müslim (4/2253) İbni Hibban (15/226) Hakim (4/538) İbni Mace (4075) İbni Mende İman (2/934) Fethul Bari (13/109) Avnul Mabud (11/302) Mizzi Tehzibul Kemal (15/224)

3 Fethul Bari(13/106) Lisanul Arab(s.31)

4 Müslim (4/2208) Buhari (3/1221,1317,6/2609) İbni Hibban (2/34) Beyhaki (10/93) Nesai Sünenül Kübra (6/407) Ahmed (6/428) Ma'mer (11/363) Ebu Ya'la (13/82,88) Taberani (24/51,53) Feyzul Kadir (6/368) Kurtubi (10/234,18/235) Taberi Tefsiri (15/56) İbni Kesir Tefsiri (3/106) Beyhaki elİtikad (s.215) Şuabul İman (6/98) Tergib (3/159) Hüseyni elBeyan vetTa'rif 2/266) Mizzi Tehzibul Kemal (35/149) elİmadi ErRavzatur Raya (s.113) Halili elİrşad (1/373)

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık