بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
HUSUMET
Düşmanlık, hasımlık, kincilik, zıddiyet, çekişmek manalarına gelen bu kelimenin manası iman kardeşliğine ve fazilet-i İslamiyeye zıddır.
Evet, “Hayat-ı maneviye ve sıhhat-ı ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünki vasıta-i halas ve vesile-i necat olan "ihlas" zayi' olur. Zira tarafgir bir muannid, kendi a'mal-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen livechillah amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte ef'al ve a'mal-i hayriyenin esasları olan "ihlas" ve "adalet" husumet ve adavetle kaybolur.” M:270
Bu husumet hissinin en ehemmiyetli, meşru ve müsbet vazifesi, mütecaviz münafık ve din düşmanlarından nefret etmek ve böyle azgınlara karşı hissiz ve alakasız kalmamaktır. Bu hüküm sabit kalmakla beraber Hz. Üstad diyor ki:
“Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat'î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki:
Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeğe ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeğe müstehak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. Bu hakikat Risale-i Nur'un "Yirmiikinci Mektub"unda izahıyla beyan edildiğinden burada kısa bir işaret ediyoruz. Şöyle ki:
Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî adavetin ne kadar fena ve tahrib edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı, -tecavüz olmamak şartıyla-1 adavetinizi celbetmesin. Cehennem ve azab-ı İlahî kâfidir onlara..
Bazan insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz olarak ehl-i imana karşı haksız olarak adavet eder; kendini haklı zanneder. Halbuki bu husumet ve adavetle, ehl-i imana karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetlerini tenzil etmektir. Adavetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeblerine tercih etmek gibi bir divaneliktir.
Madem muhabbet adavete zıddır. Ziya ve zulmet gibi, hakikî içtima edemezler. Hangisinin esbabı galib ise, o hakikatıyla kalbde bulunacak; onun zıddı hakikatıyla olmayacak. Meselâ: Muhabbet hakikatıyla bulunsa, o vakit adavet şefkate, acımağa inkılab eder. Ehl-i imana karşı vaziyet budur. Yahut adavet hakikatıyla kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mümaşat ve karışmamak, zahiren dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalalete karşı olabilir. Evet muhabbetin sebebleri; iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kal'alardır. Adavetin sebebleri, ehl-i imana karşı küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeblerdir. Öyle ise bir müslümana hakikî adâvet eden, o dağ gibi muhabbet esbablarını istihfaf etmek hükmünde büyük bir hatadır.” H:51
Bir müslümanın açık bir şekilde, yani alenî olarak hukuk-u umumiyeye zarar vermesi halinde, selamet-i millet ve hukuk-u umumiyeyi korumak için, bu yapılan hataların hata olduğunu, temel kitablar müvacehesinde göstermek vazifedir.
Hz. Üstad, Osmanlının son devresinde hataların tashihi ve milletin ikazı için diyorki:
“Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin mes'eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı za'f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.
Bizim cemaatımızın meşrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani beyn-el İslâm muhabbete imdad ve husumet askerini bozmaktır.
Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz şeriat-ı garra2 ve kılıncımız da berahin-i katıa ve maksadımız i'lâ-yı Kelimetullahtır.” H:86
“Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.3 Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz ikna'dır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dâhil olanlar, onları taklid edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) olan ittihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve hakikatını efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.” D:60
Bu kısımda laubâlilik göstermek dinsizlik manasında ifade ediliyor; bu laubâliliği de ecnebilere kendilerini sevdirmek niyetiyle yaptıkları ifade ediliyor. Bu hareket tarzını da Hz. Üstadın şiddetle reddettiği görülüyor. Osmanlı’nın son devresinde söylenen bu sözün zamanımızda daha çok nazara alınması gerekir.
“S- Veli olan şeyhin, müddeî olan müteşeyyih ile farkları nedir?
C- Eğer hedef-i maksadı, İslâmın ziya-yı kalb ve nur-u fikriyle ittihad ve mesleği muhabbet ve şiarı terk-i iltizam-ı nefs ve meşrebi mahviyet ve tarîkatı hamiyet-i İslâmiye olsa kabildir ki, bir mürşid ve hakikî şeyh olsun. Lâkin eğer mesleği tenkis-i gayr ile meziyetini izhar ve husumet-i gayr ile muhabbetini telkin ve inşikak-ı asâyı istilzam eden hiss-i taraftarlık ve meyelan-ı gıybeti intac eden kendine muhabbeti, başkalarına olan husumete mütevakkıf gösterilse; o bir müteşeyyih-i müteevviğdir, bir zi'b-i mütegannimdir. Din ile, dünyanın saydına gider. Ya bir lezzet-i menhuse veya bir içtihad-ı hata onu aldatmış, o da kendisini iyi zannedip büyük meşayihe ve zevat-ı mübarekeye sû'-i zan yolunu açmıştır!” Mü:78
Umumî bir kaide olarak nazara alacağımız bu beyanat umum müslümanlara ve hasseten Nur dairesine şamildir.
“Bir hakikat var ki, en bedevi ve hattâ vahşi insanlar dahi o hakikata karşı serfüru, bürde-i itaat ve ihtiramdırlar. Bir aşiretten mütehasım iki kabile, haric bir hasım zuhur etse, sevk-i tabiî ile dâhilî husumet ta'til edilir. Şâyan-ı istiğrabdır ki; medenî, münevver telakki edilenler, o vahşilerden çok aşağıdırlar. Husumet-i hariciyenin zuhuruyla, dâhilî husumeti teşdid ederler. Eğer medeniyet ve fen böyle ise, insanın saadeti vahşet-i cehalettedir.” Sti:118
Bu kısımda da ibretlik bir hayat manzarası gösteriliyor.
“Kurûn-u ulânın mecmu-u vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!
Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu. Zail oldu ve olmalı... Garb husûmeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebebdir, baki kalmalı...” T:133
NETİCE: Risale-i Nur eserlerinden tercihen alınan mezkûr parçalarla, husumet gibi hislerin meşru şekli hakkında bir derece bilgi verildi.
1 “Elhasıl, itikad-ı küfriye iki kısımdır:
Birisi: Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve bâtıl bir itikad ve hata bir kabuldür ve zalim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız.
İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:
Birisi: Adem-i kabuldür. Yalnız isbatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir, bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir.
İkincisi: Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini isbat etmeğe mecburdur.” Ş:102
2 “Mâlikinin izni olmaksızın Onun mülküne el uzatma. Binaenaleyh gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın zaman, haddini tecavüz etme. Eğer Mâlikin hesabına olursa istediğin şeyi al ve yap. Fakat izin ve meşiet ve emri dairesinde olmak şartıyla. İzin ve meşietini de şeriatından öğrenirsin.” Ms:82
3 Husumetin nifaka yapılacağı da nazara veriliyor. Burada geçen nifakın manası şöyle anlatılıyor:
“Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı Kelimetullah’a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû’-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.” H:96
Bu dersi indirmek için tıklayınız.