DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

TAİFE-İ NİSA MÜCAHİDDİR

1-Kısm-ı sâni tabir edilen bir hasnanın, zâhirî hilkatinde okuyabileceğimiz sahifeler:

“Meselâ: Temsilde gösterildiği gibi, tek güzel bir çiçekle, insanın kısm-ı sânisinden bir ferd-i hasnanın yalnız zahirî hilkatlerinde, çok sahifeler vardır. Başka büyük ve küllî masnuatı, o iki cüz'î misale kıyas et.

Birinci sahife: Umumî şekil ve mikdarını gösteren heyettir ki: "Ya Musavvir, ya Mukaddir, ya Munazzım" isimlerini yâdeder.

İkinci sahife: Suretlerinde ayrı ayrı a'zaların inkişafıyla hasıl olan çiçek ve insanın basit heyetidir ki; o sahifede "Alîm, Hakîm" isimleri gibi çok isimler yazılıyor.

Üçüncü sahife: O iki mahlukun ayrı ayrı a'zalarına, ayrı ayrı hüsün ve zînet vermekle, o sahifede "Sâni' ve Bâri'" isimleri gibi çok isimler yazılıyor.

Dördüncü sahife: Öyle bir zînet ve hüsün, o iki masnua veriliyor ki; güya lütuf ve kerem tecessüm etmiş, onlar olmuş. O sahife "Ya Latif, Ya Kerim" gibi çok isimleri yâdeder, okur.

Beşinci sahife: O çiçeğe leziz meyveler, o hasnaya sevimli evlâdlar, güzel ahlâklar takmakla; o sahife "Ya Vedud, ya Rahîm, ya Mün'im" gibi isimleri okutturuyor.

Altıncı sahife: O in'am ve ihsan sahifesinde, "Ya Rahman, ya Hannan" gibi isimler okunuyor.

Yedinci sahife: O nimetlerde, o neticelerde, öyle lemaat-ı hüsün ve cemal görünüyor ki, hakikî bir şevk ve şefkatle yoğrulmuş hâlis bir şükür ve safi bir muhabbete lâyık olur. O sahifede "Ya Cemil-i Zülkemal, ya Kâmil-i Zülcemal" isimleri yazılı okunuyor.”(S:630)

2-Medeniyetin, kadına ait Kur’ân’ın hükümlerine karşı itirazlarına cevablar:

İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur'anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz'iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev'in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye'se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.”(S:409)

Üçüncü Esas: Muhakemesiz medeniyet, Kur'an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur'aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir.”(S:409-410)

فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ  olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ı adalet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adalettir. Çünki ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüd eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler; irsiyetteki noksanını telafi eder. Hem merhamettir, çünki o zaîfe kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'ana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona, "Benim servetimin yarısını, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlı bir çocuk" nazarıyla endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, "hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakib" nazarıyla bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz. Şu halde o fıtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaîfe ve nahife kız, sureten az bir şey kaybeder; fakat ona bedel akaribin şefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedid bir zulümdür. Belki zaman-ı cahiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenaate yol açmak ihtimali vardır. Bunun gibi bütün ahkâm-ı Kur'aniye,  وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَاَلمِينَ   fermanını tasdik ediyorlar.”(M:40)

3-Kur’ân suretperestliği ve sanemperestliği reddeder:

Dördüncü Esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur'an men'ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men'eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur'ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur'an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta' hükmüne geçmesinler.1Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder. (S:410)

4-Yahudi kadın ve kızlarının hayat-ı sefihanede ki rolleri:

“Hem meselâ:  يُذَبِّحُونَ اَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْBenî-İsrail'in oğullarının kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak; bir Firavun zamanında yapılan bir hâdise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.”(S:402)

5-Bize Avrupa ecnebîlerinden gelmiş sefih medeniyet yakışmaz:

“Biz Millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i istidad-ı milliyemize kadınların libası gibi süslü sefahet ve hevesat ve israfat yakışmıyor. Binaenaleyh aldanmayalım. خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ kaidesini düstur-ul amel yapalım. Şöyle ki:

Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız.

Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebilerde mehasin-i medeniye-i kesîresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû'-i tali' cihetiyle ve sû'-i intihab tarîkıyla müşkil-üt tahsil mehasin-i medeniyeti terk edip, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd ve âlîhimmet, zîb ü zîverle müzahref cilveli hanım gibi olmamalı.”(D:70-71)

6-İfsadlarına kadınları âlet ettiler:

Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış, Yuvalarına Dönmeli

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ ٭ اِذًا تَرَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ 2

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer'-i İslâm onları

Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.

Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı

Lâzımdır tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları!

Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri.3Memnu' heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları.”(S:727)

Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.

Ben bir gün sokağa bakarken, o fitnenin tesirli bir nümunesini hissettim. Gençlere çok acıdım. Dedim: "Bu bîçareler kendilerini, bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar."…...”(G:17-18)

Gençlik Rehberi'ne ilâve edilmesi lâzımgelen, Üstadımızın bir fıkrasıdır

Mersin'den gelen Rehber'in baş taraflarındaki "Mes'ele-i Mühimme" namındaki "Yirmiüç ve yirmidördüncü" sahifeyi çıkarmak münasibdir. Çünki Nur'un mühim mesleği şefkat olmasından -erkeklerden ziyade- hem samimî, hem ihlas ile kadınlar Nurlar ile ciddî alâkadar oluyorlar. Bu iki sahifedeki şiddet; şefkat kahramanları olan o mübarek hemşirelerimiz, onunla meşgul olup müteessir olmasınlar. Çünki bu mes'ele; İstanbul gibi yerlerde, açık-saçık, yarım çıplak Rum, Ermeni kızlarına benzemeye çalışan bir kısım İslâm kızlarını ikaz etmek için yazılmıştır.

Halbuki İstanbul'daki, Rehber aleyhindeki münafıklar ve masonlar; hem bu âhirde aleyhimizde bazı gazeteler bu noktaya yanlış mana vererek, bir kısım kadınların Risale-i Nur'a karşı olan alâkalarını zayıflatmak için iftiralarına medar olmuş. Şimdilik o iki sahife çıkarılsın. Yerine, "Kadınlarla Muhavere" namındaki Kadınlar Rehberi konulsun.

Said Nursî

Haşiye: Nasılki bir zaman terbiye-i İslâmiyeye muhalif gizli komiteler, gençleri ifsad etmeğe çalıştıkları gibi; şimdi de bîçare kadınları yoldan çıkarmak için, bazı dinsiz ve gizli komiteler çalışıyorlar.

Bu ifsad komitelerinin iftiralarına medar olmamak için, ellerinde "Gençlik Rehberi" olanlara yukarıdaki fıkradan birer tane verilsin.

Kadınlar da, çıkarılan o iki sahifenin yerine, "Kadınlarla Muhavere" namındaki İhtiyar ve Genç Hanımlar Rehberi'ni okusunlar. Ve çıkarılan iki sahifenin yerine, Üstadımızın yukarıdaki fıkrası konulsun.

Birden ihtar edilen bir mes'ele-i mühimme

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet nasılki tarihlerde, eski zamanlarda "Amazonlar" namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem'in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.

Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse manen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa, hüsün ve cemalini günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti küfran ile medar-ı azab bir surete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş-on senelik cemali bâkileştirmek için, meşru' bir tarzda istimal ile, o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale maruz kalıp, me'yusane ağlayacak.

Eğer terbiye-i İslâmiye dairesinde, âdâb-ı Kur'aniye zînetiyle o cemal güzelleştirilse; o fâni hüsün, manen bâki kalacağı ve Cennet'te hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadîste kat'iyyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre mikdar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak...”(G:22-26)

“….bîçare gençlerin çok vartaları var ki; en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünki akibeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor.”(Ş:479)

“Altıncı Mes'ele: Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

Allahu a'lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.” (Ş:584-585)

“Onbirinci Mes'ele: Rivayette var ki: "Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder."

Allahu a'lem bissavab, bunun iki tevili var:

Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Birtek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.

İkinci tevili: O fitne zamanında, harblerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeğe sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahiyle kızlar pekçok olur.”(Ş:586)

Bu hâle düşmekten kurtaracak İlâhî emre tebâiyettir. O emir ise;

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ

ilâ âhir... âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur'anın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü, fıtrî görmüyor, "bir esarettir" diyor. 4

Elcevab: Kur'an-ı Hakîm'in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delalet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz.

Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale maruz kalmamak için, fıtrî bir meyli var. Hem kadınların on adedden altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır. Ve on adedden ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve seri-üt teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref'-i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur'an'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda, ecnebi erkeklere karşı fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten tesettürü iktiza ediyor. Çünki sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmet ile çekmekle beraber, hamisiz bir veledin terbiyesiyle sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belasını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vaki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettür ile nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zaîf hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal'ası çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmuatıma göre: Merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!.”(L:195)

7-Üstad Hazretleri neden bakmıyordu?

“Hem kırk sene evvel İstanbul'da Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul'lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb'us Molla Seyyid Taha ve meb'us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: "Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim: "Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum."” (E:264)

8-Risale-i Nur şakirdlerinin bekâr kalmalarındaki esbab ve tenasül kanunu:

Evvelâ: Risale-i Nur şakirdlerinin bir kısmı bekâr kalmaklığın çok sebeblerinden bir sebebini gösteren bir hâdise:

Bugünlerde, gençlik darbesini yiyen ve bekâr kalan ve teselli bulmak için Risale-i Nur ile alâkadarlığa çalışan ve mühim bir mektebde ders almağa meşgul ve ehemmiyetli bir adamın kerimesi bulunan hanıma, icmalen bir hakikat söyledim. Belki o havalide bazılara faidesi var diye yazıyorum.

Dedim ki: Madem gençlik darbesini yedin, bir vazife-i fıtriye olan tenasül kanununa daha girme. Çünki o vazifenin mukabilinde ücret olarak erkeğin aldığı muvakkat lezzet ve keyf bir derece bidayette kâfi geliyor. Fakat bîçare kadın, o vazife-i fıtriyede bir sene ağır yükü çekmeye ve bir-iki sene veledin meşakkatine, beslenmesine ve açık-saçıklık sebebiyle kocasının nazarında sadakatsızlık ittihamı ve kocasının da gözü dışarıda olmak ihtimali ve ona samimî merhamet etmemesi cihetiyle, daimî sıkıntılara ve vicdanî azablara mukabil; izdivacda aldığı muvakkat bir keyf ve lezzet, bu bozuk zamanda ona o vazifeye mukabil yüzden birisine mukabil gelemiyor. Ve bilhassa küfüvv-ü şer'î tabir edilen, birbirine seciyeten ve diyaneten liyakat bulunmadığından daha ziyade azab çektirir. Ve bilhassa terbiye-i İslâmiye haricinde, müslüman namı altında olanlar, imandan gelen hürmet ve merhamet-i mütekabileyi bulamadıklarından bütün bütün saadet-i hayatiyeyi mahvediyor, Cehennem azabı çektiriyor.

Hem peder hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada kemal-i hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve sadıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve dualarıyla onların defter-i a'maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel masumen ölmüş ise onlara kıyamette şefaatçı olmak ve Cennet'te onların kucağında sevimli bir çocuk olmaktır. Şimdi ise terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden, ondan belki yirmiden belki kırktan bir çocuk, ancak peder ve vâlidesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir. Mütebâkisi endişelerle şefkatlerini daima rencide ederek, o hakikî ve sadık dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabı çektirir ve âhirette de davacı olur: "Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?" Şefaat yerinde, şekvacı olur.” (K:252)

“(İhtiyar kadınlara ehemmiyetli bir müjde ve bekâr ve mücerred kalmak isteyen genç kızlara bir ihtar)

Hadîs-i şerifte عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِgösteriyor ki; âhirzamanda kuvvetli iman, ihtiyar kadınlarda bulunur ki "Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi' olunuz." diye hadîs-i şerif ferman etmiş. Hem Risale-i Nur'un dört esasından bir esası şefkattir ve kadınlar şefkat kahramanı bulunmasından, hattâ en korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder. Ve bu zamanda o kıymetdar vâlideler ve hemşireler, büyük bir hâdise ile karşılaşıyorlar. Mahremce ve ifşası münasib olmayan bir hakikat-ı fıtriyesini Nur şakirdlerinden mücerred kalmak isteyen veya mecbur kalan kızlar kısmına beyan etmek lâzım gelir diye ruhuma ihtar edildi. Ben de derim ki:

Kızlarım, hemşirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o bîçare zaîfeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevî muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer'an küfüvv tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer'iye nazara alınmadığından hayatı daima azab içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbad olur. İşte bu izdivaca sevk eden üç sebeb var:

Birisi: Tenasülün devamı için, hikmet-i İlahiyece o fıtrî hizmete bir ücret olarak bir fıtrî meyil ve şevk vermiş. Halbuki o zevk on dakikada bir lezzet verse de, eğer meşru ise, erkek bir saat meşakkat çekebilir. Fakat kadın, on dakikalık o zevk için on ay çocuğu kendi vücudunda zahmetini çekmekle on sene çocuğun hayatına yardımla meşakkat çeker. Demek o on dakikalık fıtrî meyl, bu uzun meşakkatlara sevk ettiği için ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli.

İkincisi: Fıtraten kadın, za'fı için maişet noktasında bir yardımcıya muhtaçtır. O ihtiyaç için şimdiki terbiye-i İslâmiyeden ders almayan, serseriliğe, tahakküme alışanlardan o küçük bir iaşesi hatırı için tahakkümler altına girip riyakârane kocasının rızasını tahsil etmek yolunda hayat-ı dünyeviye ve uhreviyesinin medarı olan ubudiyetini ve ahlâkını bozmak bedeline, köy kadınları gibi kendi nafakasını kendi çalışmasıyla kazanmak, on defa daha kolaydır. Rezzak-ı Hakikî çocukların rızkını süt ile verdiği gibi, onların da rızkını o Hâlık-ı Rahîm veriyor. O rızık hatırı için namazsız ve ahlâkını kaybetmiş bir zevci aramak, riyakârane çalışıp tahakkümü altına girmek; elbette Nur talebesinin kârı değil.

Üçüncüsü: Kadınlığın fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyelanı var. Ve bir evlâdının dünyada ona hizmeti ve âhirette de şefaati ve vâlidesi öldükten sonra ona hasenatı ile yardımı, o meyl-i fıtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye sevketmiş. Halbuki şimdi terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye ile on taneden bir-iki hakikî evlâd, kendi vâlidesinin şefkatine mukabil fedakârane hizmet ve dindarane dualarıyla ve hasenatlarıyla vâlidesinin defter-i a'maline haseneler yazdırmak ve âhirette sâlih ise vâlidesine şefaat etmek ihtimaline mukabil, ondan sekizi o haleti göstermediğinden; bu fıtrî meyl ve nefsanî şevk ile o bîçare zaîfeler böyle ağır bir hayata kat'î mecbur olmadan girmemek gerektir. İşte bu işaret ettiğimiz hakikata binaen, bekâr kalmak isteyen Nur şakirdlerinden olan kızlara derim ki:

Tam muvafık ve dindar ve ahlâklı bir zevc bulmadan kendilerini açık-saçıklıkla satmasınlar. Eğer bulunmadı; Nur'un bir kısım fedakâr şakirdleri gibi mücerred kalıp tâ ona lâyık ve ebedî bir arkadaş olacak ve terbiye-i İslâmiyeyi almış vicdanlı bir müşteri ona çıksın. Ve saadet-i ebediyesi, muvakkat bir keyf-i dünyevî için bozulmasın ve medeniyetin seyyiatı içinde boğulmasın.

Said Nursî

(Haşiye): Hemşireler ve genç kızlar Tesettür Risalesi'ni okumalıdırlar.”(Em:48)

“Salisen: Risale-i Nur'un talebelerine "Başkaları evleniyorlar, siz tezevvüçten vazgeçiniz" denilmemiş, denilmez. Fakat talebeler birkaç tabakadır. Bir tabakanın hakikî ihlası kaybetmemek ve hakikî fedakârlık ve a'zamî bir sadakat taşımak için, dünya ihtiyaçlarına mümkün olduğu kadar ömrünün muvakkat bir kısmında bağlanmaması bu zamanda lâzım geliyor.

Eğer hizmet-i Kur'aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok Nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?"diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.” (Hn:28-29)

Elhasıl; nasılki kadınlar kahramanlıkta, ihlasta şefkat itibariyle erkeklere benzemedikleri gibi, erkekler de o kahramanlıkta onlara yetişemiyorlar; öyle de o masum hanımlar dahi, sefahette hiçbir vecihle erkeklere yetişemezler. Onun için fıtratlarıyla ve zaîf hilkatleriyle nâmahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmağa kendilerini mecbur bilirler. Çünki erkek, sekiz dakika zevk ve lezzet için sefahete girse, ancak sekiz lira kadar birşey zarar eder. Fakat kadın sekiz dakika sefahetteki zevkin cezası olarak dünyada dahi sekiz ay ağır bir yükü karnında taşır ve sekiz sene de o hâmisiz çocuğun terbiyesinin meşakkatine girdiği için sefahette erkeklere yetişemez, yüz derece fazla cezasını çeker. Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki; mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe' olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes'ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn.

Hemşirelerim! Mahremce bu sözümü size söylüyorum: Maişet derdi için; serseri, ahlâksız, firenkmeşreb bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisad ve kanaatla, köylü masum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nev'inden kendinizi idareye çalışınız, satmağa çalışmayınız. Şayet size münasib olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşâallah rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz!” (L:202)

“….Cesaret, sehavet erkekte gayret, hamiyet, muavenete sebebdir. Karıda nüşûze, vekahete, zevc hakkına tecavüze sebeb olabilir.” (STİ:3)

(Evliliğin ve tenasül kanununun önüne sed çeken esbab, tesettürsüzlüktür.)

“Dördüncü Hİkmet: Malûmdur ki; kesret-i nesil herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükûmet yoktur ki, kesret-i tenasüle tarafdar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ ev kema kal- Yani: "İzdivaç ediniz; çoğalınız. Ben kıyamette, sizin kesretinizle iftihar edeceğim." Halbuki tesettürün ref'i, izdivacı teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünki en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık-saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhuşa sülûk eder. Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünki kadının -aile hayatında müdür-ü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattır, emniyettir. Açık-saçıklık ise bu sadakatı kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupa'ya kıyas edilmez. Çünki orada düello gibi çok şiddetli vasıtalarla açık-saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memalik-i bâride olan Avrupa'daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve camiddirler. Bu Asya, yani Âlem-i İslâm kıt'ası, ona nisbeten memalik-i harredir. Malûmdur ki; muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvaniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık-saçıklık, belki çok sû'-i istimalata ve israfata medar olmaz. Fakat seri-üt teessür ve hassas olan memalik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyic edecek açık-saçıklık, elbette çok sû'-i istimalata ve israfata ve neslin za'fiyetine ve sukut-u kuvvete sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda onbeş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlub ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler; köylülere, bedevilere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünki köylerde, bedevilerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden masume işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesat-ı nefsaniyeyi tehyice medar olamadığı gibi; serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefasidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez.” (L:198)

9-Refika-i hayata meşrû muhabbet ve neticesi:

Dördüncü delil: Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cem'iyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir. Meselâ der: "Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünki ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için herbir fedakârlığı ve merhameti yaparım." diyerek o ihtiyare karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir-iki saat surî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet surî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasında ve bir mecazî merhamet ve sun'î bir hürmet verebilir ve hayvanatta olduğu gibi; başka menfaatler ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlub edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.” (Ş:183)

“Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymetdar ve en şirin cemali ise; ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemal-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaîfe, latife mahlukun hukuk-u hürmeti, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda bîçare hakkını kaybeder.” (S:639)

Tesettür emrinin refika-i hayata bakan kısmı:

“İkİncİ Hİkmet: Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil; belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehasinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasib olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; kadınının diyanetine bakıp taklid eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki; kocasının diyanetine bakıp "ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvaya girer.

Veyl o erkeğe ki; sâliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. Ne bedbahttır o kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; birbirinin fıskını ve sefahetini taklid ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..

Üçüncü Hİkmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünki açık-saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere göre gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünki mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!..” (L:196)

İKİNCİ NÜKTE: Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. "Eyvah!" dedim. İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevî evlâdlarıma kat'iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Rusya'da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risale-i Nur'un bir parçasında denilmiş ki: Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zahirî hüsn-ü cemaline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemalinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünki onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Hem Risale-i Nur'un bir cüz'ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki; refika-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklid eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki; kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder; vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani; medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

İşte, Risale-i Nur'un bu mealdeki cümlelerinin manası budur ki: Bu zamanda aile hayatının dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.

Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, kocasında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askerîdeki itaatın bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zîr ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa o da, kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünki hakikî sadakatı bırakan, dünyada da cezasını görür. Çünki nâmahremlerin nazarından fıtratı korkar, sıkılır, çekilir. Nâmahrem yirmi erkeğin onsekizinin nazarından istiskal eder. Erkek ise, nâmahrem yüz kadından ancak birisinden istiskal eder, bakmasından sıkılır. Kadın o cihette azab çektiği gibi, sadakatsızlık ittihamı altına girer; za'fiyetiyle beraber, hukukunu muhafaza edemez.” (L:201)

10-Fazl-ı İlâhiye liyakatı olan kadınlar:

“Saadetin esaslarından "nikâh" ise: Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sânî ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.” (İ:145)

لَهُمْ kelimesi ihtisası ifade ettiği cihetle, o ezvacın onların mülkü ve onlara mahsus olduklarına delalet ettiği gibi, dünya kadınlarından başka حُورٌ عِينٌ  ile tabir edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğunu îmaen gösteriyor.

فِيهَا :Cennet o kadınlara zarf ve mesken olduğundan anlaşılır ki, o kadınlar o yüksek Cennet'e lâyıktırlar ve aynı zamanda Cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların hüsünleri de yükseliyor. Ve keza Cennet'in de onlar ile müzeyyen olduğuna gizli bir îma vardır.

مُطَهَّرَةٌ tef'il babından ism-i mef'ul olduğundan, herhalde tathir edici bir fâil vardır. O fâil de, ancak yed-i kudrettir. Binaenaleyh yed-i kudretin tathir ve tenzih ettiği kadınların tavsifleri kabil değildir. Ve keza مُطَهَّرَةٌ kelimesi müteaddi olduğuna nazaran, o kadınların taharetleri kendilerinden olmayıp, başkasından onlara sirayet etmiş olduğu anlaşılır. Binaenaleyh dünya kadınları da Cennet'e girdikten sonra bir tetahhur ve tasfiye ve tasaykul ameliyatıyla güzellikte hurilerin derecelerine çıkacaklarına delalet eder.

وَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ : Yani: Onlar da, ezvacları da, Cennet de, Cennet'in lezaizi de hep ebedîdirler.” (İ:153)

Bazı esbablardan ötürü, Cennetin ebedî olan cüz’î bir parçasını bile fani olan bu dünya için feda etmememiz gerektiğine işaret eden çok güzel bir misal:

“Risale-i Nur şakirdlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi demiş zevcine: "İhtiyacımız şediddir." Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: "İşte Cennet'teki bizim kasrımızın bir kerpicidir." Birden o mübarek hanım demiş ki: "Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi' olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil." Birden yerine gitti. Keşf ile gördüler diye rivayet edilmiş.” (E:88)

11-Netice:

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Aziz hemşirelerim; kat'iyyen biliniz ki: Daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde; on derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hâdisatlarla isbat etmiştir. Uzun tafsilatı Risale-i Nur'da bulabilirsiniz.

Ezcümle: Küçük Sözlerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikatı gösterecek. Onun için daire-i meşruadaki keyfe iktifa ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki masum evlâdlarınızla masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir. Hem kat'iyyen biliniz ki; bu hayat-ı dünyeviyede hakikî lezzet, iman dairesindedir ve imandadır. Ve a'mal-i sâlihanın her birisinde bir manevî lezzet var. Ve dalalet ve sefahette, bu dünyada dahi gayet acı ve çirkin elemler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kat'î delillerle isbat etmiştir. Âdeta imanda bir Cennet çekirdeği ve dalalette ve sefahette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerle ve hâdiselerle aynelyakîn görmüşüm ve Risale-i Nur'da bu hakikat tekrar ile yazılmış. En şedid muannid ve mu'terizlerin eline girip; hem resmî ehl-i vukuflar ve mahkemeler o hakikatı cerhedememişler. Şimdi sizin gibi mübarek ve masum hemşirelerime ve evlâdlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.” (L:203)

12- Kadınlara dâir mezkûr şekilde dersler veren Risale-i Nur müellifine karşı suçlamalarda bulunup, yıllarca Ona hapislerle ve sürgünlerle eza ve cefa verdiler. Ona karşı yapılan dehşetli ve ibretlik suçlamalardan bazıları ise:

“"... Bu zamanda, zındıka dalâleti İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin plâniyle şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağiyle, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuş yolunu genişlettirmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar; belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar."

Peki yalan mı bunlar? Fuhşu teşvik ve nikâhı imha eden fâhişeler gürûhu inkâr mı ediliyor? Gizli ve âşikâr fuhuşla ve devlet eliyle mücadele yok mu? Ceza Kanunu, Fuhuşla Mücadele Nizamnamesi ve ahlâk zabıtası bunlarla geceli gündüzlü mücadele etmiyor mu?

Var, var amma, buna biz karışırız, Allah ne karışır? diyor savcı. Peki böyle desin. Desin amma.. kanun, zabıta ve savcı, suç işlendikten sonra işleyeni ve işleteni yakalıyor. Yâni iş olup bittikten sonra, namus pâyimal olup adam öldükten sonra. Daha evvel tedbir almağa kanunen imkân yok; fakat dînen buna imkân var: Allah korkusu ve din. Bu korku sayesinde her türlü rezaletin önü alınabileceğini bildiriyor. İslâm dini bunu emrediyor. Tedbiri evvelden alın diyor. Nasıl? Nasihat edin, ikaz edin, Allahı tanıtın, insanın kalbinde Allah korkusu, Allah sevgisi, ateş, Cehennem, ebedî azâb, ebedî saadet yer etsin, bilsin, anlasın, sevsin ve korksun; korksun ki fenalıklardan kaçsın, hem kendisi kurtulsun, hem de cemiyet, savcı da, devlet de, hükûmet de, millet de rahat etsin. Bunun için Allah korkusunu ve sevgisini insanlara aşılayın.” (T:657)

 “Veyahut bu millet, hakikat-ı İslâmiyeden aldığı bir ders ile kadınlarını ve kızlarını âdâb-ı Kur'aniye zînetiyle zînetlendirip kadınlığın haysiyet ve şerefini muhafaza ederek onların âdi ve kıymetsiz olmalarına mani' olduğu, yalan! Uzun asırlarda İslâm-Türk kahramanları namıyla maruf olmuş ve ahlâk ve namusun, haysiyet ve şerefin kemaline yetişmiş bildiğimiz ve iftihar ettiğimiz ecdadımız, annelerimiz, bizim iftiharımızın aksine olarak emr-i Kur'an'a ittiba etmemişler, güzelliğin hakikatını terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur'aniye zînetiyle zînetlenmek değil, vücudlarını çıplak olarak teşhir etmekte bilmişler, öyle mi?

Ey ehl-i insaf ve ey tarihiyle, mukaddesatıyla, kahraman ve mübarek ecdadıyla iftihar eden nesl-i hazır! Geliniz, görünüz. Tarihinizi ve İslâmiyetinizi tahkir eden bir sû'-i kasd vesikasını yazan ve imza edenlere hayatınızın hayatı, ruhunuzun ruhu bildiğiniz İslâmiyetiniz namına ve kâinatı ondört asır ışıklandıran ve kudsî ve İlahî düsturlarıyla bin seneden beri milyonlar ecdadınızı nurlandıran ve ebedî saadete sevkeden Kur'anınız namına ve o düstur-u Kur'ana ittiba' eden yüzer milyon ecdadınız namına, ahlâk-ı hasene ve namus muhafazası yolunda İslâmî terbiyenin ziyasıyla nurlanan ve terbiye alan ve kadınlığın hakikî manasını ve hakikî güzelliğini yaşayışlarıyla ve giyinişleriyle ve hayatlarıyla gösteren annelerinizin ve ninelerinizin ve hemşirelerinizin namına o müfterilere, o tezyif ve tahkir savuranlara teessüfünüzü, tekdirinizi ve reddinizi bildiriniz.

İşte o müfteriler, yaşı sekseni bulmuş, zehirlerden şiddetli hasta, dinî hizmetinden dolayı ömrü hapishanelerde çürütülmüş bir İslâm kahramanınız; şimdi bütün münevverlerin ve çok ediblerin ve terbiyecilerin, vatan ve milletperverlerin şikayet ettikleri ahlâksızlığın ve fuhuş tehlikesinden muhafaza için gençlere iyi ahlâk, yüksek namus, iman ve fazilet dersi veren, vatana-millete bir uzv-u nâfi' haline gelmelerini temin eden, adalet ve asayiş lehinde en birinci kuvvet olarak memleket ve milletin saadetine hizmet eden Gençlik Rehberi adlı eserinin müsaderesine ve müellif-i muhtereminin mahkûmiyetine sebeb olmak için diyorlar:

Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına, İslâmiyet'e karşı muharebede şeytan kumandasına verilen fırkalar olarak tasvir etmekte; kadınların bugünkü içtimaî hayatta açık bacak ve yarım çıplak giyinmelerini günah saymakta, Bediüzzaman hâlihazır bu açık, yarım çıplak giyinişleri evlenmelere mani' olup fuhşa teşvik edici mahiyetinde görmektedir. Ve yine Bediüzzaman'a göre, kadını güzelleştiren şey ve kadının hakikî ve daimî güzelliği içtimaî hayatta yer alan süslenmek, vücudlarını teşhir etmek olmayıp, terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur'aniye zînetidir. Bediüzzaman dinî tedrisat taraftarıdır. Risale-i Nur adı verdiği dinî tedrisat sayesinde mahkûmların onbeş haftada ıslah olacaklarını (ki, Denizli ve Afyon hapishaneleri; adliyenin, gardiyan ve müdürlerin şehadetiyle sabittir) söylemektedir. Bediüzzaman, cazibedar bir fitneye esir olan gençlerin din hakikatlarıyla ve Nur'un imanî dersleriyle kurtulacaklarına kani'dir. İşte bu fikirleriyle suçludur. Kanunen mahkûm edilmesi lâzımdır diyorlar. İşte bunlar güya ehl-i vukuf namında, memleket gençliğine adalet ve hak ve hürriyet derslerini verecek profesörler veya hukuk doçentleridir.” (Em:136)

Dördüncü İftirası: Said Nursî bazı kadınlara şeytandır demiş. Bu iftiranın aslı: "Eskiden büyük şehirlerde açık-saçık, çıplaklık derecesinde hususan yarım çıplak Hristiyan kızları şeytan kumandasında ahlâk-ı İslâmiyeye zarar veriyorlar." İşte böyle birkaç tane açık gezenler hakkındaki bir sözü başka surete çevirip mutlak kadınlara teşmil ederek tabiri çirkinleştirip istimal etmesi, pek çirkin ve zahir bir iftiradır. Kadınlarla muhavere namındaki risalemde: Kadınlara büyük bir hürmet ve ehemmiyet ve kıymet verdiğimi hattâ şefkat cihetinde erkeklerden pek ileri olduklarından Risale-i Nur'un mühim bir esası şefkat olduğundan, bu mübarek hemşirelerimi "Muhterem Hemşirelerim" namıyla yâdediyorum. Onların samimiyet ve ihlaslarını ziyade görüyorum...” (Em:194)

“Dinî tedrisata, kadınlarımızın, muhterem hemşirelerimizin terbiye-i İslâmiye dairesinde iffet ve şereflerini muhafaza etmelerine taraftar olmanın bir suç olduğuna dair kanunlarda bir madde var mı?” (T:630)

“"Gençlik Rehberi" adlı eserinin üniversiteli gençler tarafından bastırılmasının büyük bir memnuniyeti mucip olması lâzım geldiğini; içinde bulunduğumuz asrın menfi ceryanlarına, bilhassa içtimaî bünyemizi sarsan ahlâksızlık ve îmansızlık salgınına karşı, Gençlik Rehberi gibi Risale-i Nurun bütün eczalarının külliyetle intişarının, gençliğe ve masum evlâtlara ve kadınlara umumen okutturulmasının, vatan - millet saadeti nokta-i nazarından gayet elzem olduğunu beliğ bir surette ifade etmiş; mezkûr gayeler için, kendi haberi olmadan genç üniversitelilerin tab'eylediğini beyan etmiştir.” (T:647-648)

(*): Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i Temyiz'in müdafaatından bir parça:

"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir!.." (L:195)

13-Risale-i Nur’ların kadınlar mabeyninde ne kadar ehemmiyet taşıdığını ve onun söylediği her şeyin Hak ve hakikat olduğunu anlamak için, nisa tâifesinin hizmetlerine bakabiliriz:

(Konuya girmeden önce Tesettür Risalesi’nden bir kısım alınacaktır. Gaye ise, ancak şefkat hissi istikâmette kullanılırsa ehl-i hizmet olunabileceğini göstermekdir.)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Ehl-i iman âhiret hemşirelerim olan kadınlar taifesi ile bir muhaveredir

Bazı vilayetlerde taife-i nisadan samimî ve hararetli bir surette Nurlara karşı alâkalarını gördüğüm ve haddimden pek ziyade, onların Nurlara ait derslerime itimadlarını bildiğim sıralarda, mübarek Isparta'ya ve manevî Medreset-üz Zehra'ya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki; o mübarek âhiret hemşirelerim olan taife-i nisa, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde câmilerde onlara bir dersim olacak. Halbuki ben dört beş vecihle hastayım ve hem perişan, hattâ konuşmaya ve düşünmeğe iktidarsız bulunduğum halde, bu gece şiddetli bir ihtar ile kalbime geldi ki; madem onbeş sene evvel gençlerin istemeleriyle Gençlik Rehberi'ni onlar için yazdın ve pek çok istifade edildi. Halbuki hanımlar taifesi, gençlerden daha ziyade bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar. Ben de bu ihtara karşı gayet perişan ve za'f u aczimle beraber "Üç Nükte" ile gayet muhtasar bazı lüzumlu maddeleri, o mübarek hemşirelerime ve manevî genç evlâdlarıma beyan ediyorum.

BİRİNCİ NÜKTE: Risale-i Nur'un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisa taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur'la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillahilhamd, bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlası ve mukabelesiz bir fedakârlık manasını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var. Evet bir vâlide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlas ile vazife-i fıtriyesi itibariyle kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki; hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile; hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymetdar seciye inkişaf etmez veyahut sû'-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur: O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçı olmak lâzım gelirken davacı ediyor. O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Eğer hakikî şefkat sû'-i istimal edilmeyerek, bîçare veledini haps-i ebedî olan Cehennem'den ve i'dam-ı ebedî olan dalalet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, vâlidesinin defter-i a'maline geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile şefaatçı olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlâd olur.

Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.

Ezcümle; meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur'un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatlı fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum. Evet bu hakikî ihlas ile hakikî bir fedakârlık taşıyan vâlidelik şefkati sû'-i istimal edilip, masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkatı sû'-i istimal etmektir.

Evet kadınların şefkat cihetiyle bu kahramanlıklarını hiçbir ücret ve hiçbir mukabele istemeyerek, hiçbir faide-i şahsiye, hiçbir gösteriş manası olmayarak ruhunu feda ettiklerine, o şefkatın küçücük bir nümunesini taşıyan bir tavuğun yavrusunu kurtarmak için arslana saldırması ve ruhunu feda etmesi isbat ediyor.

Şimdi terbiye-i İslâmiyeden ve a'mal-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlastır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlas bulunuyor.

Eğer bu iki nokta o mübarek taifede inkişafa başlasa, daire-i İslâmiyede pek büyük bir saadete medar olur. Halbuki erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki, yüz cihette mukabele istiyorlar. Hiç olmazsa şan ü şeref istiyorlar. Fakat maatteessüf bîçare mübarek taife-i nisaiye, zalim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, za'fiyetten ve acizden gelen başka bir nevide riyakârlığa giriyorlar.” (L:199)

“Risale-i Nurun neşrinde, mübarek hanımlar da ehemmiyetli fedakârlıklara mazhar olmuşlardır. Hattâ, Hazret-i Üstada gelip, "Üstadım! Ben, efendimin göreceği dünyevî işleri de yapmaya çalışacağım; o senindir, Risale-i Nurundur." diyen ve erkeklerinin Risale-i Nur hizmetinde çalışmalarına daha fazla imkânlar veren kahraman hanımlar görülmüştür. Risale-i Nuru yazan efendilerine geceleri lâmba tutarak, onların din, iman hizmetlerine canla başla iştirak etmişlerdir. Risale-i Nuru; hanımlar, kızlar elleriyle yazmışlar, göz nurları dökmüşler, mübarek kâtibeler olarak imana hizmet etmişlerdir. Hattâ öyle Nur Talebesi hanımlar vardır ki, kendilerini son nefesde iman nuriyle hüsn-ü hâtimeye nail edecek Nur Risalelerini hararetle okumuşlar ve diğer din kardeşleri olan hanımlara da okuyup tanıtmışlar; Nurları hanımlar içinde neşrederek, çok hanımların Kur'an ve iman nurlariyle nurlanmalarına vesile olup kahramanca hizmette bulunmuşlardır. Risale-i Nuru okuyup okutmakla iman mertebelerinde terakki edip âdeta birer mürşid mertebesine yükselmişlerdir. Hanımlar, sırf Allah rızasını tahsil için, safvet ve ihlâsla, Risale-i Nurdaki parlak ve çok feyizli Kur'an nurlarına bağlanmış ve kalblerinde sönmez bir muhabbet ve sevgi besliyerek dünya ve âhirette bahtiyar olacak bir vaziyete kavuşmuşlardır. Risale-i Nurun kıymet ve büyüklüğü, temiz kalblerine o kadar yerleşmiş ki; onu beraberce okuyup dinledikçe; içleri nurlarla, feyizlerle dolup taşmış, nuranî göz yaşları dökerek cûş u hurûşa gelmişlerdir. Ne bahtiyardır o hanımlar ki; Risale-i Nurun bu mukaddes îmanî hizmetinde çalıştıkları için onlar daima hayırla yâdedilecek, âhiretlerine nurlar gönderilecek, kabirleri Cennet-misâl pürnur olacak ve âhirette de en yüksek mertebelere ulaşacaklardır. İnşâallah. En başta Bediüzzaman Hazretlerinin dualarına dahil olmakla beraber, Nur Talebeleri mabeynindeki şirket-i maneviye sırriyle defter-i hasenatlarına hayırlar kaydedilmektedir. Risale-i Nura samimî alâkaları, o fedakâr hanımları, milyonlarca Nur Talebelerinin dualarına nail etmektedir. Risale-i Nurları okuyup okutmakla büyük manevî kazançlara, yüksek derecelere erişmektedirler. İnşâallah, ekseri hanımların böyle olmasını, rahmet-i İlâhîden kuvvetle i'tikad ve ümid ve niyaz ediyoruz.” (T:164)

Sâniyen: Bu defaki müteaddid tesirli ve sürurlu ve müjdeli mektublarınıza karşı, bir kitab kadar cevab vermek lâyık iken, vaktin müsaadesizliği ile kısa cevabımdan gücenmeyiniz. En başta, kahramanlar yatağı olan Sava Köyü'nün ehemmiyetli bir talebesi olan Ahmed'in mektubunda öyle bir mes'ele gördüm ki, beni sürur yaşlarıyla ağlattırdı.

Cenab-ı Hakk'a yüzbinler şükür olsun, Risale-i Nur'un tamam kıymetini, o köyün mübarek vâlideleri ve hanımları tamam anlamışlar. O mübarek hanımların ve kıymetdar ve hâlis âhiret hemşirelerimin, Risale-i Nur'un intişarına gösterdikleri fedakârlık, beni ve bizi kemal-i sürurdan ağlattırdı.

Zâten Risale-i Nur'un mesleğindeki en mühim bir esası, şefkat olduğundan ve şefkat madenleri de hanımlar olduğundan, çoktan beri beklerdim ki, kadınlar âleminde Risale-i Nur'un mahiyeti anlaşılsın. Lillahilhamd bu havalide de, bu yakında erkeklerden ziyade bir iştiyak ve faaliyetle buradaki hanımlar tam çalışıyorlar; Sav'lı mübareklerin hemşireleri olduklarını gösteriyorlar. Bu iki tezahür bu zamanda bir fâl-i hayırdır ki; o şefkat madenlerinde Risale-i Nur parlayacak, fütuhat yapacak.

Hem Sav Köyü'nün bahadır çobanları, torbalarında Risale-i Nur'u yazmak için taşımaları, aynı oradaki hanımların fedakârlıkları gibi bu havalide gayet tesirli bir medar-ı teşvik olacak. O hanımların ve o çobanların hususî isimlerini bilmek arzu ediyoruz. Tâ hususî isimleri ile has talebeler içine girsinler.” (K:95)

“Yalnız bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Said'ler ve Hüsrev'ler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zaîf Said, dünyadan kemal-i istirahat-ı kalble veda etmeye hazırdır. Ve bilhassa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sava Köyü'nün başta Hacı Hâfız olarak Ahmed'leri, Mehmed'leri, hattâ muhterem hanımları (Tahir'in refika ve kerimeleri gibi) ve masum çocukları Risale-i Nur'la meşgul olmalarını düşündükçe bu dünyada Cennet hayatının manevî bir nev'ini zevk ediyorum, görüyorum. Oranın Ahmed'lerinin hediyesini umum o köy hesabına bir teberrük deyip, öpüp başıma koydum.” (K:101)

“O kuvvetli ve fedakâr kardeşimizin masum çocuklarının ve refikasının yazdıkları risaleleri güzelce bir cild yaptık. Görenlere, hususan buradaki Risale-i Nur'un kadınlar dairesindeki kızlar ve hanımlara gayet tesirli ve cazibedar bir nümune-i teşvik oldu.”(K:102)

“Mübarekler, Tahir ile beraber; Tahir'in bize o kıymetdar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalaaya sevkediyor. Hâfız Ali'nin mektubunda, Tahir'in yazdığı ve göndereceği Sözler'i daha alamadık. Ve onun masume iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor; görenleri Risale-i Nur'a cezbediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tahir'in kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı.” (K:120)

Medrese-i Nuriye'nin hanımlar talebeleri; evrad-ı Kur'aniye ile dualarıyla, evradlarıyla çalışkan kalemlere manevî yardımları çok güzeldir. Bu havalideki hanımlara da tam bir ders olur. Cenab-ı Hak onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarından ebeden razı olsun.” (K:133)

Sâniyen: Diyarbekir'den dün aldığımız mektubda ifade edildiğine göre, Diyarbekir havalisiyle beraber şarkta şimdi ikiyüz kadar Nur dershaneleri açılmış. Ayrıca Diyarbekir'de kadınlara mahsus dört-beş dershane-i nuriye varmış. İnşâallah bu büyük bir hayrın alâmetidir.” (Em:231)

“Milâslı Mehmed Efendi, "Bir karyede bin kalemle Nura sarılan kardeşlerimizin köyündeki faaliyeti biraz mübalâğalı görmüşler. Ben onun tahkiki için geldim" dedi. Risalet-ün-Nurun bir kerameti idi ki, bu köyün kıymetli, fa'al bir talebesi Marangoz Ahmed yanımda idi. Ben dedim: Vâkıa ben bu köye gitmedim, kardeşlerimden soruyorum, onlar da diyordu: "Kadın-erkek, çoluk-çocuk, Risalet-ün-Nuru yazan bin kalem vardır." Sonra Marangoz Ahmed dedi ki: "Bizim köyümüz, üçyüz elli hanedir. İki hoca, bir hacı, üç adamdan başka bütün evlerimize Risalet-ün-Nur girmiştir. Kadınlara, kız çocuklarına varıncaya kadar yazıyorlar. Hattâ ümmîlerden -kırk yaşından yukarı- yazı yazan on kadar kardeşimiz vardır" cevabında bulundu. Milâslı Mehmed Efendi bu faaliyete hayran oldu.” (ST:46)

“Risale-i Nurun el yazısiyle neşri senelerinde, evlerinden yedi-sekiz sene çıkmadan Risale-i Nuru yazıp neşredenler olmuştur. O zamanlar, Isparta havâlisinde, erkek, kadın, genç ve ihtiyarlardan binlerce Nur Talebesi, hattâ Nur Dershanesi olan Sav Köyü bin kalemle, senelerce Nur Risalelerini yazıp çoğaltıyorlardı.” (T:163)

“Risale-i Nur'un te'lifi başında, başkâtib Şamlı Hâfız Tevfik'in haremi merhume Zehra, ben Barla'da iken, Şamlı Hâfız Risale-i Nur'u yazmasına çalışmak için o merhume, Hâfız'ın bedeline belinde odun taşımakla odun getiriyordu ve Hâfız'ın işlerini görüyordu.. tâ nurları yazsın. Biz de o merhumeyi o iyiliğine mukabil, Risale-i Nur'un vefat etmiş has talebeleri içinde o vakitten beri duamızda şerik ediyoruz, hem dua edeceğiz.” (K:237)

Sâlisen: Hem latif, hem güzel, zarif bir hâdiseyi söyleyeceğim: Bu memlekette Risale-i Nur'a erkeklerden ziyade fedakârane yapışan ihtiyare hanımlar ve ihtiyare hükmünde masume genç hanımlar, eski zaman sırmalı ve yaldızlı gelinlik cihazatının içinde kıymetdar parçaları Risale-i Nur'un eczalarının cildleri üstüne çekip, bütün risaleler altun yaldız ile cildlemiş gibi bir tarza girdi. Risale-i Nur'un manen güzelliğine ve Hüsrev ve Tahirî ve Ali'lerin ve Hasan Âtıf ve Âsım gibi kardeşlerimizin yaldızlı yazılarının cemaline, cildi üstünde de şirin bir güzellik daha ilâve ettiler. Hâfız Ali'nin mektubunda yazdığı Ümmühan ve Şahide değerinde, burada Risale-i Nur'a bütün kuvvetiyle çalışan çok hemşirelerimiz var. Meselâ Âsiye, Sâniye, Ulviye, Lütfiye, Aliye gibi Risale-i Nur'un şakirdleri, oradaki hemşirelerine ve kardeşlerine selâm ve dua ediyorlar.” (K:153)

“Bana gönderdiğiniz Asâ-yı Musa'dan bir nüsha; cildsiz, -yalnız sarı kâğıd cild olmuş- Hüsrev'in yazısına bir parça benzer, fakat üstünde Mustafa ismi var. O kimdir, hangi Mustafa'dır? Hem nüshanın üstünde "onüç yaşında Hatice, Ahmed'in kızı" yazılmış. Bu Ahmed, hangi Ahmed'dir? Hem ona, hem kızına bin bârekâllah. Bu yaşta bu koca kitabı hem dikkatli, tevafuklu, hem güzel sıhhatli yazmak, masumların taifesinin bir kahramanlığıdır. Kim görüyor, mâşâallah der. Buradaki mekteb görmüş hanımlarda bir şevk uyandıracak.” (E:157)

“Sava'lı kahraman Ahmed'in kerimesi Hatice'nin yazdığı Asâ-yı Musa mecmuasını kahraman Tahirî, İstanbul'da birisine emaneten bırakmış. O nüsha hanımları Nurculuğa teşvik ettiği için zayi' olmasın. Muattal kalmışsa, lüzum kalmamışsa bana gönderilsin.” (E:177)

“İki defa Nur'un hizmeti için buraya kadar gelen kıymetli hemşiremiz Zehra'nın Medreset-üz Zehra'nın kâğıd masrafına iki yüz lira vermesi, hanımlar kısmında da Hüsrev'ler, Feyzi'ler, Ahmed'ler bulunduğunu gösteriyor.” (E:225)

14-Her hâne bir Medrese-i Nuriyeye çevrilsin:

“Aziz, sıddık kardeşlerim ve manevî Medreset-üz Zehra'nın Nur şakirdleri! Ben Isparta'ya geldiğim vakit, Isparta'da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebinin açılacağını haber aldım. O mektebe kaydolacak talebelerin ekserisi Nurcu olmaları münasebetiyle o mektebin civarında gayr-ı resmî bir surette bir Nur Medresesi açılıp, o mektebi bir nevi Medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hatıra kalbime geldi. Bir-iki gün sonra güya bir ders vereceğim diye etrafta şâyi' olmasıyla o dersimi dinlemek için rical ve nisa kafilelerinin etraftan gelmeleriyle anlaşıldı ki, böyle nim-resmî ve umumî bir Medrese-i Nuriye açılsa o derece kalabalık ve tehacüm olacak ki, kabil olmayacak. Afyon'da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduğundan o hatıra terkedildi. Kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat da şudur:

Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlas Risalesi'nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Hasta Kardeşiniz

Said Nursî” (Em:103)

15-Üstad Hazretlerinin duasına dahil olmanın şartı:

“Bütün ahali, Üstadın nümune-i imtisal iffet ve istikametini görerek, kendisine uhrevî ve mânevî alâkadarlık gösterirlerdi. Üstad, âhiret hemşireliğine kabul ettiği hanımlara ve mânevî evlât ve talebeleri addettiği masum çocuklara çok dua ederdi. Kadınların şefkat kahramanı olduğunu; bu zamanda, İslâm terbiyesi dairesinde hareket etmenin elzem olduğunu; yetişen mâsum evlâtlarının uhrevî hayatlarından mes'ul ve eğer dindar yetiştirebilirlerse hissedar bulunduklarını, kendisinin çok hasta ve perişan olup dua etmelerini istediğini, ihtiyar hanımlara dua ettiğini, genç hanımlardan da namazını kılanlara dua edip âhiret hemşiresi kabul edeceğini kısaca söylerdi. Ve zaten fazla konuşmazdı. Mübarek taife-i nisa, Said Nursî'nin yüksek bir ehl-i hak ve hakikat olduğunu, kalblerinin safvetiyle hissederlerdi.” (T:465)

“Nur'da şefkat esas olmasından, hanımlar o cihette ileridir ve Nurlara ciddî yapışıyorlar. Ben "kardeşlerim" dediğim zaman, hanım hemşirelerimi kardeşler içinde kasdederim. Bütün mektublarımda onlar dahi muhatablarımdır.” (E:179)

“Kahraman Tahirî'nin Nurcu masume, merhume mübarek Hicret'i dünyadan Cennet'e hicret etmesi, hakikaten beni mahzun eyledi. Öyle bir Nur şakirdi ve masum taifesinin ehemmiyetli bir çalışkanı gitmesi, Nur hesabına da beni müteessir etti. İnşâallah onun yerine çoklar girecek, yerini boş bırakmayacaklar. Nasılki şimdiden Uşak'lı küçücük Haydar meydana çıktı, hicret eden hemşiremin vazifesini göreceğim diye bizi mesrur eyledi. Cenab-ı Hak, Hicret'in peder ve vâlidesine ve akrabasına sabr-ı cemil ihsan edip, Hicret'i onlara şefaatçi eylesin ve o merhumeyi de merhume hemşirem Hanım'la Cennet'te mesrur eylesin, âmîn.”(E:180)

“(Hâşiye 2): Üstad Said Nursî, Emirdağı'nı bir Dershane-i Nuriye mânâsında kabul ettiğini söyler. Sav, Barla, Emirdağ, Eflâni gibi Nurların ekseriyetle yayılıp okunduğu kasaba ve köyleri, birer Dershane-i Nuriye ünvaniyle yâdeder. Ve kendi Nurs köyü gibi sağ ve ölü umum ahalisine, masum çocuklar ve mübarek hanımlarına dua eder, mânevî kazancına hissedar eder.” (T:459)

“….Ben işittim ki; benim size câmide ders vermekliğimi arzu ediyorsunuz. Fakat benim perişaniyetimle beraber hastalığım ve çok esbab, bu vaziyete müsaade etmiyor. Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul eden bütün hemşirelerimi, bütün manevî kazançlarıma ve dualarıma Nur şakirdleri gibi dâhil etmeğe karar verdim. Eğer siz benim bedelime Risale-i Nur'u kısmen elde edip okusanız veya dinleseniz, o vakit kaidemiz mucibince; bütün kardeşleriniz olan Nur şakirdlerinin manevî kazançlarına ve dualarına da hissedar oluyorsunuz.

Ben şimdi daha ziyade yazacaktım; fakat çok hasta ve çok zaîf ve çok ihtiyar ve tashihat gibi çok vazifelerim bulunduğundan, şimdilik bu kadarla iktifa ettim.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Duanıza muhtaç kardeşiniz

Said Nursî”(L:203)

Birincisi: Risale-i Nur'da beyan edilen hadîs-i şerifteki عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ  sırrıyla, ihtiyar kadınların Risale-i Nur cihetinde hârika istifadeleri ve zevk-i ruhanîleri merhume vâlidemin merhametkârane hususî şefkatinden gelen lezzete mukabil küllî ve umumî bir surette binler vâlideleri rahmet-i İlahiye bana ihsan ettiği gibi, üç merhume hemşirelerimin şefkatkârane, kardeşane sevinç ve sürurlarına bedel, yüzbinler genç hanımları bana hemşire nev'inde Risale-i Nur cihetiyle verip duaları ile ve Nurlarla alâkadarlıkları ile hemşirelerim yüzünden kaybettiğim üç faide yerine binler faide-i manevî ve sürur-u ruhî ihsan etmiş.” (Em:212)

“Bugünlerde iki hatıradan iki ihtar:

Birincisi: Bu şehirde Risale-i Nur'a intisab eden ihtiyare hanımlar sebat ettiklerini ve başkalar gibi sarsılmadıklarını düşündüm. Birden bu hadîs-i şerif ihtar edildi: عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ  Yani: Âhirzamanda, ihtiyare kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikadlarına tâbi' olunuz." Evet ihtiyare kadınlar fıtraten zaîfe ve hassase ve şefkatli olmalarından, herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç olduğu gibi; herkesten ziyade fıtratlarında fedakârane şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkatperverane bir nur-u teselli ve iltifat-ı merhamet-i Rahman ve nokta-i istinad ve nokta-i istimdada ihtiyacı var. Tam sebat etmek, fıtratlarının muktezasıdır. Onun için, bu zamanda o hacatı tam yerine getiren Risale-i Nur, herşeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalblerine yapışıyor.” (K:124)

“Risale-i Nur'un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur'a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur ona hakikî bir gıda-yı manevîdir. Çünki Risale-i Nur'un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahîm'in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir.” (E:41)

“Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nur'a çoklukla rağbet göstermektedirler. Buna bir hüsn-ü misal olarak hanımların neşrolunan birkaç makalesini din düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesabına bir takım uydurma bahanelerle hücuma geçmişlerdir. Fakat aslâ muvaffak olamayacaklardır. Onların maksadlarının tam aksine olarak, Risale-i Nur'un neşriyatı erkek ve kadınlar arasında hârika bir tarzda inkişaf etmektedir ve edecektir.” (Em:219)

Genç Nurcu kızlara ait mektuba ek

(Vaktiyle size gönderilen bir mektubdan bir parçadır.)

Bu şehirde Risale-i Nur'a intisab eden ihtiyar hanımlar sebat ettiklerini ve başkaları gibi sarsılmadıklarını düşündüm. Birden bu hadîs-i şerif ihtar edildi:  عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ Yani, âhir zamanda ihtiyar kadınların, fıtraten zaîfe ve hassase ve şefkatli olmalarından herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç oldukları gibi, herkesten ziyade fıtratlarında şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkatperverane bir nur-u teselliye ve iltifat ve merhamet ve rahmete ve nokta-i istinada ve nokta-i istimdada ihtiyaçları vardır ve sebat etmek fıtratlarının muktezasıdır. Onun için bu zamanda o hacatı tam yerine getiren Risale-i Nur, herşeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalblerine yapışıyor.

Said Nursî

Gayet ehemmiyetli bir hakikata gayet kısa bir işaret

Bazı ehadîs-i şerife ile işaret var ki; "Âhir zamanda kadınlar taifesinde hakaik-i imaniye ziyade inkişaf edecek. O zamanın dalalet tehlikelerinden bir derece mahfuz kalacaktır." Bir hadîs-i şerif ferman eder ki: عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ Yani "Âhir zamanda ihtiyar kadınların dinlerine iktida ediniz." Demek şefkat kahramanları olan kadınlar, o seciye-i şefkatten çıkan samimiyet ve ihlas ile o zamanın riyakârane dalalet tehlikelerinden kurtulmaya vesile olur. İslâmiyetini muhafaza ederler.

Hem bir hadîs-i şerif ferman ediyor ki: اَبِى الْبَنَاتِ مَرْزُوقٌ  Yani: "Kızların babasının rızkına bereket düşer."

Demek kız çocukları âhirzamanda çoğalır. Hem mübarek ve rızıkları bereketli olur. Ben çok zaman evvel bu nevi hadîslerin sırrını bilmiyordum. Cenab-ı Hakk'a şükür ki, bu âhirde bir derece o sırrı anladım. Gayet kısaca bir işaret edeceğiz:

Nev'-i beşerde yavrular, sair hayvanlar gibi çabuk kendi kendine mâlik olmadığından, yaşamakta hayvanın iki-üç ay yerine, on sene, belki daha ziyade şefkatli bir himayete muhtaç olduklarından, bu sır için cins-i hayvana muhalif olarak insandaki veledlerine karşı şefkat, bir seciye-i fıtrî olarak devam etmek lâzım gelmiş. Hem iktidarsız yavrulara ve zaîf vâlidelerine tam yardım ve himaye etmek hikmetiyle erkeklerde de haysiyet, namus seciyesi fıtratında dercedilmiş. Bu namusta hâlis ve ücretsiz, mukabelesiz, samimî bir kahramanlık dercedilmiş. Fakat o seciye bazı esbab ile bir derece bozulduğu için, samimî ve hâlis kahramanlık seciyesi ekseriyette zaîflemiş. Fakat kadınlarda o seciye-i fıtriye olan şefkat kahramanlığı bozulmamış. Bu seciye-i fıtrî ehl-i İslâmda, âhirzamanda büyük bir hizmet ve hayat-ı içtimaiyede, İslâmiyet dairesinde bir esas olacağına o gibi hadîs-i şerifler işaret edip remzen haber veriyorlar.

Said Nursî” (Hn:22)

17-Risale-i Nur’un ehemmiyetini anlayan nisa taifesinin hissiyatları:

“Müslümanlığı yok etmeğe kasdedenler müzmahil oldular. Siz Üstadımız ise, dinî hizmetinizde muzaffer oldunuz. Milletimizi dinsizlerin zararından kurtardınız, zaferler kazandınız. Müslümanların mes'ud günler geçirmesine sebeb oldunuz. Bu sayede dinî istiklaliyetimize, dinî hürriyetimize kavuştuk. Risale-i Nur matbaalarda çok çok basılmağa başladı, biz kadınlar çok mesrur olduk. Nurlarımızı basılmış görünce, yeniden dünyaya gelmişçesine sevinçler içerisinde kaldık. Bize binlerce beşibirlikler, altunlar, elmaslar verselerdi, ipekten, atlastan elbiseler dağıtsalardı; bizi bu derece memnun edemezlerdi. Risale-i Nur'u bastırmak, dine, imana en birinci, en büyük hizmettir.” (Hn:132)

Üstadımız Efendimiz!

Din, iman aşkıyla, Müslümanlık duygusuyla mes'ud olabilecek biz anneler; yavrularımıza Kur'an-ı Kerim'i öğretiyoruz, Risale-i Nur'a çalıştırıyoruz. Risale-i Nur'un iman, İslâmiyet dersleriyle terbiye etmeye çalışıyoruz. Evlerimiz birer Medrese-i Nuriye oluyor elhamdülillah. Eğer çocuklarımıza Risale-i Nur okutmazsak; yoldan çıkarıcı bu zamanın tehlikelerine düşecekler, fena göreneklere kapılacaklar, kötülükleri taklid edecekler. Bizim başımıza bela ve derd kesilecekler. Âhirette de "İmanımızı neden kurtarmadınız?" diye anne ve babalarından davacı olacaklardır. Bunun için, sevgili yavrularımızın kalblerine Risale-i Nur sevgisini aşılıyoruz. Kadınların çocuklarına karşı şefkatleri fazladır. Eğer çocuklarının ebedî âhiret hayatlarını kurtaracak iman dersleri verilmezse, bu ihmal edilir de yalnız muvakkat fâni dünya hayatına çalıştırılırsa, o vakit çocuklara olan şefkat, hakikî yerine sarfedilmiş olmaz. Çocuğun hem dünyada hem âhirette de felâketine sebeb olan bir şefkat olmuş olur.” (Hn:132)

“(Hanımlar Rehberi'ne ilâve olunacaktır.)

(Üstadımıza, Ramazan-ı Şerifini tebrik münasebetiyle yazılan ve İzmir, Manisa ve havalisinde Risale-i Nur'un ehemmiyetli ve tesirli hizmet ve intişarının ve hanımlar arasında hüsn-ü tesirinin bir nümunesi olan bu mektub, aynen İstanbul'daki Nurcu hanımların yazdıkları mektub nev'inden; İzmir, Manisa ve havalisinde merhum Hâfız Ali, Hasan Feyzi ve Halil İbrahim (Rahmetullahi Aleyhim) gibi, kadınlardan da hâlis Nur kahramanları çıktığını gösteriyor.)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Ey kalbimizdeki sonsuz sevgilerimizi ifadeden âciz kaldığımız çok muhterem, çok muazzez ve çok sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Hulûlüyle müşerref olduğumuz Ramazan-ı Şerifinizi, bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Kusurlarımızı afv ederek biz bîçareleri Nur Talebeleri olarak kabul buyurmanızı yalvarıyoruz.

Ey ruhumuzun gıdası ve kalbimizin ebedî sönmez meş'alesi, maddî ve manevî dertlerimizin dermanı ve ey Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın azametli, berrak ve safî nurundan fışkıran ve bütün insanlık âlemini aydınlatmak kudretini haiz olan yüksek eserin tercümanı olan Üstadımız!

Sen, insanları Allah ve Resulullah yoluna sevkederek hakikat-ı insaniyyeyi idrak ve iz'an sahibi her genç ve ihtiyara, avam ve havassa tam manasıyla anlatmağa çalışan ve bunda muvaffak olan bir hâdim-i imansın.

İşte bu cihetledir ki: Bu asırda Kur'an-ı Kerim'in bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'a bütün ruh u canımızla ve bütün mevcudiyetimizle sarılıyor; ta'zim, tebcil ve tekrim ediyoruz. Bizim Risale-i Nur'a olan bu bağlılığımızı gevşetecek hiçbir kuvvet yoktur. Hattâ bunun tasavvuru dahi imkânsızdır. Çünki o gönüller üzerine müesses imanî bir rabıtadır. Biz sizin ve Risale-i Nur'un yolundan aslâ ayrılmayacağız. Ve bu eşsiz Nur'dan daima istifade edeceğiz inşâallah... Çünki o, yer yüzünde emsaline rastlanmayan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmayan bir derya-yı iman ve bir tevhid hazinesidir. İşte biz, bize böyle eserler hediye eden siz mübarek ve aziz Üstadımıza ebediyen medyun ve minnetdarız.

Ey mübarek ve çok sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Mensub olduğumuz mukaddes dinimiz hakkında kâfi derecede bilgi edinmemiz ve istikbalimizi ve ebedî saadetimizi temin edebilmemiz için dinî bir eser, hem de bu asrın azgınlaşmış ve önüne geçilmesi pek güçleşmiş küfrî ve gayr-ı ahlâkî cereyanlarından kurtaracak nurlu ve ışıklı bir eser ararken, nihayet Cenab-ı Hakk'ın lütf u inayetiyle bize ihsan edilen Risale-i Nur'u bulduk ve okuduk. Ondaki feyiz hiçbir eserde mevcud olmadığından, onun bir hârika olduğunu idrak ettik. Çünki Risale-i Nur; kararan kalbleri hidayet nuruyla aydınlatan ve biz bîçareleri zulmetten nura, dalaletten hakikata, dünya ve âhirette saadet ve selâmete kavuşturacak bir mürşid-i ekmel ve mürebbi-i a'zamdır.

Biz âcizleri böyle eserleri okumak şerefiyle müşerref kılan Cenab-ı Hakk'a binler, yüzbinler defa hamd ü sena ediyoruz. Bütün dünyanın asırlardan beri beklediği ve nurundan istifade etmek için can attığı, fakat muvaffak olamadığı böyle bir hazine-i ilmiyeyi bizlere okumayı nasib eden o Hâlık-ı Zîşan'a teşekküren âhir ömrümüze kadar secdeden başımızı kaldırmasak yeridir... Temenni ediyoruz ki: Cenab-ı Hak bizleri Risale-i Nur'dan ve sevgili Üstadımızdan ebediyen ayırmasın. Âmîn, âmîn, âmîn...

Ey kıymetli Üstadımız Efendimiz!

Siz Kur'an ve iman hizmeti için her şeyinizi feda ettiniz. Maruz kaldığınız o kadar şedid zulüm ve işkencelere ve giriftar edildiğiniz çok musibet ve belalara karşı, son derece sabır ve tahammül ettiniz. Din ve İslâmiyet düşmanlarının şiddetli tazyiklerine rağmen vazifenizden aslâ vazgeçmediniz. Siz mahkemelerde kalbinizde hiçbir korku hissetmeden, İslâmiyeti bilâperva müdafaa ettiniz. Ettiniz de böyle âlî ve saadet-i dareyne kâfi ve vâfi eserler vücuda getirdiniz ve en büyük iman dâîsi oldunuz. Ve böylece bütün beşeriyete son bir defa olmak üzere Din-i Hakk'ı bütün azamet ve şümulüyle, olanca kuvvet ve şaşaasıyla tanıtmak ve yaymak ve tebliğ etmek vazife-i kudsiyesiyle muvazzaf bulunduğunuzu ilân ettiniz. Bu cihadınız size mübarek olsun!..

Bu kudsî vazifeyi îfa ederken şefkatin şahikasına yükseldiniz. Birkaç bîçarenin Cennet'e girmesi için bütün kuvvetinizle Cehennem'e girmeğe hazır olduğunuzu söyleyerek ve dünyada emsaline rastlanmamış ve engizisyon mezalimine rahmet okutturacak derecede şedid zulüm ve belalara sabır ve tahammül ederek bunu isbat ettiniz.

Sizin o Risale-i Nur'daki müessir sözleriniz; ruhumuz, irademiz ve ahlâkımız üzerinde büyük tesirler vücuda getiriyor. Hele o risalelerin şahı "Sözler Mecmuası" defalarca okunmağa ve okutmağa şâyandır. Ve böyle bir eserin birçok mütefekkir ve allâmelerin dahi ellerinden ve dillerinden sudûruna imkân olmadığını söylemek, hiç de mübalağa olamayacağı kanaatindeyiz. Risale-i Nur, her şeyden önce insanlara bir ders-i ibret veriyor. Âhiret fikrini, hesab ve kitab hissini ihya ediyor. Daha dünyada iken ehl-i saadet ve ehl-i dalaletin menzillerini tayin ediyor.

Bizler de Risale-i Nur'un bu derslerinin tesiriyle, fâni hayatın endişelerini hissetmeyecek dereceye geliyoruz. Ve onu okumakla rıza-yı İlahiyeyi tahsil edeceğimizi ve Cenab-ı Hazret-i Risaletpenahî'ye ve onun sevgili vekili ve tercüman-ı hakikîsi olan siz mübarek Üstadımıza kavuşacağımıza son derece inanmış bulunuyoruz. Ve hayatımızın son nefeslerine kadar bu uğurda her şeyimizi feda edeceğiz. Ve önümüze gelen her felâketi izn-i İlahî ile ve Üstadımızın himmetiyle yeneceğiz. Ve bizi bu yoldan çevirmek isteyen gafillere aslâ kulak vermeyeceğiz inşâallah.

Ey sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Biz sizin ve Risale-i Nur'un kıymetinin bir zerresini bile medh ü sena etmeğe muktedir değiliz. Risale-i Nur'un ve sizin medhiyenizi, kudretli talebeleriniz coşkun lisanlarıyla, hararetli aşklarıyla terennüm ediyorlar. Biz ise, onların ayaklarının izlerinde sürüklenerek tâ huzurunuza kadar çıkabilmek için, böyle bozuk lisanımızla bunları size yazdık. O şüheda-i hakikat Hâfız Ali ve Hasan Feyzi (Rahmetullahi Aleyhima)nın hatırları için, bizim bu cür'etimizi hoş görmenizi hazretinizden niyaz ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

İzmir, Manisa ve havalisindeki evlâdlarınız ve âhiret hemşireleriniz namına  Asıme, Fatma, Leman, Ayşe, Naile” (Hn:138)

“(Hasan Feyzi, Halil İbrahim misillü Nur'un kahramanları gibi, İstanbul'da kadınlar taifesinden Nurlara hârika bir alâkadarlık gösteren hanımların mektubudur)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Çok muhterem, çok mübarek, büyük Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Biz zaîf bîçareleri talebeliğe kabul ettiğiniz için pek çok sevindik. Dünyalar bizim oldu. Gözlerimiz sevinç yaşlarıyla doldu. Ağladık... Ve ağlayarak, Rabbimiz Teâlâ Hazretlerine hadsiz şükürler ettik. Cenab-ı Hak bu fakirleri, yüzotuz tane eşsiz eserleri her yerde aşkla okunan siz gibi dünyada birtek Bediüzzaman olan haşmetli bir Üstad'ın dualarına dâhil eyledi. Bu zamanın en büyük zâtı olan Risale-i Nur sahibinin talebesi olmak gibi çok büyük bir şerefe, çok büyük bir nimete vâsıl etti...

Âh Üstadımız, ne yapalım! Hediye kabul etmiyorsunuz ki, hediye gönderelim. Siz, bizim ebedî hayatımızı kurtardınız. Biz size, en küçük bir iyilik dahi yapamıyoruz. Gerçi dünyalar dolusu iyilik edilse, yine sizin bizi iman-ı kâmile eriştiren Risale-i Nur gibi büyük bir lütfunuza mukabil gelemez. Cenab-ı Hak siz Üstadımızdan ebediyen razı olsun, âfiyetler, şifalar versin. Ve bizleri Üstadımız Bediüzzaman'dan ayırmasın, âmîn...

Ey Rabbimiz! Sevgili Peygamberimiz Habib'in hürmetine, bu duamızı kabul eyle, âmîn.

Büyük Üstadımız Efendimiz! Kendimizde size talebe olmaya liyakat görmüyoruz. Sizin bizlere olan çok şefkatiniz, pek ziyade hamiyetiniz; bizleri dünyada, âhirette saadetlere kavuşturan Risale-i Nur talebeliğine dâhil etmektedir. Risale-i Nur'u okuyoruz. Âhiret hemşireleriniz Risale-i Nur'a çok müştaktırlar. Beraberce okuyoruz. Nur Risalelerinden çok, hem pekçok istifadeler ediyoruz. Bizler şimdiye kadar Risale-i Nur'da kadınlara verilen çok kudsî dersleri; hiçbir kitabda görmedik, hiçbir hocadan işitmedik. O pek kıymetli, pek güzel, pek tatlı iman hakikatleri bizim ruhumuzun gıdasıdır.

Risale-i Nur'daki mukaddes Kur'an hakikatleri bizim kalblerimize işliyor, kalbimizde nurdan muhabbet alevleri yandırıyor, imanımıza kuvvet veriyor, maneviyatta derecatımızı yükseltiyor. Risale-i Nur bizi fitnelerden uzaklaştırıyor, tarîk-ı müstakime, Kur'an yoluna intisab ettiriyor. Bizi şeytanların, cinnîlerin ve bizi din perdesi altında aldatıcı, kandırıcı kimselerin şerlerinden emin kılıyor. Hak Teâlâ Hazretleri siz Üstadımızdan ebediyen razı olsun, uzun ömürler versin... Siz Üstadımıza olan şükranlarımız sonsuzdur.

Sevgili Peygamberimiz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, siz Üstadımıza ve Nur talebeleri kardeşlerimize iman ve Kur'an hizmetinde ebediyen muin ve yardımcı olsun. Cenab-ı Hak, sizleri bu Kur'an hizmetinde muvaffak eylesin, âmîn, âmîn, âmîn...

Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Nasıl dert yanalım! İfsad komiteleri, din düşmanları, desiselerle biz kadınları ifsad ettiler; çoklarımızı İslâmiyetten uzaklaştırdılar. Bizi yüksek İslâm terbiyesinden, yüce İslâm edebinden mahrum ettiler. Hâlâ da, dinimize zararlı şeyleri bize aşılamağa çalışıyorlar. Hadsiz hamd ü senalar olsun Rabbimize ki, Risale-i Nur bizi bunlara kapılmaktan dahi kurtardı. Risale-i Nur'a nail olunca, kalblerimize nurlar yağdı. Ruhumuzda nurlu âlemlere pencereler açıldı. Nur Risalelerini okudukça imanımıza, mukaddes dinimize bağlılığımız ziyadeleşti. Peygamberimiz Habib-i Zîşan Efendimize muhabbetimiz fazlalaştı. Allah'a olan itaatimiz, sevgimiz, aşkımız sonsuz bir hale geldi. Nurları okudukça dinimize, imanımıza zarar veren şeyleri ayırdetmeğe başladık.

Dinî bir ders veriyorum diye biz safdil kadınları aldatıp, yanlış yollara bizi teşvik eden kimselere gitmez olduk. Çünki Risale-i Nur bizim gözümüzü açtı. Risale-i Nur'u okumadan evvel bunları bilemiyorduk. Başka şeylere, başka heveslere uyarak günahlar işliyormuşuz. Pâk İslâm kadınlığının şerefine yakışmayan, Avrupalı gâvurların vaziyetlerini taklide kapılıyormuşuz. Risale-i Nur bizi cehaletten, o çirkin şeylerden kurtardı. Günahlardan uzaklaştırdı; sevablara nail kıldı. Risale-i Nur bizim her derdimize derman; acılarımıza nurlu birer merhem oldu. Şimdi iman ediyoruz ki: Risale-i Nur her şeye devadır. Bu pek nuranî, pek feyizli eserler bize kâfidir. Başka şeylere gitmeye, aramaya ihtiyaç bırakmıyor.

Biz kadınlar, elhamdülillah dinimize bağlıyız. Fakat biz; bize hakikî bir surette dinimizi öğretecek, bizi ibadete, güzel amellere, güzel ahlâka sevkedecek eserlerden mahrum edildik. Dinsizler kadınları şaşırttılar. Bunun için bize Kur'an yolunu öğreten İslâmiyetin nurlu, selâmetli caddesinde iman ilmini tahsil ettirerek yürüten Nur Risaleleri gibi bir mürşid-i kâmil lâzımdı. Buna çok muhtaç idik. Bizi ebedî saadetlere nail kılacak, bizi Kur'an nurlarıyla nurlandıracak, Kur'an-ı Kerim'in sonsuz feyizleriyle feyizlendirecek Nur Risaleleri gibi bir üstada, bir esere ihtiyacımız fazla idi. Demek bu Nurları, bu eserleri, bu üstadı görmüyormuşuz. Demek gaflette imişiz. Gördük, ayıldık, uyandık, Risale-i Nur'a sarıldık. Başkalarının aldatmalarından kurtulduk. Nur Risalelerindeki Kur'an, iman nurlarına eriştik. Elhamdülillah, Allah'ın bu büyük lütf u keremine hadsiz şükürler ederiz...

Üstadımız! Biz Nur Risalelerine ruh u canımızla sarılıyoruz. Hanımlar Rehberi, Gençlik Rehberi, Küçük Sözler, Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi bizim en büyük rehberimizdir. Bizim acılarımızı gideren nuranî derslerimizdir. Hanımlar Rehberi, defalarca okunmağa şayeste bir eserinizdir. Okudukça, okumak şevki doğuyor. Gençlik Rehberi'ni tekrar tekrar okuyoruz. Tekrar ettikçe anlayışımız artıyor. Ruh ve kalblerimizde tesiri ziyadeleşiyor.

Sözler'i, Hastalar Risalesi'ni, İhtiyarlar Risalesi'ni sık sık okuyoruz. Bu Risalelere, bizler ekmekten, sudan, havadan ziyade muhtaç olduğumuzu; okudukça idrak ediyoruz, anlıyoruz. Böyle böyle Nur Risalelerini devrediyoruz. Nur Risaleleri bizim ruhumuzdur, kalbimizdir, başımızın tacıdır, gönlümüzün nurudur. Nurları sinemize basıyoruz. Onları yanımızdan, dilimizden, çantamızdan eksik etmiyoruz...

Üstadımız! Nur Risalelerindeki iman nurları, birer gül-ü Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) gibidir. Biz, bu eserlerinizin bize ne kadar faydalı olduğunu; ruhumuza, kalbimize ne derece tesirler verdiğini dile getirmekten âciziz.

Üstadımız! Nur talebelerinin okudukları bir eşi, bir benzeri daha dünyada olmayan "Cevşen-ül Kebir" isimli Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin duasını ve çok sevablı, çok nurlu, çok faziletli salavat-ı şerifelerinizi elde ettik, okumağa başladık. Sizin devam ettiğiniz bu pek kıymetdar, çok mübarek evradlar; bizim zikrimiz, bizim virdimiz oldu elhamdülillah! Fakat en ziyade Risaleleri okumağa gayret ediyoruz, ehemmiyet veriyoruz. Çünki Nur Risalelerini ne kadar sık sık okursak, bu dualardan daha ziyade feyz alıyoruz. Duaları, evradları mübarek gecelerde, hususan Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berat, Leyle-i Kadir ve Cuma geceleri gibi vakitlerde okuyoruz.

Cenab-ı Allah, şefkate çok muhtaç olan biz kadınlara; siz gibi çok şefkatli, çok merhametli bir zâtı üstad eyledi. Dünya yüzünde en doğru ve en yüksek, en hakikî, en büyük bir mürşid olan Nur Risalelerini bizlere ihsan buyurdu.

Fâni bir üstada yapışmamışız ki, o vefat edince biz mürşidsiz kalalım. Ölmeyen, bâki olan Kur'an tefsiri Risale-i Nur gibi ebedî bir üstad var. Üstadımız ebediyen bize üstadlık edecek, bize hâmi olacak, bizi ölünceye kadar nurlandıracak inşâallah.

Allah'ımıza çok şükürler olsun, biz artık yüksek bir mekteb olan Nur Mektebine girdik. Kur'an Nurlarına intisab ettik. Risale-i Nur bizim yüksek derslerimizdir. Risale-i Nur; en büyük nur kaynağı, en zengin feyiz hazinesidir. Biz kadınlar Nur talebeliğiyle iftihar ediyoruz, şeref duyuyoruz. Bu aldatıcı zamanda, tehlikelerin insaniyeti boğduğu bu asırda; koruyucu en büyük kal'a, Risale-i Nur'a talebe olmaktır. Risale-i Nur talebeliği, en büyük bir şereftir. Kur'an hakikatlerini kalbimize, ruhumuza, aklımıza işleyen Nur Risalelerine intisab etmek; Kur'an'a, İslâmiyet'e intisab etmektir.

Bilhassa kadınların safiyetinden istifade ederek aldatıcı kimselerin çok olduğu bu karışıklık devrinde; en müstakim yol, en doğru rehber, en hakikî üstad Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, Kur'an yoludur. Risale-i Nur, iman ve İslâmiyet yoludur. En güzel, en şirin, en zevkli nuranî hakikatlar Risale-i Nur'dadır. İnsan kelime-i tevhidin zikrini yaparken, Kur'an okurken nasıl İlahî bir aşkla dolarsa; Risale-i Nur'u okurken, dinlerken de öyle oluyor. Çünki Risale-i Nur, baştan başa kelime-i tevhidin hakikatlarını ders veriyor. Kur'an hakikatlarını, tevhid hakikatlarını bize anlatarak kalbimize, aklımıza, ruhumuza nakşediyor. Hepsini lâyıkıyla anlayamasak da, anlayabildiğimiz kadarı bizi kurtarıyor. Anlayamadığımız yüksek hakikatları da; manen bize tesir ediyor, feyizlendiriyor, nurlandırıyor. Onun için, Nur Risaleleri defalarca okunuyor, tekrar tekrar mütalaa ediliyor.

Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Siz aldatmayan, özü-sözü bir olan, ilmiyle amel eden hakikî bir üstadsınız. En müstakim, hakikî bir mürşid-i kâmilsiniz. Size teklif edilen hediyeleri şimdiye kadar reddetmemiş olsaydınız, altundan saray yaptırırdınız. Siz Nur Risaleleriyle hakikî bir üstad, hakikî en büyük bir mürşidsiniz ki; kendiniz için dünya menfaatlerini toplamadınız, dünya servetleri peyda etmediniz... Dünyayı terkettiniz. Sırf Allah rızası için iman dersleri verdiniz, Kur'an'a hizmet ettiniz. İşte sizdeki bu ihlas içindir ki; biz kadınlar ve milyonlarca erkekler, ihtiyarlar, gençler kitablarınıza sarılıyorlar.. derslerinize itimadla devam ediyorlar. Din için, iman için fedai oluyorlar. Risale-i Nur uğrunda bütün müşkilâtlara göğüs geriyorlar. Sizin sözlerinize çok ehemmiyet veriyorlar, inanıyorlar...

Siz, Kur'an-ı Kerim'de kadınların kıymetini, iffet ve ismetini muhafaza eden, onları pis nazarlardan koruyan âyeti tefsir ettiğiniz için dinsizler sizi i'dam mahkemesine verdiler, zindanlara attılar. O mahkemelerde, size verilecek ölüm cezasından hiç korkmadınız. Tahammül edilmez işkencelere tahammül ettiniz, yılmadınız. Yine o âyet-i kerimenin tefsiri olan ve kadınlığın hukukunu müdafaa eden risalenizi metanetle müdafaa ettiniz. Bu asırda kötü şeyler içinde bırakılan ve dinî, hakikî bir koruyucuya pek muhtaç olan kadınları; masiyetten koruyan, yükselten risalenizi yine neşrettiniz, bizlerin imdadına yetiştirdiniz. Bize efendilerimiz diyorlar ki: "Bu otuz-kırk sene içinde, kadınları müdafaa eden İslâmî bir eseri yazmağa hiçbir kimse cesaret edemedi. Böyle bir eseri, dinsizlerin işkenceleri içerisinde, ancak Bediüzzaman yazabildi. Kadınlık âlemine büyük bir rehber oldu..."

Üstadımız! Siz, dinsizlerin çok olduğu böyle bir zamanda, sizi i'dam etmek için götürdükleri mahkemelerde Kur'an'ı ve İslâmiyeti müdafaa ettiniz.

Mürşid-i kâmilin nasıl bir zât olacağını, Abdülkadir-i Geylanî (R.A.), Şah-ı Nakşibend (R.A.), İmam-ı Rabbanî (R.A.) Hazretleri gibi büyük zâtların kitablarından öğrenen kardeşlerimiz vardır. Bizler, en büyük bir üstadın, en büyük bir mürşid-i kâmilin şartlarını, hallerini, evsafını tamamen sizde buluyoruz, eserlerinizde okuyoruz. Mürşid-i kâmil ancak yukarıda bir-iki vasfını arzettiğimiz şekilde olan bir zâttır. Biz, ancak öyle olan siz gibi bir üstada ve eserlerine bağlanıyoruz. Çocukluğunuzdan beri istikametle geçen sizin hallerinizi çoklar aynen gördükleri gibi, mahkemelerde de sizin haliniz ayan-beyan oldu. Bunlar, sizin bu zamanda emsali olmayan, eser sahibi en büyük bir zât olduğunuza delildir.

Sizin Risale-i Nur eserlerinize can ü gönülden itimad ediyoruz. Nur-u Kur'an'ı sevgiyle, muhabbetle okuyoruz. Siz bütün ömrünüzdeki hallerinizle, Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin gittiği Kur'an yolunda gidiyorsunuz. Dinî eserlerin yasak edildiği acı günlerde, imanı kurtaran Nur Risaleleri gibi eserler verdiniz.

Hazret-i Peygamber Efendimizin yolunu tam takib ettiğinizden; i'damlardan, mahkemelerden, zulümlerden korkmadınız. Ve Allah'ın inayetiyle, yüzotuz parça Nur Risalelerini vücuda getirdiniz. Şahlanmış arslanlar gibi İslâm dinini i'dam mahkemelerinde müdafaa ettiniz.

Muazzez Üstadımız!

Yirmi seneden beri Risale-i Nur'a hizmet eden kıymetdar talebeniz, muhterem vâlidemiz Âsiye Hanım buradadır. Bizlere Risale-i Nur'u tanıttı. Kadınlar arasında imana, Risale-i Nur'la büyük hizmetler yaptı. Ankara'daki annemiz Risale-i Nur'a ihlasla hizmet ediyor. Çok hanımların Risale-i Nur'la mes'ud olmalarına, imanlarının kurtulmasına vesile oluyor. Afyon havalisindeki şehadetli, nurlu, faaliyetli nurcu kardeşimiz Risale-i Nur'un mesleğine uygun olarak hizmet ediyormuş. Birçok hanımlar, genç kızlar onun vasıtasıyla Risale-i Nur'dan iman dersi okumak bahtiyarlığına erişiyorlarmış. Antalya'da da birçok Nurcu kardeşlerimizin Risale-i Nur'a çalıştıklarını, Risale-i Nur'u yazdıklarını işittik, çok mesrur olduk... Hem Nurlara çalışan bu Nurcu kardeşlerimize, hem vatanımızdaki bütün âhiret kardeşlerimize dualar eder, onları ruh u canımızla tebrik ederiz.

Uzun yazdık, affınızı yalvarıyoruz; Nur'un muhabbeti, Nur'un sevgisi bizi durdurmuyor. Daima Nur'dan konuşuyoruz. Her zaman dilimizde, kalbimizde, ruhumuzda Nur'un sevgisi... Nur okuyacağız... Nur taşıyacağız... Nur yayacağız inşâallah...

Ankara'da, Risale-i Nur matbaalarda binlerce basılıyormuş. Bu en büyük bayramımızdır. Bu bayram, bütün dünyadaki din kardeşlerimizin bayramıdır. Bunun için başta siz Üstadımız ve bütün Risale-i Nur talebelerini tebrik ederiz. Buradaki Risale-i Nur'la alâkadar âhiret hemşirelerimiz ve bizler size pek çok selâmlar ve dualar ediyoruz. En büyük hürmetlerimizle ellerinizden öperiz.

Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

Biz bu dehşetli zamanda, Risale-i Nur'dan aldığımız derslerle imanı kazanmak gibi nihayetsiz bir saadete nail olduğumuzdan dolayı kalbimize doğan şükranlarımızı işte bu suretle yazdık. Eğer elimizden gelse, Risale-i Nur'un kadınlara ve bütün İslâm milletlerine verdiği faydaları, binlerce sahifeler dolusu kaleme alacağız. Amma mümkün değildir.

Öyle bir zaman gelecek ki; milyonlarca kadınlar Nur Risalelerinin dairesine, pervaneler gibi Risale-i Nur derslerine koşacaklar. Risale-i Nur'dan kudsî iman derslerini alacaklar, dinleyecekler. Nur semasında Nurlar teneffüs edecekler. Cennet-ül Firdevs'i kazandıran iman nimetine nail olacaklardır.

Çok şefkatli, çok merhametli Üstadımız!

Risale-i Nur'un bu büyük bayramını tekrar tebrik ederiz... Biz, siz müşfik Üstadımızdan, Risale-i Nur'dan ölünceye kadar ayrılmayacağız. Siz ve Risale-i Nur; dünyada mürşidimiz, âhirette şefaatçimizdir. Canımız, Nur-u Kur'an ve iman olan Risale-i Nur'a ve Kur'an dellâlı siz Üstadımıza kurban olsun... Her şeyimiz Risale-i Nur'a feda olsun...

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

İstanbul'da, duanıza muhtaç talebeleriniz ve manevî evlâdlarınız Hayrünnisa, Seyyide, Emine, Fatma” (Hn:152)

18-NETİCE-İ KELÂM

“Sen her kusurdan münezzeh öyle bir  Zât-ı Zülcelâlsin ki, her yerde ve her zamanda bütün mü’min erkekler ve bütün mü’min kadınlar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın lisanıyla seni hamd ile tesbih eder. Allahım, erkek ve kadın bütün mü’minleri, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tesbihatının sadâlarıyla kıyamet gününe kadar hep böyle konuştur.” (y.n.L:751)

Muhteva:

1-Kısm-ı sâni tabir edilen bir hasnanın, zâhirî hilkatinde okuyabileceğimiz sahifeler

2-Medeniyetin kadına ait Kur’ân’ın hükümlerine karşı itirazlarına cevablar

3-Kur’ân suretperestliği ve sanemperestliği reddeder

4-Yahudi kadın ve kızlarının hayat-ı sefihanedeki rolleri

5-Bize Avrupa ecnebîlerinden gelmiş sefih medeniyet yakışmaz

6-İfsadlarına kadınları âlet ettiler

7-Üstad Hazretleri neden bakmıyordu?

8-Risale-i Nur şakirdlerinin bekâr kalmalarındaki esbab ve tenasül kanunu

9-Refika-i hayata meşrû muhabbet ve neticesi

10-Fazl-ı İlâhiye liyakatı olan kadınlar

11-Netice

12-Kadınlara dâir mezkûr şekilde dersler veren Risale-i Nur müellifine karşı suçlamalarda bulunup yıllarca Ona, hapislerle ve sürgünlerle eza ve cefa verdiler. Ona karşı yapılan dehşetli ve ibretlik suçlamalardan bazıları ise

13-Risale-i Nur’ların kadınlar mabeyninde ne kadar ehemmiyet taşıdığını ve Onun söylediği her şeyin Hak ve hakikat olduğunu anlamak için, nisa tâifesinin hizmetlerine bakabiliriz

14-Her hâne bir Medrese-i Nuriyeye çevrilsin

15-Üstad Hazretlerinin duasına dahil olmanın şartı

16-İhtiyare ve genç kadınların kalblerinin tesellisi Risale-i Nur’da

17-Risale-i Nur’un ehemmiyetini anlayan nisa taifesinin hissiyatları

18-NETİCE-İ KELÂM

 

 

1Tesettür-ü nisvan hakkında Otuzbirinci Mektub'un Yirmidördüncü Lem'ası, gayet kat'î bir surette isbat etmiştir ki: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir. Ref'-i tesettür, fıtrata münafîdir.”

2Tesettür Risalesi'nin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcub eylemiş.

3Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.

4Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i Temyiz'in müdafaatından bir parça: "Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir!.."

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık