DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

RİSALE-İ NUR CEVAB VERİYOR1

MÜNKİR VE MÜNAFIKLARLA DİYALOG?

İlmî ölçüler içinde ve insaf dairesinde olmak üzere, bazı gazete ve televizyonlarda (bu tarih 1995 yıllarıdır, gazeteler ise, Sabah, Hürriyet, Zaman’dır.) hayli şa’şalandırarak öne sürülen dine ait bazı anlayışların çok az bir kısmını ele alıp Risale-i Nurlardaki beyanlarla mukayeselerini nazara vereceğiz.

Ortaya atılan fikirlerden birincisi:

«Dünya kadar insan var ve bu dünya kadar insanla paylaşacağımız yine dünya kadar müştereğimiz var. Hepsiyle diyalog için o kadar fasl-ı müşterek var ki... Ayrılıkları nazara alarak, ayrılıklar etrafında birbirimizi şamar oğlanı gibi kullanarak bu ayrılıkları büyüteceğimize, bu uçurumları derinleştireceğimize, bence fasl-ı müşterekler üzerinde durmalı...»

Cevap: Bu beyanatta insanların iyilerle ve kötülerini ayırmadan, bütün insanlarla ortak tarafımızın bulunduğu fikri ileri sürülerek herkesle dostane münasebetler kurulabileceği nazara veriliyor. Kur’anda ise insanların, mü’min, kafir ve münafık olarak üç kısma ayrılır. Münkirler, müşrikler ve münafıklar şiddetle ve tekrarla çirkin görülür ve “yüz çevir” ve “onları bırak” gibi ifadelerle onlardan uzak durulması ihtar edilir. Mesela: (En’am Suresi 6:106, Secde Suresi 32:30, 66:9) bilhassa zamanımıza bakan yönleriyle gayet manidardır.

İslâm Prensipleri Ansiklopedisinin 2258,59 parağraflarında ele alınan Mümtahine Suresi (60:1) ayeti izahında “Masonluk cereyanı mensuplarının masonluğu tarif ederlerken: “Din ve ırk farkı gözetmeksizin insanlar arasında sevgiyi geliştirmek gayesini güden” şeklinde ifade ederler.

Bir cihetten Hümanizmin de mahiyetini teşkil eden bu ifade zahiren parlak görünürken, hakikatta dine ve Kur’ana aykırıdır. Evet ırk farkı olmamalıdır. Fakat din farkı gözetmeden mü’min, kafir ve münafık birbirini sevmeye, yani Allah’ın sevmediği ve buğzettiği münafık ve kafirleri sevmeye davet etmek, sinsice müslümanları dalalete atmaktır. İmanla küfrü, dalaletle hidayeti eşit görmek ve göstermek demektir.

Kur’anın çok ayetlerinde mü’minlerin kafire muhabbet etmeleri şiddetle yasaklanmıştır.

Meselemize bakan manada Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi şöyledir:

«İşte ey uykuda iken kendini ayık zannedenler! Sakın mimsiz medenîlere müsamaha-yı diniye ile ve kendinizi onlara benzeterek yanaşmayınız. Güya zannedersiniz ki, bizim ile onların arasında bir köprü vazifesini görüp de muvasalayı temin edecekmişsiniz ve aramızdaki pek derin dereyi dolduracakmışsınız, kellâ!.. Yanlışdüşünüyorsunuz. Çünki mü'minler ile kâfirler arasında olan mesafe hadsizdir. Ve mabeynimizdeki dere nihayet derindir. Bu nihayet uzun mesafeyi ve şu pek derin dereyi dolduramazsınız. Belki ya onlara iltihak edersiniz veyahut dalaletin en uzak derekesine düşüp İslâmiyetten uzaklaşırsınız.» (B. Mesnevî-i Nuriye:252)

«Sual: Neden ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlara hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men' ediyorsun. Halbuki eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlarını neşredeceklerdi; hem bu kadar sebebsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın!

Elcevab: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan "ihlas" bizi men'ediyor. Çünki bu gaşet zamanında, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz. Rıza-yı İlahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlahiyeye dayanmaktır.(E:38)

«Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun?

Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın; biz muarızlarımızı ezeriz?

Elcevab: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünki ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünki idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde "kalb de bizi sevsin" demeye... Kalbe karışsanız... Evet ben nasıl bu kışiçinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, çünki elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum; çünki ne vazifemdir, ne de iktidarım var.» (M:68)

«İhvanlarıma da tavsiyem budur ki: Zaruret-i kat'iye olmadan, bunlarla uğraşmayınız. "Cevab-ül ahmakı essükût" nev'inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karşı kendini zaîf göstermek, onu hücuma teşci' ettiği gibi; canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle za'f göstermek, onları tecavüze sevkeder. Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gaşetlerinden, zendeka taraftarları istifade etmesinler.» (M:361)

Çok az bir kısmı nakledilen bu tarzdaki ders ve ikazlar, açıkça gösteriyor ki, bütün insanlarla dostluk yolu açık değil.

Müfessirlerin izahlarından anlaşılıyor ki, Kur’anda Fetih Suresi (48:29) son ayetinde bizlere örnek gösterilen Sahabelerin, münkirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise merhametli oldukları nazarımıza verilip hareket tarzımızın dersi verilir.

Tevbe Suresi (9:73,123) ayetlerinde hakiki mü’minlerin mütecaviz inkarcılara karşı izzetli, satvetli ve sert bulunmaları anlatılır. Ayrıca Kur’anda Maide Suresi (5:54) ayetinde, Allah’ın din-i İslâma hizmetle vazifelendirdiği taifenin vasıfları anlatılırken: Kafirlere karşı izzetli, mü’minlere karşı da alçak gönüllü, mütevazi oldukları anlatılır.

Bediüzzaman Hazretleri bu ayetleri teyid eden Fetih Suresi (48:29) son ayetin baş kısmını şöyle izah eder:

«Sahabelerin halka karşı vaziyetleri: Düşmanlarına şediddirler ve dostlarına ve mü'minlere rahîmdirler. Cenab-ı Hakk'a karşı rüku' ve secdede kemal-i itaattadırlar. Her işlerinde Cenab-ı Hakk'ın rıza ve fazlını kasdederek kemal-i ihlastadırlar.» (B:276)

Bu bozuk asrın, doğruyu eğri, eğriyi doğru göstermedeki garabetine dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.» (M:471)

 

1 (Bakınız: Hakkın Müdâfaası derlemesi)

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık