DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

KÜRD

Daha çok Anadolunun doğusunda bulunan ve müslüman milletimizin kardeşi olan bir millettir. Tarihî muhaceretler neticesi olarak içlerinde meşhur seyyid şahsiyetler bulunmuş ve bulunmaktadır.

Gizli nifak cereyanı müslüman milletimizi Türk-Kürd diyerek ikiye bölüp boğuşturmak istemişler ise de, dinimizin İslâm milliyetini esas aldığını bilen hakiki müslümanları aldatamamışlardır. Hatta bu sinsi cereyan bu plânlarını Bediüzzaman Hazretlerine de çevirip propagandalar yapılmıştır. Evet, Hz. Üstad ehl-i dünyaya hitaben diyor:

Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o işimize gelmiyor.

Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki: Ben َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ  ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; ta tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Madem böyledir; hey efendiler!. Herbir hâdiseyi bahane tutup, bana sıkıntı vermeye sebeb nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya İstanbul’da bir esnafın cinayetiyle, Bağdad’da bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nev’inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?” M:63

“…Bediüzzaman’ın kırk senelik cihad arkadaşı ve onu çok yakından tanıyan ve bilen ve 40‑50 sene neşriyatını ve müdafaasını “Sırat‑ı Müstakim ve Sebil’ür‑Reşad” Mecmûalarıyla kahramanca sürdüren merhûm Eşref Edip, 1920 ve 1922’ de Üstâd’ın bazı makalelerini ve 1952’de Bediüzzaman’ın Tarihçe‑i Hayatını, 1965’de de “Risale‑i Nûr muarızı yazarların isnadları hakkında ilmî bir tahlil” isimli kitapları yazdı. Bu ikinci kitabının 65. sâhifesinde müfteri yobaz bezirgânlarına karşı yaptığı tahlilin bir bölümünde:

“... Maksad ma’lum!... Ona siyasî bir isnadda bulunarak efkâr‑ı umumiye nazarında onu lekelemek... Evet Merhûm, Türkün can, vatan ve din kardeşi olan Kürd soyundandır. Büyük mücahid Salahaddin‑i Eyyübî’nin soyuna mensubdur..” diye iftiracıların ağzına taş vurmuştur.” (Mufassal Tarihçe-i Hayat:1.cild, sh:56)

“İslâmiyet ile eskiden beri imtizaç ve ittihad eden, ciddî dindar ve dinine samimî hürmetkâr Türklük milliyetine bütün bütün zıd bir surette, firenklik manasında Türkçülük namıyla, tahrifdarane ve bid’akârane bir fetva ile “Türkçe kamet et!” diye benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usûlledir? Evet hakikî Türklere pek hakikî dostane ve uhuvvetkârane münasebetdar olduğum halde, böyle sizin gibi firenk-meşreblerin Türkçülüğü ile hiçbir cihette münasebetim yoktur. Nasıl bana teklif ediyorsunuz? Hangi kanun ile? Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürdlerin milliyetini kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra; belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usûl-ü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!” M:430

Hz. Üstadın bir talebesinin sualine cevabı:

“Cedlerinizden birisinin imzası “es-Seyyid Muhammed” e dair mahrem sualiniz var.

Kardeşim buna ilmî ve tahkikî ve keşfî cevap vermek elimde değil. Fakat ben arkadaşlarıma derdim ki: “Hulûsî ne şimdiki Türklere ve ne de Kürtlere benzemiyor. Bunda başka bir hâsiyet görüyorum.” Arkadaşlarım da beni tasdik ediyordular. “dad-ı hak ra kabiliyet şart nist” Sırrıyla “Hulûsî’de büyük bir asâlet tezahürü bir dâd-ı Hakdır” derdik. Hem kat’iyyen bil ki; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki âl’i var. Biri: Nesebî âldir. Biri de Şahs-ı mânevîsi ve nûrânisinin risalet noktasındaki âli var. Bu ikinci âl’de kat’iyyen sen dahil olmakla beraber, birinci âl’de dahi delilsiz bir kanâatim var ki ceddinin imzası sebepsiz değildir.” OL:119

Yani bu kısımda Hulusî Ağabeyin hem nesebî, hem risalet âl’ine sahib olduğu ifade ediliyor.

Birinci Vehim: Böyle nâzik bir zamanda din mes’elesini ortaya atmak münasib görülmüyor.

Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.

لاَ خَيْرَ فِى الدُّنْيَا بِلاَ دِينٍ

Sâniyen: Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…” H:93

Yani müslüman unsurlar, İslam milliyeti dairesinde bir millettir ve bir millet olmalıdır.

S- Biz Türkler ve Kürdler, bizde kalbimizin dolusu, belki cesedimiz mâlâmâl, belki inbisat edip şu derelerde dağ olarak tahaccüretmiş kal’amız olan bir şecaat vardır. Ve başımızın dolusu zekâvetimiz var. Ve sinemizi mâlâmâl edecek gayret vardır. Ve bedenimizi ve azalarımızı dolduracak itaat vardır. Ve dereleri hayatlandıracak ve dağları müzeyyen edecek efradımız var.1 Neden böyle sefil ve müflis ve zelil kaldık ki.. hem yol üstünde de kaldık. Terakkiye binenler bizi çiğneyip istikbale doğru koşup gidiyorlar. Komşumuz olan milletler bizden az iken, kuvvetleri bizden çok kısa iken üzerimize tetavül ediyorlar?

اِنَّ رِكْسَهُمْ يَغْلِبُ طَاهِرَنَا

C- Hînâ, meşrutiyette tövbenin kapısı açıktır ve tövbe edenler çoktur. Şimdiki rüesaya tevbih ve ta’nifte hakkım yoktur. Ben taşımı sâbıka atıyorum. Bazılarının hatırı kırılsa mazur tutulsun. Yalnız hakkın hatırı kırılmasın. Zira milletin hatırı, onların hatırından daha âlî, daha gâlîdir. İşte o tedenninin mühim bir sebebi: Bazı rüesa ile haksız olarak millete fedakârlık iddia eden sahtekâr hamiyetfüruşlar veya velayeti dava eden ehliyetsiz bazı müteşeyyihlerdir. Fakat sünnet-i seniyeye muhalif olan bu sünnet-i seyyie, yine istibdadın seyyiatındandır.

S- Nasıl?

C- Zira herbir millet için, o milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve namus-u milliyesini muhafaza eden ve kuvveti onda toplanacak bir manevî havuz vardır. Ve sehavet-i milliyesini teşkil eden ve menafi’-i umumiyesini temin eden ve fazla kalan malları onda tahazzün edecek bir hazine-i maneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler, bilerek veya bilmeyerek, o havuzun ve o hazinenin etrafında delik-melik açtılar. Maye-i bekayı ve madde-i hayatı çektiler. Havuzu kurutup, hazineyi boş bıraktılar. Böyle gitse, devlet milyarlar borç altında kalıp düşecek. Nasıl bir adamın kuvve-i gazabiyesi olan dafiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir. Hem de bir şimendiferin buhar kazanı delik-melik olsa, perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle de, bir şahs-ı manevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan başlar; o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini kesip, parça parça ederler. Evet, حَقِيقَتِ كَتْم نَمِى كُنَمْ بَرَاىِ دِلِ عَامِى چَنْد bazı avamın hatırı için hakikatın hatırını kırmayacağım.” Mü:54

S- Maksadını mübhem bırakma, ne istersin?

C- Câmi-ül Ezher’in kızkardeşi olan, Medreset-üz Zehra namıyla dâr-ül fünunu mutazammın pek âlî bir medresenin, Kürdistan’ın merkezi hükmünde olan Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini isteriz. Emin olunuz biz Kürdler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder..” Mü:84

“…Bediüzzaman’ın Mabeyn’e verdiği dilekçesi yukarıda zikri geçmiş maksad ve niyyetleri de ihtiva etmektedir. Dilekçe aynen şöyledir:

“Millet‑i Osmaniye meyanında mühim bir unsur 2 teşkil eden Kürdistan ahalisinin ahvâli hükûmetçe ma’Iûm ise de, hizmet‑i mukaddese‑i ilmiyeye dair bazı metâlibâtı arz etmeye müsaade dilerim. şu cihan‑ı medeniyette ve şu asr‑ı terakki ve müsabakatta sair ihvan gibi, yek‑aheng‑i terakki olmak için, hizmet‑i hükûmetle “Kürdistan”ın kasaba ve kurasında mekâtip te’sis ve inşa buyurulmuş olduğu ayn‑ı şükran ile meşhud ise de, bundan yalnız lisan‑ı Türkîye âşina etfâl istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evlâd‑ı ekrâd, yalnız medâris‑i ilmiyeyi ma’den‑i kemalât bilmeleri ve mektep muallimlerinin lisan‑ı mahallîye adem‑i vukûfiyetleri cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise; vahşeti, keşmekeşi, doIayısıyla Garb’ın şamatetini davet ediyor. Hem de ahalînin vahşet ve taklid hal‑i ibtidaisinde kalmaları cihetiyle, evham ve şükûkün te’siratına hedef oluyor. Eskidenberi her bir vechiyle Ekradın mâdununda bulunanlar, bugün onların hal‑i tevakkufta kalmalarından istifade ediliyor. Bu ise ehl‑i hamiyyeti düşündürüyor... Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir darbe‑i müdhişe hazırlıyor gibi ehl‑i basireti dağ‑dar etmiştir.

Bunun çaresi: Nümûne‑i imtisal ve sebeb-i teşvik ve terğib olmak için, Kürdistan’ın nikat‑ı muhtelifesinde; Biri: Ertûşî aşairi merkezi olan Beyt‑üş‑şabab cihetinde...

Diğeri: Motkân, Belkân, Sason vasatında…

Biri de: Sipkân ve Hayderân vasatı olan nefs‑i ‑”Van”da medrese nâm‑ı me’lufiyle, ulûm‑u diniye ve fünûn‑u lâzime ile beraber‑ hiç olmazsa, ellişer talebe bulunmak ve oraca medar‑ı maişetleri hükûmet‑i seniyece tesvid edilmek  üzere, üç  dâr’üt‑ta’lim te’sis edilmelidir. Bazı medârisin dahi ihyası, maddî, ma’nevî Kürdistan’ın hayat‑ı istikbaliyesini te’min eden esbab‑ı mühimmesindendir. Bununla ma’arifin temeli te’essüs eder ve bu mebde‑i te’essüsden ittihad takarrur edecek, ihtilaf‑ı dâhiliyeden dolayı mahvolan kuvve‑i cesimeyi hükûmetin eline vermekle, harice sarf ettirilmek için, hakkıyla müstahakk‑ı âdalet ve kabil‑i medeniyet oldukları gibi, cevher‑i fıtrîlerini göstereceklerdir.” Mufassal Tarihçe- i Hayat:1. cild, sh:183 (Asar-ı Bed’iyeden naklen:sh:367)

Vakta ki hürriyet divanelikle yâdolunurdu; zayıf istibdad tımarhaneyi mekteb eyledi. Vakta ki itidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; meşrutiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb yaptı.

Ey şu şehâdetnamemi temaşa eden zevat! Lütfen ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış asabî bir Kürd talebesinin hâl-i ihtilâlde olan cesed ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hataya düşmeyiniz.” AB:405

Evet, kürd olmak seyyidliğe mani değildir. Çünkü seyyidlik ırkî değil nesebîdir. Yani Resul-i Ekremin A.S.M. soyundan gelmektir.

Hem de “milliyet” denilen, mâzi derelerinden ve hal sahralarından ve istikbâl dağlarından hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî3 gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile ki, herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren  ve hissiyat-ı ulvîyenin enmuzeci ve İslâmiyet milliyeti içinde mezc olmuş olan fikr-i milliyetiniz size emr-i kat’i ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum bir milletin ma’kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz.. şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zîrâ maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiye ile (Türk, Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî) o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder.” AB:434

İbadet ve camideki müsâvât üssül-esas-ı meslek edilse umur-u uhreviyeden olan hamîyet-i millî kuvvetiyle ve teşebbüs-ü şahsî yardımıyla cüz’i muhabbetler öyle bir câzibe-i umumîyeyi teşkil eder ki; Kürd gibi bir kitle-i azimeyi küre gibi tedvîr edecektir. Lâkin haysiyet-i i’tibariyeyi ele almak ve o müsâvât-ı aslîyeyi ihlâl etse; mikropların yuvası gibi ağraz ve enaniyetler intişara başlayacaktır. Ki tiryak yine o müsâvâttır. Zîrâ herkesin bir enesi var.

Ne nesil iledir, ne sâl iledir

Ne câh iledir, ne mal iledir

Beyim ululuk, kemâl iledir.

Beyti bu hakîkata şahiddir.” AB:459

Elhâsıl : Şu zamanda dellâl-ı Kur'an ve hâdim-i Fürkan olan o adamın iki ismi ve iki lâkabı var. "Elkürdî" lâkabı ile "Molla Said" ismi, اَنَا لِمُرِيدِى fıkrasında zâhir görünüyor. "Nursî" lâkabiyle Bediüzzaman Said ismi  كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ fıkrasında âşikâr görünüyor. Hattâ hizmet-i Kur'aniyede en mühim bir arkadaşı ve hâlis bir talebesi olan Hulûsi Bey'e لِلّٰهِ مُخْلِصًا تَعِيشُ سَعِيدًا صَادِقًا بِمُحَبَّتِى fıkrasında işaret olduğu gibi, diğer bir kısım talebelerine işaretler var.

Risale-i Nur talebeleri namına

Rüşdü, Husrev St:145

“  اَنَا لِمُرِيدِى حَافِظًا مَا يَخَافُهُ ٭ وَاَحْرُسُهُ فِى كُلِّ شَرٍّ وَ فِتْنَةٍ

 İlm-i Cifirle Mânası:

"Ondördüncü asırda "El-Kürdî" lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah'ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım."

Evet Hürriyetten yirmi-otuz sene sonraya kadar, yirmi fitne-i azîme içinde fevkalâde bir surette Gavs'ın o müridi mahfuz kalmıştır. Korktuğu şer ve mehâlikten bir hıfz-ı gaybî ile kurtulmuştur.” St:152

“  مُرِيدِى اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَ مَغْرِبًا ٭ اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ فِى اَىِّ بَلْدَةٍ

İlm-i Cifirle Mânası:

"O Gavs'ın müridi olan Said-ül-Kürdî, Rusya'da esaretle Asyanın şark-ı şimalîsinde ve ehl-i bid'anın eliyle Asyanın garbına nefyolunarak kaldığı mikdarca ve Sibirya taraflarından firar edip fevkalâde çok bilâdı seyr ü seyahat etmeğe mecbur olduğu zaman, Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmişim ve istimdadına yetişmişim." Evet Hazret-i Gavs'ın müridi ünvaniyle irade ettiği Said (R.A.), üç sene esaretle Asya'nın şark-ı şimâlîsinde mehâlik içinde mahfuz kalıp, üç-dört aylık mesafeyi firar suretiyle kat'ederek çok şehirleri gezip Gavs'ın dediği gibi mahfuz kalmıştır.” St:153

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Gavs, meşhur kasidesinde -sarahat derecesinde- bizlerden, yâni hizb-ül-Kur'andan haber verdiği gibi, daha bir kaç yerde yine işârî bir tarzda haber veriyor. Ezcümle, o kasidenin arkasında "Mecmuat-ül-Ahzab"ın 563'üncü sahifesinde, yine o malûm müridinden bahsediyor ve beytinde diyor ki:فَمُرِيدِى اِذَا دَعَانِى بِشَرْقٍ اَوْ بِغَرْبٍ اَوْ غَارٍ فِى بَحْرِ طَامِى اَغِثْهُ "Garbda beni çağırdığı vakit, onun imdadına yetişeceğim." Evet doğrudur. Arabî tarih ile bin üçyüz otuzdokuzda müthiş bir buhran-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı bir teşevvüş-ü fikrî geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'dan istimdad eyledim. Bir-iki yerde bahsettiğim gibi, "Fütuhül-Gayb" Kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim. İşte o müridi ise, bîçare Said-ül-Kürdî olduğunu meşhur kasidesinde kat'î gösterdiği gibi, bu kasidede de فَمُرِيدِى den murad odur. Çünki دَعَانِى بِغَرْبٍ ebced hesabiyle bin üçyüz otuzdokuz eder. O zaman memleketime nisbeten garb sayılan İstanbul'da idim. دَعَانِى بِغَرْبٍ makam-ı ebcedîsi zaman-ı istimdadıma tevafuk ediyor. Hesabda اِذَا  lâfzı dahil olmaz. Çünki اِذَا    zamanı gösteriyor, دَعَانِى بِغَرْبٍ cümlesi o mübhem zamanı tâyin ediyor.” St:158

“Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvalimi Kürdistan kapanıyla tartmalı. Hassas olan medenî İstanbul mizanıyla tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, mâden-i saadetimiz olan Dersaadet’ten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Kürdleri timarhaneye sevketmek lâzım gelir. Zîra Kürdistan’ da en revaçlı olan ahlâk; cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye, muvafakat-ı kalb ve lisandır. Medeniyette, nezaket denilen emir, onlarca müdahenedir.” AB:426

Bu kısımda, Hz. Üstad, hakiki Kürdlerin ahlak ve seciyeleri olarak cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye ve muvafakat-ı kalb ve lisandır der. Yani içi dışı ayrı olanlardan değiller diye tarif eder. O halde mezkûr evsafa sahib olmayanlar, durumlarını cidden nazara almalıdırlar. 

 

 

1 Demek kuvve-i maneviyeleri kırılmamış.

2 Osmanlı İmparatorluğu'nda bilhassa son asırlarda, bir çok unsurların yanında üç büyük unsur vardı ki, bunlar sırasıyla Arap, Türk, Kürt unsurları idi. Onun için Bediüzzaman Kürt unsuru için "Mûhim bir unsur" diyor. Abdülkadir Badıllı

3 Nüsha: Celaleddin-i Harzemşah, Sultan Selim, Barboros Hayri gibi....      –Müellif–

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık