DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

KENDİNİ NÂKIS GÖRME

(Manevî kemalatta kendini nâkıs görme mes’elesi. Bir suale cevab olarak yazıldı.)

Risale-i Nur mesleğinde şahsî kemâlat kazanma hassasiyetinden daha çok hizmet gayreti esas alınmıştır.

Zamanımızın dehşetli fitnesinin müfsid şartlarına karşı hizmet-i diniyede sadakatla ve sebatla hizmet edenler, şahsî hayatları âdi derecede olsa, yine de onları makbul gören Hazret-i Üstadın, çok ibret-âmiz ve dikkat çekici bazı beyanları var. Ezcümle Hazret-i Üstadın birkaç mektubunda şu ifadeler yer alıyor:

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bugün, büyük ve merhum kardeşim Molla Abdullah ile Hazret-i Ziyaeddin hakkındaki malûmunuz muhavereyi tahattur ettim. Sonra sizi düşündüm. Kalben dedim: Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar eğer herbiri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer âmi ve âdi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim...” Ş: 307

"Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadı muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir veliden ziyade mevki alıyor." diye kanaatım gelmiş”   Ş: 317

“....hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş. âdi bir adam ve yirmi-otuz yaşında iken, altmış-yetmiş yaşındaki velilere tefevvuk etmişler var.”  K:248

Bu beyanlarda açıkça görülüyor ki, bu zamanda şahsî kemalattan daha çok hizmette gayret ve sebat esas alınıyor.

Hazret-i Üstadın kendi şahsından talebelerine ders vermek makamında gördüğümüz bir ikazında şöyle der:

Risale-i Nur'un zaîf veya yeni şakirdlerini vesveseden kurtarmak için beyan ediyorum ki: Gizli bir komitenin desisesiyle safdil bazı hocalar veyahut bid'a tarafdarları bazı muarızlar, Risale-i Nur'un hiç zedelenmez bazı hakikatlarına karşı gelmek için, benim çok kusurlu ve -itiraf ediyorum- çok hatalı şahsımın noksanlarını ve hatalarını işaa etmek ve beni onlar ile çürütmekle Risale-i Nur'a ilişmek ve darbe vurmak istediklerinin bu yirmi senedir yirmi ehemmiyetli hâdisesi var. ....Risale-i Nur'un şakirdlerine ilân ediyorum ki: Ben, Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum ki; nefsimi kendime beğendirmemiş ve kusurlarımı kendime bildirmiş....” E: 48

“Zâten Risale-i Nur'un bize verdiği ders de, hakikat-ı ihlas ve terk-i enaniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir...” E:49

“Hem manevî kıymet ve makam ve meziyet, bu dünyaya bakmıyor ki, kendini ihsas etsin. Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bazı zâtlara verilen büyük bir ihsan-ı İlahîyi hissetmediklerinden, kendilerini herkesten ziyade bîçare ve müflis telakki etmeleri gösteriyor ki; avamın nazarında medar-ı kemalât zannedilen keşf ü keramet ve ezvak u envâr, o manevî kıymet ve makamlara medar ve mehenk olamaz....

İşte kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizin nefs-i emmareniz, kıyas-ı binnefs cihetinde, sû'-i zan noktasında sizleri aldatmasın; Risale-i Nur terbiye etmiyor diye şübhelendirmesin.”  Ş:332

Hem, istikamet-i kâmileyi nazara veren (11:112) “istikamet” âyetinin bu asra bakan işaretinin beyanında Hazret-i Üstad kendisi hakkında ve dolayısıyla Nurculara ibret dersi için, yani hizmette sebat, sadakat ve metanet gibi meziyetleri esas almak için şöyle der:

O asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesbetmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyle ise, o adamın teşebbüsiyle neşredilen esrar-ı Kur'aniye, o asırda istikametde imtiyaz kesbedecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine idhali, o imtiyaza remzeder.” St: 163

Hz. Üstad bu beyanıyla kitaba yani Risale-i Nur’a bağlanmayı ehemmiyetle nazara veriyor. Şahıslar eğer, Risale-i Nur’un esaslarına samimiyetle, yani akval ve fiiliyatlarıyla bağlı iseler, onlarla hizmet birliği, tesanüd ve hürmetli irtibat edilir ve edilmelidir.

Zamanın müfsid şartlarında ihtiyarî olan hizmetteki keyfiyet şartlarına bağlılık kazanılır, fakat vicdaniyat denilen kemalat-ı ruhiyenin kazanılması oldukça müşkil olduğundan, bu cihetteki manevî kemalat noksanlığından evhama kapılmamalıdır.

Ezcümle böyle bir hissiyata kapılan bir zata, her zaman ve hepimize ders olarak Hz. Üstad diyor ki:

“Bizlerle pek çok alâkadar bir zât çok defa dehşetli şekva ediyor ki: "Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, manevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum." diye meded istiyor. Ona yazıyoruz ki:

"Bu dünya dâr-ül hizmettir, ücret almak yeri değildir. A'mal-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi' etmek demektir. O amel-i sâlihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."K:134

Evet, mesleğimizde ne maddî, ne manevî ve uhrevî meşru menfaatlar, fazlaca nazara alınmaz. Ezcümle Hz. Üstad şahsından bizlere de bakan şu dersi veriyor:

Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma ve azabdan ve Cehennem'den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma manevî gayet kuvvetli manialar beni men' ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri, a'mal-i sâliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiç bir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men' ediliyordum. Rıza-yı İlahîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gösterildi.” Em:79

Keza, dinde havf u reca esasdır. Yani ne ahiret cihetiyle ümidsizliğe kapılmalı ve ne de ameline güvenip kendine kurtulmuş kişi diye bakmalı. Bu cihette de kendini kusurlu görmek güzeldir. Hz. Üstad Kur’anda geçen “reca” kelimesini izah ederken diyor ki:

“Ey muhatab olan insanlar! Havf-u reca ortasında bulunmakla, takvayı reca ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır.” İ:99

وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ  sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan, وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ لاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى  dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.” L:88

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: اِذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ خَيْرًا اَبْصَرَهُمْ بِعُيُوبِ اَنْفُسِهِمْ Kur'an-ı Hakîm'de Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm demiş: وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ لاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ Evet nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Öyle ise, sen bahtiyarsın.” M:329

Mevcud cemiyetteki müfsid şartların mahiyetini ve te’sirlerini gereği gibi görerek ciddi ikazatta bulunan Bediüzzaman Hazretleri der ki:

“...bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi...” Ş:179 diyerek ahirzaman fitnesinin vehametini anlatır ve dikkat çeker.

Kısmen nakledilen bu beyan ve ikazların gösterdiği fitne-i ahirzaman karşısında “kurtuluş reçetesi” olarak tavsif ettiğimiz şu ikaz mektubuna dikkat gerek. Mektubun mes’elemize bakan kısmı aynen şöyledir:

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Latif ve manidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyan ediyorum:

Birincisi: Me'yusane bir hatıradan müjdeli bir ihtar:

Bugünlerde hatırıma geldi ki: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir? diye me'yusane düşündüm.

Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur'aniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a'mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.” K:96

Bu mektubda kurtulmak için şart koşulan (ihlas) (sadakat) (hizmet) (takva) tabirlerinin mana muhtevasını Külliyattan görmek gerektir. Külliyattaki tahkikatımıza göre ve en kısa ifade ile (ihlas); dinî sahada yapılan faaliyeti yalnız emredildiği için yapmak ve o faaliyette başka bir maksad takib etmemektir. Emredildiğinin bilinmesi de ancak o emir veya tavsiyeyi kitabda görmek şarttır. Burada beşerî kanaat ve anlayışlar geçersizdir.

(Sadakat) ise; emredildiği gibi yapmaktır. Bu dahi kitaba istinad eder.

(Hizmet) dahi Külliyatta bildirildiği üzere olur. Nur dairesi haricindeki faaliyetlerin tarz-ı hizmetleri, maslahat ve beşerî anlayışlara dayandığından, vehbîliğe istinad eden dar daire müceddidiyetiyle karma yapılamaz.

(Takva) ya gelince; bugün cemiyette yayılmış ve alıştırılmış olan ve medenî yaşayış diyerek zoraki korunması istenen ve çoğu Avrupadan getirilen bid’atlardan uzak durma gayretinde olmak ve bunların günah olduklarını unutup kalın gaflete düşmemek ve şahsî hayatta da  haramlara haram diyerek ictinab etmek gayretinde olup istiğfar etmek gerektir. Evet Hz. Üstadın ifadesiyle iman: “günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her ne ise...” E:203

İşte  asrın fitne ve günahlarına karşı ilaç mahiyetinde olan bu dört şartı aynen ve te’vilsiz kabul edip derecelerine göre riayet edenlerin herbiri, birbirlerini bütünüyle tanımamakla beraber bir şahs-ı manevîdirler. Mezkûr şartlara riayetle içinde bulunanlar, bu şahs-ı manevînin yekün sevablarına sahib olup, ehl-i necad sınıfına girerler. Risale-i Nur’da bu şirket-i maneviyeden müteaddid yerlerde bahsedilir ve şartlarına riayet etmeye teşvikler vardır.

 

 

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık