بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
LİDERLİK SEVDASI
RİSALE-İ NUR’DA LİDERLİK YOK MÜDEBBİRLİK VAR
Önce diyanet ve siyaset ehli arasındaki farkın bilinmesi gerek.
Liderliğe dayanan siyasette en büyük şahsiyet dahi seçilmiş olduğundan seçenler, seçilenlerin icraatına nezzaredir, idareciyi kotrol eder. Burada lider, hâdim; seçenler ise efendidir. Diyanette ise bir şahsiyete mümtazîyet ve fazilet sebebiyle ittiba edildiğinden zâhir ve kat’î ve büyük bir hata görülmedikçe mezkûr siyasî biat nokta-i nazarı ile bakılmaz. Bu sır içindir ki, diyanet mümessili kılınan İmam-ı Ali (R.A) ve Al-i Beyt’e, kaderce siyaset riyasetinde muvaffakiyet verilmedi.
Esasen diyanette müdebbir kabul edilenin sözü, ittiba edenler üzerinde müessir oluyorsa, müdebbiriyeti tahakkuk eder. Aksi halde yani, müdebbire karşı ikaz tavırları gösterilirse, müdebbirin varlığından bahis manasız olur. Çünki müdebbiri ikaz edenin müdebbirden daha büyük ve dirayetli olması gerekir. Bu ise şer’i adaba ve mantığa uygun düşmez. Ancak müdebbirle olan münasebette âdaba uygun istişare caiz olur. Meselâ Lem’alarda Seyranî hakkında Hz. Üstad diyor ki:
“Bu zât, Hüsrev gibi Nur'a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrar-ı Kur'aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevafukata dair Isparta'daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan başkaları,kemal-i şevk ile iştirak ettiler.O zât başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat'î bildiğim hakikattan vazgeçirmek istedi.Cidden bana dokunmuş bir mektub yazdı. Eyvah dedim, bu talebemi kaybettim! Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethanede (yani hapiste) bekledi.” L:44
İşte burada küçük-büyük arasındaki âdab kaidesini bozma hatasına bakan ikaz var. Diyanette yani, sivil sahada müdebbire gösterilen bu itaat bir emr-i vicdanîdir ve itaat edenlere bakan bir âdabdır. Meselâ Hutbe-i Şamiye’de denilmektedir ki:
“Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir.” H:90
Yani manevî sahada şahsın gösterdiği itaat, vicdanından gelen bir temayül ve tercihtir.
İtaat edilen ise, bu itaatı ne ister ne de düşünür; hatta kaçar, sıkılır. Yalnız hizmetin selâmeti için itaatın lüzumunu bilir ve bu cihetle tasvib eder.
İşte bu sırrı anlayamayarak hizmet maslahatını ve selâmetini müdebbire muhalefetlerle ihlal etmek, neticesi itibariyle büyük mes’uliyet getirir. Bununla alâkalı olarak külliyatta her zaman geçerli olan şu dersler verilmektedir:
“Aziz, sıddık kardeşlerim Re'fet, Mehmed Feyzi, Sabri!
Ben şiddetli bir işaret ve manevî bir ihtarla sizin üçünüzden Risale-i Nur'un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünki gizli düşmanlarımız iki plânı takib edip.. biri beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim sobamın parçalanması gibi acib, sebebsiz bir hâdise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi, bu manasız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatım var. Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramımda ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.” Ş: 517
Bu ve gelecek mektublar Hüsrev ağabeyin şahsından bütün talebelere bakan ikaz dersleridir.
“Evet bizim en kuvvetli nokta-i istinadımız olan hakikî tesanüd ve birbirinin kusuruna bakmamak ve Hüsrev gibi Nur kahramanından -benim yerimde ve Nur'un şahs-ı manevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından- hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir. Ben kaç gündür dehşetli bir sıkıntı ve me'yusiyet hissettiğimden "Düşmanlarımız bizi mağlub edecek bir çare bulmuşlar" diye çok telaş ederdim. Hem sobam, hem hayalî ayn-ı hakikat müşahedem doğru haber vermişler. Sakın, sakın, sakın! Çabuk bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz. Vallahi bu hâdisenin bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur'an ve iman hizmetimize -hususan bu sırada- zarar vermek ihtimali kavîdir.” Ş: 499
“Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey!
Kur'an-ı Azîmüşşan'ın hürmetine ve alâka-i Kur'aniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetiniz şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci' ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur'aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir. Sizi kasemle temin ederim ki; biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini bütün bütün kırsa, fakat hizmet-i Kur'aniye ve imaniye ve Nuriyeden vazgeçmezse ben onu helâl ederim, barışırım, gücenmemeğe çalışırım. Madem cüz'î bir yabanilikten düşmanlarımız istifadeye çalıştıklarını biliyorsunuz, çabuk barışınız. Manasız, çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa bir kısmımız Şemsi, Şefik, Tevfik gibi; muarızlara sureten iltihak edip, hizmet-i imaniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak. Madem inayet-i İlahiye şimdiye kadar bir zayiata bedel çokları o sistemde vermiş. İnşâallah yine imdadımıza yetişir.” Ş: 512
“Sâlisen: Konya'lı Hacı Sabri kardeşimiz yanıma geldi. Ben, Sadık, Hayri, Mustafa hazır iken çok ehemmiyetli sohbetimiz, Hacı Sabri'ye mühim bir ders oldu. Bilhassa Medreset-üz Zehra erkânlarının, hususan Hüsrev'in bu vatan ve millet ve âlem-i İslâm'a hizmet-i imaniyeleri ve tahribçi dinsizlerin desiselerine sed çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki, farz-ı muhal binler seyyie olsa afvettirir. Öyle ise, başta Hüsrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeş olmak lâzımdır diye bu mealde bir ders oldu. İnşâallah Hacı Sabri de Hoca Sabri ve Rüşdü ve emsalleri gibi ruh u can ile alâkadar ve Hüsrev'e tam kardeş olacak; meşreb ihtilafı daha tesir etmeyecek.” Em: 46
Evet Risale-i Nur’da bir imtiyaz, bir tahakküm vesilesi ve bir liderlik mânâsında bir mutlak hâkimiyet yoktur. Yalnız maslahat ve selamet-i hizmet namına ve emr-i vicdanî ile; yani kişi birisini kendi isteği ile tasvib edip, müdebbir kabûl ettiği şahsın sözünü dinler ve ona karşı usûlsüz muhalefet etmez ve ikaz edici tavırlara girmez ve hürmet eder. Risale-i Nur’da müdebbirlerin varlığına bakan bazı beyanlar var. Meselâ Hz.Üstadın haslar dairesine bakan şu ifadeleri:
“Sizin içinizde mübarek âlimler ve âlicenab müdebbirler ve hâlis fedakâr şakirdler bulunmasından büyük bir itimad ile size güveniyordum ki; kuvvetli ve dessas ve kesretli düşmanlarımıza karşı vahdetinizi ve tesanüdünüzü muhafaza edeceksiniz diye istirahat ederdim, sizin ile meşgul olmazdım.” Ş: 325
Burada müdebbirler tesanüdü koruyarak düşmanların ifsadatının yollarını kapatacak fedakârlık gösterirler diye bu fedakârlığa teşvik var.
Başka bir mektubda da şöyle deniliyor:
“Sabri gibi Risale-i Nur'un gayet büyük bir rüknünün büyük amucası ve Risale-i Nur'un bir kahramanı olan Tahirî'nin eniştesi ve Risale-i Nur'un saff-ı evvelinde ve şakirdlerinin başında bir zaman nâzırlık vazifesini gören ve şimdiye kadar da Risale-i Nur hakkında kalbini bozmayan Büyük Hâfız Zühdü'nün samimî kemal-i sadakat ve ihlası gösteren mektubuyla; ve Hulusi-i sâlis Abdullah Çavuş'un haşiyesinde tasdikle, bu eski ve yeni gayyur kardeşimiz Büyük Zühdü, resmiyete bakmayarak, Risale-i Nur'un mühim vazifelerinden olan masumlara Kur'an dersini vermekle gösterildi ki; merhum Zühdü Bedevi yerine, bu Büyük Zühdü'yü yeni veriyor.” K: 266
Risale-i Nur’daki nâzırlık, yani müdebbirlik vazifesinin büyük ehemmiyetinin ve kıymetinin anlaşılmasına dikkat çekici mânâda ve Büyük Zühdü’nün şahsından bütün Nurcuların nazar-ı ibretlerine arz edilen Hz. Üstadın şu beyanı:
“Bu zât, Ağrus'taki Nur talebelerinin başında nâzırları hükmünde olduğu bir zaman, Sünnet-i Seniyeye ittiba ve bid'alardan içtinabı meslek ittihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görmeyerek ve ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid'anın muallimliğini deruhde etti. Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi.” L: 45
Yukarıdan buraya kadar anlatılan emr-i vicdanî ile bazı müdebbir zatların tedbirlerine riayet etmenin meşruiyeti ile beraber, Risale-i Nur’un meslek hakikati uhuvvettir, meşverettir ve imtiyaz istemek yoktur. Hürmet edilir, istenmez. Hürmet eden de, edilen de kendilerine bakan âdabı ve fazilet gereğini yapar. Liderlik siyasî sahada vardır. Ancak şu var ki, zamanımızın gafletli şartları sebebiyle kalın gaflet istilâsından dolayı çokları, en isabetli bilgi ve anlayışı kendinde görerek nâsih tavrını takınarak cehl-i mürekkebe düşüldüğünü anlatan Hz. Üstad diyor ki:
“Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım, mealinde olan:
وَ عَيْنِى قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَتِى ٭ وَ لَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبِ
şiirin şümulüne dâhilim. Çünki gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah intibah değilmiş. Ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş. Binaenaleyh medenîlerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabilesinden olsa gerektir.
Onların misali, rü'yasında güya uyanıp, rü'yasını halka hikâye eden naim meselidir. Halbuki rü'yasında onun o intibahı, uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir. Böyle bir naim ölü gibidir. Yarıbuçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir?” Ms: 125
Bu ikazı ile Hz. Üstad kendi şahsından bizlere ders veriyor ve bu katmerli gaflete düşmeyin diyor. Böyle durumlar karşısında ihtilatı azaltmak ve münakaşaya girmemek tavsiye edilir. Çünki bu zamanda hissiyatını ve her şeyini davasına feda eden ve hizmetin selâmetini düşünen dava adamı az olduğundan, hissiyatın getireceği sürtüşmeler, münafıkların parmak karıştırmasına vesile olur. İşte bu nokta-i nazardan çok ciddî bir sabırla dava adamı olmanın imtihanını iyi vermek elzemdir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.