DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

MESH

Bu mesele, Kur’an ve hadiste haber verilen çok ehemmiyetli bir durumdur. Bu kelime, lügat manasiyle bir şeyin suretini çirkin hale çevirmek. *Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak manalarına gelir. Dinî bir tabir olarak da, hayvanlaşmak manasındadır. Bir lügatta aynen şöyle ifade ediliyor:

MESH: İnsanın hayvan şekline getirilmesidir.

Kur’an-ı Kerim, geçmişte bir kısım insanların maymun ve domuz fıtratına çevrildikleri ve daha sonra helâk edildiklerini haber verir. Bu mesh hadisesi, Bakara:65; Maide:60; A’raf: 166 ayetlerinde geçer. Müfessirler, bu ayetlerin tefsirinde iki türlü meshe dikkat çekmişlerdir: Maddî mesh ve Manevi mesh.

Maddi mesh, insanların şeklen maymun veya domuz olmasıdır. Manevi mesh ise, şeklen değil, tabiat itibariyle tilki, yılan, canavar veya domuz evsafında olmasıdır. Birincisi suret itibariyle, ikincisi ise siret itibariyledir. 5. surenin 60. âyetinde mesh hakkında, şu izahat var:

“Ya Muhammed, o ehl-i kitaba şöyle de: Daha fenasını kemal-i ehemmiyetle haber vereyim mi? İşte  مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ Allah’ın lanetlediği ve üzerine gazab  ettiği وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ  ve kendilerinden maymunlar ve hınzırlar yaptığı  وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ  ve bir de  Tağut’a tapan –Tağut’a kulluk eden kimselerاُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ  işte bunlar mevki’ce daha fena ve tarîk-i müstakimden daha ziyade sapmış kimselerdir.”

...Ayette la’netten gadaba, gadabdan mesha, mesihten ubudiyet-i Tağut’a doğru giden silsile-i beyan gösteriyor ki; bunların hey’et-i mecmuası değil, her biri bir şerdir. Ve bunlar içinde ednası la’net, aksası Tağut’a ubudiyettir. Demek ki Tağut’a ubudiyet, bunların cümlesini istilzam eden bir mebde-i şerdir. Bunlar evvela mel’un olur, rahmet-i İlahiyeden teb’id edilir. Saniyen, teb’id ile kalmaz, gazab-ı İlahî başlarına çöker, âlâm ve mesaib içinde kıvranırlar. Salisen, maymun gibi bir insan mukallidi, kararsız, mütelevvin, sahtekâr, bir bakışa zeki, insanın her yaptığını derhal taklid eder, fakat hakikatta ne yaptığını bilmez, taklid derdiyle her felakete atılır, sevk edilir, gayet çirkin, suratsız bir maskaralık timsali veya hınzır gibi canavar, boynu bükülmez, kafası tuttuğuna gider, her habaseti yapar, her pisliği yer, derisi bile debagat kabul etmez, müstekreh, menfur, makhur bir cinayet ve denaet timsali olur, gider.” (Elmalılı Tefsiri: sh.1724)

Ayette geçen عَبَدَ الطَّاغُوتَۜ  yani ahirzamanda çıkan ve süfyan denilen deccaliyet cereyanları, yani onların getirdiği medeniyet-i sefihenin anlayış ve yaşayışları ki, ekseriyete aşılanıp tam taklid edenler mesh olurlar diye bir ihbar ve ikazdır. Bazı kimseler, ehl-i sefahetin hoşlanmadığı böyle meselelerin anlatılmasını tenkid etmek için bahane ararlar. Halbuki Kur’an, (2:159.) ayetinde hakkı söylemeyip gizliyenler hakkında diyor ki: اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَابَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِى الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللاَّعِنُونَۙ

Yani, İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler. 

Konferans eserinde de şu ifade var: “Arkadaşlar! Şu mealde bir hadîs-i şerif var ki: "Hakikî âlimler, zalim hükümdarlara karşı hak ve hakikatı pervasızca söyleyen âlimlerdir." İşte biz, ancak böyle ve müttaki bir allâmenin söz ve eserlerine itimad edebiliriz.” S:756

Keza, Bediüzzaman Hazretleri Sünuhat adlı eserinde, asrımızdaki sefih medeniyetin beş menfi esasından birisi olan ve medenî yaşayış diyerek heva-yı nefse göre yaşayışı esas almanın, mesh-i maneviyeye sebeb olduğu şöyle ifade ediliyor:

Mimsiz medeniyetin “Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir.

O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i manevisine sebeb olmaktır.

Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayele gelir.” Sti:40

Bu kısımda, asrımızdaki ekser insanların mevcud durumları tasvir ediliyor.

Aynı mevzuda Lemaat adlı eserinde de, mimsiz medeniyet hakkında yarı manzum şeklindeki ifade dahi aynı mevzuyu te’yid eder.

Lem’alar adlı eserde de mevzuyu te’yiden şu bahis var:

“Bil ki, kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve adet çokluğunda değil, çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder. İnsan, bazı frenkler ve frenkmeşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır. Sen görüyorsun ki, hayvanatın kemmiyet ve adet itibariyle hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum enva-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur. İşte muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habislerdir…L:120

Allah’ın emirlerini dinlemeyen ve nihayet peygamberlerine isyan ve tecavüz eden geçmiş kavimlere ibretlik olmak üzere gelen musibetlerden biri de mesh cezasıdır. Ezcümle Benî İsrail:

“…deniz kenarında bulunan bir karyede cumartesi gününün hürmetine riayet etmiyerek dinin hududunu tecavüz etmişlerdi de (2:65) فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئ۪ينَۚ yani biz de onlara maymun olunuz, sürününüz dedik. (2:66) فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِمَابَيْنَ يَدَيْهَا وَمَاخَلْفَهَا Ve bu kıssayı o zaman hazır olanlara ve arkalarından gelen ve gelecek haleflerine (bütün insanlara) ibret-i müessire وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ ve müttakilere de bir mev’ıza ve muhtıra yaptık.

...Bunlar zahiren ve batınen kuyruklu maymuna mı döndüler? Yoksa zahiren ve sureten insan, batınen ve manen maymun gibi mi oldular?

Bunun tefsirinde iki kavil vardır. Bir hayli müfessirîn zahire nazaran mesh-i tamme kail olmuşlardır. Fakat Mücahid ve ona peyrev (tabi) olan diğer müfessirîn bu hükmün temsilî olduğuna ve binaenaleyh mesh-i maneviye kail olmuşlardır ki, zamanımızın zihniyetine bu daha karib görünür.” (E.T.378)  (7:165) âyeti de aynı hâdiseyi te’yid eder.

Şimdi, Kur’anda Allah apaçık olarak bildirdiği ve din sahasında en üstün söz sahibi olan şahsiyetlerin ittifakla haber verdiği hükümleri, aynen te’vilsiz kabul edip teslim olmak şarttır. Değil böyle müstevli münkerata, belki görünen bir münkere karşı da, en azından kalben buğz etmek, dinen şart oluyor.

Netice: Her insanda fıtrî asliyeti olarak nebatî ve hayvanî hayat mertebeleri vardır. Nebatî hayat, mide merkeziyetinde yeme-içmeye dayanır. Nebatî hayat üzerine geliştirilen ve beş duyguya sahib kılınan hayvanî hayat mertebesi gelir. Sonra, akıl ve kalbî duygulara dayanan insaniyet mertebesi bulunur. İlm-i hakikat ve fazileti kazandıran şer’î hayat yolunda yürüme ve nebatî ve hayvanî hayatın su-i istimalinden uzak durma derecesine göre imanî hayat mertebesine sahib olunur.

İşte bu asırda fitne, yani nifak cereyanının sebeb olduğu müfsid cemiyet adetlerini taklid etmek, yani mimsiz cemiyete severek girmek manevi meshe sebeb olur diye Risale-i Nur müvacehesinde bu hayatî ehemmiyeti haiz olan meseleye dikkat çekilir. Müslüman bu hakikatı anlayıp, fikren, niyeten ve kalben muhalefet ederse, kişinin necad bulacağı umulur. Çünkü Hz. Üstad şöyle diyor:

Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var. Erkân dairesine liyakatı olmayan, Risale-i Nur'a muhalif cereyana tarafdar olmamak şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti bulunmayan, zıd bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid'a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız.” K:248

Keza “Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat'iyyen, Sözler'e ve envâr-ı Kur'aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid'alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.” M:344

İşte bu müjde, bu bozuk asırda ancak ümid kaynağı olan Müceddid-i a’zamdan gelir ve geldi ve bundan daha büyük ve kolay bir müjde olmaz.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık