DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

KUR’AN HAKİKATLARİNE YAPILAN HÜCUMLAR MUSİBET VE BELAYI CELBEDER

Ehl-i dalaletin  Risale-i Nur’a tecavüzatına karşı zelzele musibetleri geldiğini hatırlatan Said Nursî Hazretleri önce mahkeme heyetine ve neşriyat yolu ile de bütün insanlara hitaben şu ikazı yapar:

«Ey efendiler! Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risale-i Nur şakirdlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve herbir zelzele dahi tam taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkûmiyetimiz ile gelen semavî ve arzî belalardan siz mes'ulsünüz!

Denizli Hapishanesinde tecrid-i mutlak ve haps-i münferidde mevkuf Said Nursî» (Ş:287)

«Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu'yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki za'f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur'a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.» (K:131)

«Medar-ı ibrettir ki, burada Risale-i Nur serbest okunup yazılırken -hilaf-ı âdet- başta bu kış, yaz gibi gittiğini çok adamlardan işittim. Ne vakit bana ve Risale-i Nur'a hücum edildi, yazdırılmadı, ta'til oldu; gayet şiddetli bir kış başladığı gibi, Afyon'a şekva suretinde yazılan hasbihal ve zelzeleleri Risale-i Nur'un ta'tiliyle münasebetdar gösterdiği cihetini inanmayanlara güya inandırmak için aynı taarruz zamanında başlayıp şimdiye kadar arasıra hafifçe sarsar, ikaz ediyor diye işittim.» (E:25)

Bolşevizmle, münafık gizli ifsad cereyanının birleştirilip Risale-i Nur’a hücum teşebbüsünde büyük musibetlerin başlayacağına dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri şöyle ihtarda bulunuyor:

«Eğer Ankara'da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risale-i Nur'un kuvvetli kitablarına karşı inad etse ve musalaha niyetiyle himayesine çalışmazsa, bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, bolşevizmi zendeka1 ile birleştirdiğine alâmettir ve hükûmet onları dinlemeğe mecbur olur. O zaman Risale-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddî ve manevî musibetler hücuma başlarlar.» (Şualar sh: 337)

«Risale-i Nur'un bir kâtibi dedi ki: "Neden dostların kusuratına tokat gelir. Hücum eden düşmanlara bu tarzda gelmiyor?"

Elcevab: Memur olmayan veya hususî, şahsı itibariyle hıyanet eden, hususî tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur; ve tam sadakat edenlerde, maişetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hıyanet eden, ilişen; o memlekete, o bîçare ahaliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumî belalara bir vesile olur. Kendisi, zahiren hususî tokat yememiş gibi görünüyor.

Hem eğer dinsizlik hesabına, imanî hizmetimize ilişenler olsa 2 اَلظُّلْمُ لاَ يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ kaidesince, küfür derecesine giren öylelerin zulümleri -büyük olduğu için- âhirete te'hir edilir; ekseriyetçe küçük zulümler gibi cezaları dünyaca ta'cil edilmez.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 Said Nursî» (E:75)

«Bu manidar yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim: Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, herhalde Nur şakirdlerine dahi yine bir tecavüz var. "Yoksa benim yalnız mektubumla alâkadardır?" diye sordum. Dediler: Yalnız Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağı'nda ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki, dört defa şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur: Kat'î emir verilmiş ki: "Said'i cebren hükûmete getiriniz." Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim. Onlar demişler: "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmayacağız." Dönmüşler, gitmişler. Demek bu hususî zelzele, müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nur'la alâkadardır ki; bu defa hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti. Eğer Nur'un buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddî olacaktı; yalnız ihtar için olmayacaktı. Gerçi bu taarruz cüz'î ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu defa gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için, hârika tahammül ettim. Çünki o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyasında bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle." Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına mâlederek meydan okumuş ve Eski Said'in bende irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti.» (E:173)

«Bugünlerde hastalığım itibariyle kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin zelzele ile ve fırtına ile gazab-ı İlahîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir manevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: "Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararına bir hata-yı umumî mi meydana geldi?" Âdetim olmadığı halde ve dünya siyasetini terk ettiğim halde bu nokta için sordum: "Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?"

Bana dediler ki: "Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu ta'cil edip tasdik etmişler."» (Em:71)

Demek resmî makamlarca yapılan din aleyhindeki icraatları bilen ve gören Zât-ı Zülcelâl, hikmeti iktiza ederse  azgınları ve bilerek veya bilmeyerek onlara taraf olan halkı, hatadan dönmeleri için tokatlayarak ikaz ediyor.

«Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur şâkirdlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul olmayan biri rü'yada görüyor ki: Ispartanın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birdenbire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur nâşiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarılıp çıkıyor. 3 O da korkusundan uyanıyor. İki gün sonra Risale-i Nuru tâtil ve mânen toprağa defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir hatâ ile Risale-i Nurun eczalarını evrak-ı muzırra nev'inden taharri edip, toplayıp merkez-i hükûmete, tâ dahiliye vekâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muaheze ve mes'uliyet bir şey Risale-i Nurda bulamadığından, o mânevi zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri Risale-i Nur, dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi, yine o rü'ya işaret ediyor ki, bir zelzele-i azîme ve bir sel içinde Risale-i Nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir münci suretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek. Risale-i Nur şâkirdlerinden (Yıldırım) Süleyman Rüşdü»  (STG 28)

ZINDIKLARIN NUR’A HÜCUMU ZELZELEYE SEBEBİYET VERİR

Dine hizmet yolunda karşılaşılan taarruz ve işkencelere göğüs geren Nur Talebelerinin haber verdikleri din düşmanlarına gelen musibetlerden bazıları da şöyledir:

«Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risale-in-Nura ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazın sözünü dinliyen adliye, aynı tarzda bizi sıkmakta devam ediyordu. Zendeka tarafdarları, mübarek Üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i Nurun büyük kerametlerinden olup zelzeleler eliyle gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı. Risale-in-Nurun İlâhî ve Kur'ânî hakikatlarına karşı cephe alan bu zümrenin başına bir dördüncü tokat daha geldi.

Garibi şu ki, biz şubatın üçüncü günü mahkemeye çağrılmıştık. Iztırab ve elemleri içinde yüreklerimizi ağlatan hastalıklı haliyle kendisinden sorulan suallere cevap vermek için altmışbeş kadar talebesinin önünde ayağa kalkan mübarek Üstadımızın cevapları arasında "O zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek!" kelimeleri, tekrar tekrar hey'et-i hâkimenin yüzlerine karşı ağzından dökülüyordu. Bir kaç def'a mahkemeye gidip geldikten sonra, 7 Şubat 1944 tarihli İstanbul'da münteşir "Hemşehri" ismindeki bir gazete elime geçti....

İşte bu gazetenin de harb boğuşmalarına ait resimlerine bakıyordum. Nazarıma çarpan büyük yazı ile yazılmış bir sütunda, Anadolunun yirmibir vilâyetini sarsan ve şubatın birinci gününün gecesinde sabaha karşı herkes uykuda iken vukua gelen ve pek çok zayiata mâl olan dehşetli bir zelzeleyi haber veriyordu. Derhal, şubatın üçünde mahkemede sevgili üstadımızın hey'et-i hâkimeye "zındıkların dünyaları başlarını yesin ve yiyecek " diye tekrar tekrar söylediği sözleri hatırladım....

İşte, merkezi Gerede, Bolu ve Düzce olan bu kanlı zelzele, Risale-in-Nurun dördüncü bir kerameti idi. Bu gazete şu malûmatı veriyor: Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankırı ve İzmit vilâyetlerinde fazla kayıplar varmış. Geredede ikibin ev yıkılmış, yıkılmıyan evler de oturulmıyacak derecede harab olmuş, binden fazla ölü varmış, enkaz altından mütemadiyen ölü çıkartılıyormuş. Düzcede zarar çokmuş, ölü ve yaralıların mikdarı malûm değilmiş. Ankara'da yüz üç ölü ve bir o kadar da yaralı varmış. Bine yakın ev yıkılmış. Debbağhanede iki ev çökmüş, bâzı köylerde sarsıntıyı müteâkib yangınlar olmuş. İlk sarsıntı çok kuvvetli olmuş, sarsıntıyı yer altından gelen bir takım gürültüler tâkib etmiş....

Daha sonra başka bir gazetede tamamlayıcı ve hayret verici şu malûmatları gördüm: Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer beşer olarak toplanmışlar, düşünceli, hüzünlü gibi alık alık birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuşlar, sonra dağılmışlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görünmemiş, kasabalardan uzaklaşarak kırlara gitmişler. Bir garibi de şu ki: Bu hayvanlar isyanımızdan mütevellid olarak başımıza gelecek felâketleri lisan-ı halleriyle haber verdiklerini yazıyorlar da biz anlamıyoruz diyerek taaccüb ediyorlar(STG:213)

MUSİBETLERİN MÜ’MİNLERE GELMESİNDEKİ BİR HİKMET

Dünyada musibetin azgınlara daha çok gelmesi beklenirken mü’minlere gelmesindeki hikmet:

«SUAL: Has dostlarınıza gelen musibetleri, tokat eseri deyip hizmet-i Kur'aniyede füturları cihetinde bir itab telakki ediyorsun. Halbuki size ve hizmet-i Kur'aniyeye hakikî düşmanlık edenler, selâmette kalıyorlar. Neden dosta tokat vuruluyor, düşmana ilişilmiyor?

ELCEVAB: 4 اَلظُّلْمُ لاَ يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ  sırrınca: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor. Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir. Düşman ise, hizmet-i Kur'aniyeye zıddıyeti, mümanaatı, dalalet hesabına geçer. Bilerek veya bilmeyerek hizmetimize tecavüzü, zındıka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar. Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak âlem-i bekadaki mahkeme-i kübraya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.

İşte hadîs-i şerifte 5 اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ hakikata dahi işaret ediyor. Yani: Dünyada şu mü'min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler madem Cehennem'den çıkmayacaklar. Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te'hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir. Yoksa mü'min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes'uddur. Âdeta mü'minin imanı, mü'minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi ateşlendiriyor.» (L:47)

«Aziz, sıddık kardeşlerim!

Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar onunla kasden istenilmez, istenilse ihlas kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi döğüştükleri vakit Kur'an'ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur'an'a geldiği gibi; Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli. Evet Risale-i Nur'a ilişenler tokatlar yerler, yüzer vukuat şahiddir. Fakat Risale-i Nur tokatlarda istimal edilmez ve niyet ve kasd ile tokatlar gelmez. Çünki sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubudiyete münafîdir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur'da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz.» (K:262)

«Hattâ bu defa bana beş vecihle kanunsuz, bayramda, düşmanlarımın plânıyla bana ihanet eden o malûm adama şimdilik bir bela gelmesin diye telaş ettim. Çünki mes'ele şaşaalandığı için, doğrudan doğruya avam-ı nâs bana makam verip hârika bir keramet sayabilirler diye, dedim: "Ya Rabbi, bunu ıslah et veya cezasını ver. Fakat böyle kerametvari bir surette olmasın." (E:75)

DOSTLARIN HATALARI İLAHÎ TOKADA MÜSTEHAK EDER

Şahsa değil şahsın hizmetine zarar verenler, tokat yerler:

«Medar-ı ibret bir mes'ele:

[Vehme maruz, fütura düşen bazı dostlarıma kuvve-i maneviyeyi teyid edecek yedi emarenin delaletiyle, sırf hizmet-i Kur'ana ait bir ikram-ı Rabbanîyi ve bir himayet-i İlahiyeyi beyan etmeye mecburum ki, o zaîf damarlı bir kısım dostlarımı kurtarayım. O yedi emarenin dördü; dost iken, sırf birer maksad-ı dünyevî için şahsıma değil, Kur'ana hâdimliğim cihetinde düşman vaziyeti almalarıyla, o maksadlarının aksiyle tokat yediler. O yedi emarenin üçü ise, ciddî dost idiler ve daima da dostturlar; fakat dostluğun iktiza ettiği merdane vaziyeti muvakkaten göstermediler, tâ ki ehl-i dünyanın teveccühünü kazanıp birer maksad-ı dünyevî kazansınlar ve başlarından emin olsunlar. Halbuki o üç dostum, maatteessüf o maksadlarının aksiyle birer itab gördüler.]

Evvelki dört zahirî dost, sonra düşman vaziyeti gösterenlerin

Birincisi: Bir müdür, kaç vasıta ile yalvardı. Onuncu Söz'den bir nüsha istedi. Ona verdim. O ise, terfi' için dostluğumu bırakıp düşmanlık vaziyeti aldı. Valiye şekva ve ihbar suretinde verdi. Hizmet-i Kur'aniyenin bir eser-i ikramı olarak terfi' değil, azledildi.

İkincisi: Diğer bir müdür, dost iken, âmirlerinin hatırı için ve ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak fikriyle şahsıma değil, hizmetkârlığım cihetinde rakibane ve düşmanane vaziyet aldı, kendi maksadının aksiyle tokat yedi. Ümid edilmediği bir mes'elede, iki buçuk seneye mahkûm edildi. Sonra Kur'anın bir hizmetkârından dua istedi. İnşâallah belki kurtulacak, çünki ona dua edildi.

Üçüncüsü: Bir muallim, dost görünürken ben de ona dost baktım. Sonra Barla'ya nakledip yerleşmek için düşmanane bir vaziyeti ihtiyar etti; o maksadının aksiyle tokat yedi. Muallimlikten askerliğe atıldı. Barla'dan uzaklaştırıldı.

Dördüncüsü: Bir muallim (hâfız, hem mütedeyyin gördüğüm için) Kur'anın hizmetinde bana bir dostluk edecek niyetiyle ona samimane bir dostluk gösterdim. Sonra o, ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak için bir memurun bir tek kelâmıyla bize karşı çok soğuk ve korkak vaziyeti aldı. Sonra o maksadının aksiyle tokat yedi. Müfettişinden şiddetli bir tekdir yedi ve azledildi.

İşte bu dört adam düşman vaziyeti almakla böyle tokat yedikleri gibi, üç dostum da ciddî dostluğun iktiza ettiği merdane vaziyeti göstermedikleri için, tokat değil, bir nevi ihtar nev'inde aks-i maksadlarıyla ikaz edildiler.

Birincisi: Gayet mühim ve ciddî ve hakikî bir talebem olan bir zât-ı muhterem, mütemadiyen Sözler'i yazar, neşrederdi. Müşevveş büyük bir memurun gelmesiyle ve bir hâdisenin vukuu ile; yazdığı Sözler'i sakladı, muvakkaten istinsahı da terketti. Tâ ki, ehl-i dünyadan bir zahmet görmesin ve bir sıkıntı çekmesin ve onların şerlerinden emin olsun. Halbuki o hizmet-i Kur'aniyenin muvakkaten ta'tilinden gelen bir eser-i hata olarak, bir sene mütemadiyen bin liraya mahkûmiyet gibi bir bela, gözü önüne konuldu. Ne vakit istinsaha niyet etti ve eski vaziyetine döndü; o davasından tebrie etti, lillahilhamd beraet kazandı. Fakr-ı haliyle beraber bin liradan kurtuldu.

İkincisi: Beş seneden beri merd ve ciddî ve cesur bir dostum, ehl-i dünyanın ve yeni gelen bir âmirin hüsn-ü zannını ve teveccühünü kazanmak için, komşum iken, düşünmeyerek ihtiyarsız birkaç ay benim ile görüşmedi. Hattâ bayramda ve ramazanda uğramadı. Halbuki maksadının aksiyle karye mes'elesi neticelendi, nüfuzu kırıldı.

Üçüncüsü: Haftada bir-iki defa benimle görüşen bir hâfız, imam olmuş. Sarık sarmak için iki ay beni terketti. Hattâ bayramda yanıma gelmedi. Hilaf-ı me'mul olarak, maksadının aksiyle yedi-sekiz ay imamlık ettiği halde hilaf-ı âdet bir surette ona sarık bağlattırılmadı.

İşte bu gibi vukuatlar çok var. Fakat bazılarının hatırlarını kırmamak için zikretmiyorum. Bunlar ne kadar zaîf birer emare ise de, fakat içtimaında bir kuvvet hissedilir. Onunla kanaat gelir ki: Şahsıma karşı değil -çünki nefsimi hiçbir ikrama lâyık görmüyorum- belki hizmet-i Kur'an noktasında sırf o cihette bir ikram-ı İlahî ve bir himayet-i Rabbaniye altında hizmet ettiğimiz anlaşılıyor. Dostlarım bunu düşünmeli, evhama kapılmamalı. Madem hizmetkârlığıma bir ikram-ı İlahîdir ve madem fahre değil, belki şükre sebebdir ve madem  6 وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ fermanı var.. bu sırlara binaen, hususî bir surette dostlarıma beyan ediyorum. (M:338)

EKLER

EK-1

DECCALİYETİN YAYDIĞI SEFAHET VE GÜNAHLAR

Burada ehemmiyetli bir meseleyi nazara almak zaruriyeti var. Şöyle ki:

Şu okuduğumuz: «Sarhoşçasına, gayet heveskârane şarkıları ve bazen kızların sesiyle, radyo ağzıyla (Şimdi daha çok televizyonla) bu mübarek merkez-i İslamiyet’in her köşesinde cazibedarane  işittirilmesi bu korku azabını netice verdi.» ifadesi, bütün İslam memleketlerinin merkezi ve kahraman bayraktarı olan milletimizin yaşadığı vatanımızda yaygınlaştırılan sefahatler ve bid’aları hatırlatır. Yani asırlardan beri ecdadımızın yaşadığı ve uğrunda canlarını feda ettiği İslamiyet’ten alınan ve tarihî şerefimizi teşkil eden millî ahlâk ve an’anelerimiz terk edilmesin ve Avrupa’nın nefisperestliğinden doğan açık-saçık yaşayıştan ve adetlerinden vazgeçilsin, diye ihtar eder. Yani temel hadis kitaplarında Peygamberimizin (A.S.M) ciddiyetle ve tekrarla haber verdiği ahirzaman fitnesini, yani deccal fitnesini bildiriyor. Evet Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Rivayetlerde gelmiş ki: "Deccal'ın bir yalancı Cennet'i var; kendine tâbi' olanları ona atar. Hem yalancı bir Cehennemi var; tâbi' olmayanları ona atar. Hattâ o kendi merkebinin de bir kulağını Cennet gibi, bir kulağını da Cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi7 bu kadardır, şu kadardır..." diye tarifat var?

Elcevab: Deccal'ın şahs-ı surîsi8 insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah'ı unutmuş olduğundan; surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi9 olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal'a ait tavsifat-ı müdhişe10 ona işaret eder. Bir vakit Japonya'nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit'te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal'asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanı'nın bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.

Amma Deccal'ın yalancı Cennet'i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı11 ve fantaziyeleridir(M:58)

Bediüzzaman Hazretleri aynı manayı te’yid eden haberlerden şunları da nakleder:

«Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra 12 مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

Allahu a'lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.» (Ş:584)

Yukarıda dikkat çekilen (Dans ve tiyatro) gibi sefahetler, şimdi televizyonlarda maalesef daha yaygın haldedir. Bu ise, musibetlerin gelmesine fiilî dua sayılır.

Bediüzzaman Hazretleri şu hadise de dikkat çeker:

«Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a "Mesih" namı verildiği gibi her iki Deccal'a dahi "Mesih" namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ 13 denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a'lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı14 helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet15 ve ayn-ı istibdad bir hürriyet16 vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.» (Ş:593)

Zamanımızda radyo ve televizyon gibi neşir vasıtalarının, millî ahlak ve an’aneleri tahribindeki dehşetini haber veren bir hadisin, asrımıza bakan mana vechesini açıklayan Bediüzzaman Hazretleri diyor:

«Birden ihtar edilen bir mes'ele:

Âhirzamanda bir şahsın hatiat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harab olmasına sebebiyet verir, diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddid esbabını gördük.

Ezcümle müteaddid vücuhundan radyomla anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi17 birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günaha sokar. Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek. Nasılki havarik-ı medeniyet18 namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek19 tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehennem'e gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor.

Evet radyonun küllî nimetiyet ciheti, küllî bir şükür iktiza eder. Ve o küllî şükür de, Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın kelâm-ı ezelîsinin şimdiki bütün muhatablarına birden yetiştirmek için, küllî yüzbin dilli semavî bir hâfız hükmünde, her vakit kâinatta Kur'an'ı okumalıdır. Tâ o nimetin küllî şükrünü eda ve o nimeti idame etsin. Said Nursî»  (K:71)

«(Medar-ı ibret ve hayret bir hâdisedir)

"Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesinden bir zât yazıyor ki: "Adapazarı zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden birkaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için, bir büyük tiyatro teşekkülüyle ve oyuncu kızlardan dört güzelini çırılçıplak olarak alayişle çarşı ve pazarda gezdirerek, o cazibedarlara kapılan tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken, birdenbire arz kemal-i hiddet ve gayz ile onların hayâsız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zîr ü zeber etti. Ve o binayı hâk ile yeksan eyledi." Ben, dünyanın bu nevi hâdiselerinden iki senedir hiç haberim yoktu, bakmıyordum. Fakat bugünlerde hem Hüsrev ve hem kahraman Çelebi zelzeleden haber vermeleri; ve Hüsrev ve rüfekasının kanaatıyla, Isparta'nın gürültülü zelzelesi, karşısında Risale-i Nur'u kuvvetli bir kalkan bulmasıyla hiçbir zarar vermemesi; ve Risale-i Nur'a muarız bir hocanın bütün hasılatını mahveden dolu o muarıza has kalması, başkasına ilişmemesi bir derece kanaat verir ki; ekser vilayetlere giren ve Adapazar'a girmeyen Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir esası olan tesettür şiarını bu derece açık ihanetiyle, Risale-i Nur onların yardımlarına koşmamış diye, yalnız bu hâdiseye baktım.» (K:262)

Geçmişte olan bu hâdiseler, şimdiki insanlara ibret manzarası olmalı.

EK-2

KU’RAN VE HADİSTE, AZGIN ZALİMLERE GELEN CEZALAR

Kur’an’da ibret nazarlarına arz edilen azgın zalimlerin helâket ve cezaları hakkında hayli ayetler vardır. Bunlardan her zamana bakan ibretlik bir kısmı notlar halinde aşağıda sıralanmıştır:

1- Azgın topluluğa gece yatarken veya gündüz vakti İlahî azab ve darbenin gelip çatması ve faidesiz pişmanlıkları. (7:4,5)

2- Azgınlara yere çöktüren sarsıntı musibeti. (7:91) - (29:36,37)

3- İlahî gazaba lâyık olan azgınların istidracen, yavaş yavaş tehlikeye itilmeleri. (7:182,183)

4- (Kimleri darbeleyip cezalandırmak gerektiği cihetinde kaderce) işaretlenmiş taşları yağdırma azabı ve hakikî mü’minlerin kurtarılması. (11:82,83) - (51:33-36)

5- Yeri altüst eden ve sabahleyin gelen korkunç ses ve taş yağmuru azabı. (15:73,74)

6- Karada yere batırmak, taş yağdırmak ve denizde boğmak azab ve cezalarıyla azgınlara yapılan tehditler. (17:68, 69) - (29:40)

7- Yeryüzünde bozgunculuk (ifsadat) yapan dokuz komite ele başlarının tasarladıkları gece baskını planlarının altüst edilişi ve toptan helak edilmeleri. (27:48-52)

8- Yere batırılma cezası (47:10)

9- Azgınlıkları sebebiyle helak edilen kavimler. (53:50-53) gibi pek çok ayetler, gazab-ı İlahiyeye delalet eden ve kıyamete kadar ibret ve ikaz dersleri makamında nazara verilen ayetlerdir. Bu gibi ayetlerin manasını, pek çok tarihi hadiseler tasdik etmiş ve edecektir diye Kuran’ın insanlık alemine duyurmakta olduğunu, bu derlemede kısmen nakledilen Risale-i Nur’daki ikaz edici derslerden anlıyoruz.

Yukarıda ayetlerin beyan ettiği hadiseler, müteşabih ve te’vile muhtaç ifadelerle hadislerde de haber verilir.

Ahirzaman fitnesinde, İslam dünyasını yok etmek isteyen dinsizlik cereyanının suikasd plânlarını hazırlamayı tasarlayan azgınların ve istemeyerek onlara katılanların imhasına işaret eden müteşabih fakat manidar bir rivayet mealen şöyledir:

"Kâ'be'ye karşı (Merkeziyet-i İslamiyeye ve ihya-i hilâfete karşı) bir ordu, saldırı tertipleyecek. (İmha plânı hazırlayacak) Yerin bir çölüne geldikleri vakit en öndekileri de (Elebaşlarını da) en sondakileri de (tamamiyle) yere batırılacak!" Ben söze girip: "Ey Allah'ın Resûlü, onların içerisinde çarşı-pazar (ehli) olanlar, onlardan olma(dığı halde zorla katılan)lar da var. Nasıl olur da hepsi birden yere batırılıp (cezalandırılır)? dedim. Aleyhissalatu vesselam:

"Öndekileri de, arkadakileri de batırılır. Ancak, herbiri niyetlerine göre diriltilir" buyurdular."Buhari, Büyü 49; Müslim, Fiten 8, (2884)»

"Bu ümmette «hasf» (yere batırma), «mesh» (suret değişmesi) ve «kazf» (taş yağması) olacak. Bu musibetler kaderi yani (bütün varlıklara ve hadiselere Allah’ın hâkim olduğunu) inkâr edenlere gelecek."Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizi, Kader 7, (2153, 2154)»

«-Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi (meshi) veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin."Tirmizi, Fiten 39, (2211).»

«Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyametin kopmasına yakın (bazı insanlar günahları sebebiyle) "mesh"e (hayvan suretine çevrilmeye), "hasf"e (yere batmaya) ve "kazf'e (taşlanma azabına) uğrayacaktır."Kütüb-ü Sitte: 7190»

«Enes Hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Ey Enes, dedi, insanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden, gemilerin yanaştığı limanından, çarşısından, ümerasının kapılarından (Siyasî makamlarından) sakınasın!

Sana oranın güneşe açık yerlerini (dağlarını) tavsiye ederim. Zira orada (Basra ve       Busayra ve şer cereyanı mahallerinde) hasf (yere batma), kazf ve zelzele olacak. Bir kavim de normal şekilde akşama erdiği halde, sabaha maymun ve hınzırlar olarak çıkacak."Ebü Dâvud, Melâhim 10, (4307).»

Ümmetim on  beş şeyi yaptığı vakit bela başlarına iner, buyurdu.

-Ey Allah'ın Resulü! Bunlar nedir? denildi. Peygamber (A.S.M.):

1- Devlet malı yalnız bir kısım insanlara (makam sahiblerine) verilip, ötekilerin (halkın) mahrum bırakıldığı;

2- Emanetin (Devletin idare makamlarının) kendisine bırakılan kişi tarafından ganimet sayıldığı; (Şahsî menfaatlarda istismar edildiği)

3- Zekatın ödenmesi gereken bir zarar telakki edildiği; (Fakirlere yardım edilmediği)

4- Kocanın her hususta karısının emrinde bulunduğu; (Aile reisliği kadına verildiği)

5- Kişinin anasına isyan ettiği (aile yapısında manevi bağların koptuğu);

6- Kişinin (enaniyetine çok hoş gelen aşırı tarafgir) dostunu, (hakka bağlı olanlara tercih edip) çok iltifatkâr karşıladığı;

7- Babasına cefa ettiği (aile müessesesinin manevi nizamı bozulduğu);

8- Mescidlerde yüksek sesle konuşulduğu (Bu ihbar-ı Nebevîde; siyasî tarafgirlik, cemaatî taassub ve halkın hissiyatına hitaben heyecanlandırıp cemaatın teveccühünü toplamak ve kendine bağlamak gibi ihlasa münafi olan hissî temayüllerle yapılan heyecanlı vaazların zuhur edeceğine de işaret vardır);

9- Bir kavmin (milletin) en alçağı, o halkın ilk adamı (reisi) olduğu;

10- Bu kişinin şerrinden korkulduğu için ikram edildiği (tarafgirlik gösterildiği);

11- İçkinin bol bol içildiği;

12- İpek elbiselerin giyildiği (aşırı lüks hayata girildiği);

13- Şarkıcı kadınların

14- Çalgı âletlerinin yaygın hale geldiği;

5- Ve bu ümmetin sonundakilerin, (Ahirzamandaki bozuk insanların) ilkte bulunanları (geçmiş muhterem ecdadı) lânetlediği vakit, bu on beş şey gerçekleşmiş demektir. İşte bu saydıklarım meydana geldiği vakit, kızıl rüzgârı veya hasf'ı (Yere batırılma cezasını) ya da mesh'i (Çılgın yaşanan sefahetle bozulup hayvanlaşmayı) bekleyin.(Taç Tercümesi 5. Cilt 1009. Hadis (Tirmizi fiten:38 den naklen)

SONSÖZ

Mezkûr nakiller gibi daha pek çok küllî manada rivayetler vardır. Fakat derlemememizin hacmi itibarıyla kısa kesildi.

İşte bu izahlardan açıkça anlaşılıyor ki, Deccalın şahsından daha çok, onun tahribci cereyanından ve medenî hayat diyerek yaygınlaştırdığı modern hayat denen anlayış ve yaşayıştan uzak durmaya dikkat çekiliyor. Yani, sonsuz merhamet sahibi olan Allah, (c.c.) aldatılan müslüman halkı, ahiretlerini kaybettiren fitne felaketinden kurtarmak için zelzele gibi musibetlerle uyandırıyor, diye bütün gerçek İslâm alimleri haber veriyorlar.

Buraya kadar verilen izahatın neticesi olarak deriz ki: Kâinatın ve bütün ahval-i alemin, Âdil, Kahhar, Hakîm, Rahîm gibi sıfatlara sahib bir sahibi, müdebbiri ve mutasarrıfı var. Her an her şeyi bütün hususiyetleri ile bilir ve görür ve mezkûr sıfatlarının gereği üzere muamele ve tasarruf eder. Hatakâr mü’minlere ekseriya cezayı dünyada verir; azgınlara ise, bazen ibretlik için az bir miktarı dünyada verip esas cezalarını da ahirete te’hir eder.

Evet Kâinatın sahibi, Kâinatın neticesi olan insanları başıboş bırakmış değildir.

NETİCE

İmtihan edilmek ve dinî talim ve terbiye ile tekâmül edip hakikî insan olmak için dünyaya gönderilen insanların, bu asrın bozuk yaşayışıyla işledikleri günahlardan tövbe etmeleri gerekiyor. Aksi halde, çeşitli musibetlerle terbiye edilmeleri devam edeceğini Allah (c.c.) bildiriyor.

 

 

1 komünistlikle, masonluğun beraberliği

2 Zulüm devam etmez, küfür devam eder.

3 Demek bu geçen seneki zelzele yâni İzmir zelzelesi Risale-i Nurun dirilmesine ve meydana çıkmasına bir emaredir ve o rü'yayı tâbir ediyor. Evet o zelzeleden evvel Risale-i Nur defnolunmuş gibi gayet gizli perde altında intişar ediyordu. Zelzele başladıktan sonra eski elbise-i fâhiresiyle meydan-ı zuhûra çıktı.

4   Zulüm devam etmez, küfür devam eder.

5 Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197, 323,

6 Duhâ Sûresi, 93:11.

7 cismani bedeni

8 cismani görünüşü

9 bir şahıs olmayıp bir topluluğun taşıdığı kuvvet

10 içyüzüne ait müthiş bilgiler

11 kadınlı erkekli haram eğlenceler

12 Buhari, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46, Ezan: 149, Cenâiz: 88, Fiten: 26; Müslim, Mesâcid: 127, 128, 130-134; Müsned, 6:139.

13   “Mesih Deccalın şerrinden ... Mesih Deccalın şerrinden.

14 nefsin hoşuna giden şeyler

15 zorla başıboşluğa sevk eder

16 hayvanî hürriyet

17 dinin kat’i olarak yasak ettiği büyük günahlar

18 insanların çalışmasıyla Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği yüksek teknoloji

19 iyi yolda kullanmayarak

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık