بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
RİSALE-İ NUR’DA İSLÂM CUMHURİYETİ
İlmî ölçüler içinde ve insaf dairesinde olmak üzere, bazı gazete ve televizyonlarda (bu tarih 1995 yıllarıdır, gazeteler ise, Sabah, Hürriyet, Zaman’dır.) hayli şa’şalandırarak öne sürülen dine ait bazı anlayışların çok az bir kısmını ele alıp Risale-i Nurlardaki beyanlarla mukayeselerini nazara vereceğiz.
Her türlü neşriyat imkanları ile efkar-ı ammeye arzedilip telkin edilen bir anlayış şekli de şöyledir:
“İyi insanlar tarafından idare edilen iyi bir Demokrasi idaresi varsa ülkemizde, kim ne zarar görür?”
“Türkiye’de ve dünyada Demokrasiden geri dönüş olmayacaktır.”
Cevap: Daima ve ısrarlı bir şekilde Avrupa demokrasisinden bahsedilip ondan dönülemeyeceği nazara verilip müdafaası yapılıyor.
Acaba neden mübarek ve hepsinden mükemmel ve cihanşümul İslâm Cumhuriyetinden bahsedilmiyor?
Risale-i Nur’da Avrupa demokrasisi değil, İslâm Cumhuriyeti nazara verilmektedir.
Mesela: Bediüzzaman Hazretleri 1935 senesindeki bir mahkemede hatırasını anlatırken gerçek İslâm Cumhuriyetini nazara verir ve der ki:
«Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemişve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vakıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum.
Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”
Ben de dedim: “Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim. İşitenler benden soruyordular. Ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”
Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”
Cevaben diyordum: “Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (r.a.), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
İşte, ey müddeiumumî ve mahkeme âzâları.
Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir (şimdi yirmi sene oluyor) ki hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm 2 olarak, siz beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:
Ben Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.» (T:408)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri İttihad-ı İslâm’ın temeli olan İslâm Cumhuriyetleri Birliği’nin meydana gelmesini müjdeler ve der ki:
«Elbette ve elbette ve kat’î olarak, şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, garba ve ecnebîye verdiği siyasî ve mânevî rüşvetin on mislini âlem-i İslâmın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahşişve zararsız rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.» (Em:83)
Yukarıda temas edilen İsâm Cumhuriyetinin en mükemmel ve cihanşümul olduğunu te’yid eden Avrupa fikir adamlarından örnekler gösterilen “Nur Çeşmesi” adlı eserde deniliyor ki:
«Bugünkü medenî cemiyetler, Kur’ân’ın yüksek hakikatlerini, yüksek terakki ve medeniyet düsturlarını tatbik edebilecek seviyeye henüz erişememişlerdir. Bu büyük hakikatı meşhur İngiliz mütefekkiri Bernard Shaw şöyle ifade etmişti:
“Demokrasiyi en ileri götüren millet İngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlıktır.”» (NÇ:184)
Diğer bir nümune de şöyle:
“Kur’ân, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevidir. Kur’ân sayesinde Müslümanlar devletler kurmuşlar, muazzam şehirler inşa etmişler; Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir.”
İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından G. M. Rodwell» (NÇ:186)
Kısmen nakledilen mezkûr beyan ve ifadelerden anlaşılıyor ki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri İslâm Cumhuriyetine dikkatleri çekiyor ve nazara veriyor.
RİSALE-İ NUR REJİMİ KABUL ETMEZ
Yine aynı gazetede deniliyor ki:
«Devletle çatışarak bir yere gidemezsiniz. Devlet, hariciyesini, ticarî ateşelerini arkanıza salar, inceden inceye hesaba çeker... Devletle uyum da bir rol oynayacaktır... Benim kanaatime göre devlet-millet uyumu hele bu zamanda, çok önemli bir faktördür...»
Cevap: Devlet laik sisteme bağlı; devlet adamları ise, bütünü bir tarz inanışta değil. O halde devletle çatışmama derken ne kasdediliyor. Keza çatışmak tabiri fikren muhalefet mi? Yoksa maddi mücadele mi? Eğer menfi mücadele kasdediliyorsa, Risale-i Nur’un mesleği müsbet olduğundan zaruriyet-i kat’iye olmadan dahilde menfi hadiselere girilmediği yetmiş senelik Nurculuk faaliyetinde hiçbir menfi hadisenin zuhur etmemesiyle ve Risale-i Nur’daki pekçok ders ve ikazlarla aşikâr olmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Bazı zındıkların şeytanetiyle Risale-i Nur’a karşı çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’ân men etmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirtler, fieyh Said ve Menemen hâdiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hadiselerle bulaşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse, elbette hükümeti iğfal eden zındıklar ve münâfıklar bin derece pişman olacaklar.
Elhâsıl, madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize, imanî hizmetimize ilişmesinler. Mevkuf Said Nursî» (Ş:362) gibi daha pekçok ders ve ikazlar, müsbet hareket etmenin teminatıdır.
Yok eğer o ifadede dine muhalif olan şeylere fikren de muhalefet olmamalı deniliyorsa, bu anlayış Risale-i Nur’daki beyanlara uygun düşmüyor.
Evet Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Eğer bu taharrilerde bazı vazifedar memurların itiraz ettikleri gibi derseniz ki, “Sen ve bir iki risalen rejime ve usulümüze muhalif gidiyorsunuz.”
Elcevap: Evvelen, bu yeni usulünüzün, münzevîlerin çilehanelerine girmeye hiçbir hakkı yoktur.
Saniyen: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve âsâyişe ilişmeyen şiddetli muhalişer, her hükûmette bulunur. Hattâ, Hazret-i Ömer’in (r.a.) taht-ı hâkimiyetindeki Hıristiyanlara kanun-u şeriatı ve Kur’ân’ı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile, Risale-i Nur’un bir kısım şakirtleri, idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hattâ rejimin sahibine adâvet etse, onlara kanunen ilişilmez.» (Ş:350)
«Elbette bin üç yüz elli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ân’ımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üç yüz elli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terk edip, gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle, fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihâne bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyâne kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. Yalnız o muhalişere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.
İşte bu hakikate binaendir ki; Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, âsâyişi bozmadık. Yüz binler Nur arkadaşım varken, âsâyişe dokunacak hiç bir vukuatımız kaydedilmedi.» (Ş:394)
«Hem her hükümette muhalifler bulunur. Yalnız fikren muhalefet bir suç olmaz. Hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.» (Ş:386)
Aynı mevzuda örnek olacak ders ve beyanlara devam ediyoruz.
«Risale-i Nur’a muâraza eden, bilerek veya bilmeyerek zındıkaya yardım ettiğine bir delil, bu defa adliyece benden sordular ki:
“Kürt Âtıf rejim aleyhine çalışıyor. Demek onun muârızları rejime dayandılar.”
Ben de dedim: Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var. Ve ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır. Hazret-i Ömer’in (r.a.) taht-ı hükmünde, kanun-u adalet-i şer’iyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere, Nasârâya ilişmiyordular. Demek, kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir cünha, bir suç teşkil etmiyor ki, o çeşit muhalişer ve münkirler, en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar.
İşte, bu nokta-i nazardan, Risale-i Nur’un şakirdlerinden en müthişbir muhalif, rejim müessesesini tel’in de etse, bilfiil idareye ilişmese, onun mefkûresine kanunen ilişilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onları tebrie eder.» (K:256)
«Malûmdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes’ul olmaz. Bu hukukî bir mütearifedir.» (T:651)
«İşte, ben de yüzer âyât-ı Kur’âniyeye istinaden Kur’ân’ın kudsî kanunlarının yerine, medeniyetin bozuk kısmından anarşilik hesabına ve bir nevi bolşeviklik namına istibdad-ı mutlak mânâsında Cumhuriyetteki hürriyet perdesi altında dindarlar hakkında eşedd-i zulme âlet olabilen muvakkat bir rejime, değil yalnız ben, belki bütün ehl-i vicdan muhaliftir. Hem muhalefet, hiçbir hükûmette bir suç sayılmıyor.» (Em:158)
Bediüzzaman Hazretlerinin yukarıda nazara verdiği “Bütün ehl-i vicdan muhaliftir” sözü dikkat çekicidir. Hakikaten gizli cereyanın mahiyetini bilenlerin nefretle muhalefetleri olacağı muhakkaktır diye ikaz eder.
Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadesi de aynı hakikatı te’yid eder:
«Bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki kâinat küsüyor!... (L:172)
Bir nebze nakledilen bu beyanlardan sonra mukayese ve hükmü okuyuculara havale ederiz.
1 (Bakınız: Hakkın Müdâfaası derlemesi)
2 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.."
Bu dersi indirmek için tıklayınız.