بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
SÖZLER, MEKTUBAT, LEM’ALAR, ŞUALAR İSİMLERİNİN MAKAMCA BİR CİHETTEN TAHLİLİ
SÖZLER, kelimeler manasında olduğu, Şualar mecmuasında şöyle ifade ediliyor:
“Kasidede Risale-i Nur'un mühim eczalarına tertibiyle işaretlerin hâtimesinde, mukabil sahifede der: وَ تِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا ٭ وَ حَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ
Yani: "İşte Risale-i Nur'un sözleri, hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve manalarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet, onlarla tamam olur." der. "Hurufların manalarını tahkik et." karinesiyle manayı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler manasındaki "Sözler" namıyla risaleler muraddır.”(Ş:298)
Hem; وَ يُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ şu âyet-i meşhurenin küllî manasının bu zamanda zahir bir mâsadakı Risalet-ün Nur olduğu gibi, Lafzullahtaki şeddeli "lâm" bir "lâm" ve بِكَلِمَاتِهِ deki melfuz "ya" sayılmak şartıyla dokuzyüz doksansekiz adediyle Risalet-ün Nur'un dokuzyüz doksansekiz adedine tam tamına tevâfukla münasebet-i mâneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi lâtifleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki: Risalet-ün-Nurun eczaları Sözler namiyle iştihar etmişler. Sözler ise Arabca "kelimat"dır ve o kelimat ile Kur'ân'ın hakaikını o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu isbat etmiş ki, bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor.” (STG:83)
Görüldüğü gibi sözler “kelimat” demek olduğuna göre, kelimat dahi, “kelimat-ı Rabbî”, yani ilhamat-ı Rabbî manasında olarak Kur’anda zikredilir, Külliyat-ı Nur’un çok yerlerinde Sözler tabirinden yukarıdaki parçada dahi görüldüğü gibi umum Risale-i Nur kasdedilir. Sözler ismi böylece, Risale-i Nur’un ekserisinin ilham-ı İlâhî olduğunu ifade etmiş oluyor.
MEKTUBAT’a gelince; “Şu kâinatın mevcudatı; esma-i İlahiyeyi okutan birer mektubat-ı Samedaniye...”(S:71)
Hem; “Bin bir esma-i İlahiye, zîhayat denilen küçücük mektublarda temerküz edip açık okunduğundan...” (Ş:11) şeklindeki külliyatta çokça geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Sözler ve kelimat olan ve kelam sıfatından gelen ilhamat, Esma-i İlâhiyeyi bildirdikleri gibi, kudret sıfatının kelimeleri olan masnuat-ı İlahiye dahi, o ilhamatın mektubu, yani yazılı şekli olarak yine o esma-i İlahiyeyi bildirir. Demek Sözler ismi ilhamı; Mektubat ismi de masnuat-ı İlahiyeyi konuşturuyorlar ve bu isimler de hakikat-ı hale mutabık olmuşlardır.
Aynı zamanda Mektubatın büyük bir kısmı: “Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey! Senin âlimane suallerin Risale-i Nur'un "Mektubat" kısmında çok ehemmiyetli hakikatların anahtarları olmasından....” (Ş:298) ifadesinden de anlaşıldığı gibi büyük bir yekün tutan ve 27. Mektub olan Lahika mektublarıyla beraber mühim suallere cevab olarak yazılan ilmî ve imanî mektublar olduğundan, Mektubat ismi münasibdir.
Gerçi, Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar isimlerinin ifade ettikleri manalar, Risale-i Nur Külliyatı’nın vasıf ve hususiyetleridir. Her bir mecmua dört mecmuanın umum hususiyetlerine sahibdir. Ancak her bir mecmua kendi ismiyle, o hususiyette, daha ileride olduğu düşünülebilir.
LEM’ALAR’a gelince; malûm olduğu üzere imanî mes’elelerde Nur-u Hak, Nur-u Kur’an, Nur-u İmanın manevî parıltıları, tezahürleri cilveleri manasında olarak yine Risale-i Nur’un mana ve mahiyetine münasib olup, Nur-u Hakka vesile-i tenvir olan eser mânasını ihsas eder.
ŞUALAR ise; çok kuvvetli bir ışık kaynağından yayılan ve şiddetli ışığıyla, görünmeyenleri de gösteren bir ışıktır. Şualar mecmuasının bir kısmı, hakaik-ı imaniyenin en ince ve derinlerini izhar eder. Diğer kısmı ise; asrımızdaki münafık cereyanların dehşetli mahiyetleri, çok açık ve belli olmalarına rağmen, çok şiddetli olan umumî gaflet dolayısıyla, o cereyanların dehşetini göremeyen, adeta görebilmesi imkânsız hale gelen insanları, Nur-u Kur’anın ve irşad-ı nebevinin çok kuvvetli, manevî nuru ile o gafleti dağıtıp hakikat-ı hali göstermesi cihetinde Şualar mecmuası önde gittiğinden Şualar ismi, muvafık ve mânidar düşmüştür.
Böylece;
1-İlham,
2- Masnuatı tefsir ve intak,
3- Nur-u Hakka vesile-i tenvir eser,
4- En ince hakaiki izhar ve en kalın gafleti izale etmek olan ve Risale-i Nur’un içiçe bulunan dört manevî ve müşterek vasfı, bu dört kitab ismiyle ifade edilmiş olur.
Bu gibi makamlarda ahkâm-ı şer’iyede olduğu gibi delail-i şer’iye-i zâhiriye istenilmez. Böyle mes’eleler dinde, fikir ve maneviyet ve feraset-i kalbiye ile hissedilip yaşanan hususlardır. Mes’elelerin dine muhalif olmaması kafidir. Dince kabul etmek veya etmemek mecburiyeti olmaz. Çok kimseler böyle lâtif manaları kasdederek eserlerine ve sair şeylere isim vermişlerdir. Böyle manevî sahada şer’a muhalif olmamak şartıyla muayyen hududlar ve kayıdlar konmaz ve konmamalı.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.