DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

SADELEŞTİRME İDDİASINA CEVAB

26 Nisan Pazartesi 2004 tarihinde çıkan Vakit Gazetesinin 14. Sahifesinde Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi iddiası ileri sürülmüştür. Hem de sadeleştirilmeye karşı çıkanların: “Bize ihtiyaç kalmadan başkaları tarafından Risale-i Nur’un anlaşılmasından endişe edildiği” şeklinde çok garib ve su-i zanna dayanan bir ittiham da vardır.

Biz de deriz: İddiacının kendi hissiyatının nazariyle ileri sürdüğü böyle bir endişemiz yok. Biz Risale-i Nur’a ters düşmek endişesinden sadeleştirmeye karşıyız.

Hem iddiacı, Risale-i Nur’dan hiçbir delil göstermeden, daha doğrusu gösteremeden yaptığı ve temayülatına dayanan iddialarını Risale-i Nur’dan açık delillerle isbat etmeye mecburdur. Aksi halde iddiacının kendini Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden ve Risale-i Nur’dan üstün gördüğü ortaya çıkar.

1994 yılında aynı bu sadeleştirme iddiası ortaya atılınca, bu iddiaya, Risale-i Nur’a dayanan açık delillerle cevap verdik ve bu cevapları bir derleme olarak neşrettik.(Bakınız: Risale-i Nur Sadeleştirilebilir mi? derlemesi)

Evet, Risale-i Nur’a aid meselelerde, kitaba dayandırmadan, kendi meyli ve şahsî anlayışıyla böyle iddiaları ileri sürenler, ehl-i ilmin nazarında kendi durumlarını açığa çıkartmış oluyorlar.

Şimdi mezkûr derlemede ortaya koyduğumuz kitabî delilleri, yani sadeleştirme iddiasının Risale-i Nur’a ters düştüğünü isbatlayan açık ifade ve beyanlarımızı, Risale-i Nur’dan alınacak açık beyanlarla nakzedip kendi iddiasını Risale-i Nur’a müstenid isbat ederse, biz de kendisini destekleyeceğiz. Aksi halde aynı gazetede hatasını itiraf etmesi gerekir. Bu yolu takip etmezse, kendisinin Risale-i Nur’a ters düştüğü ortaya çıkar ve kendisine bakışımız da değişir.

Şimdi sadeleştirme iddiasını çürüten ve “İttihad com sitesinde” yayında bulunan 112 sahifelik derlememizden 3-5 sahifelik bazı kısa parağrafları gösteriyoruz.

Evet, Risale-i Nur’un anlaşılmaz bir eser olduğu şöyle dursun, en derin hakikatları avama ve çocuklara da ders verdiğini anlatan şu beyan:

“Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünki hakaik-i imaniye ve Kur'aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz!" demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zâtın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.” (M: 372)

Yine Hazret-i Üstad diyor: “Elli-altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki; değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa'y ü gayretiyle yapılmayan bir tarzda te'lifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünki bütün bu risalelerde, bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu büyük âlimler "tefhim edilmez" deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.

İşte en uzak hakikatları, en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû'-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve sühulet-i beyan; elbette bilâşübhe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur'an-ı Kerim'in i'caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur'aniyenin bir temessülüdür ve in'ikasıdır.” (M: 373)

İşte Hazret-i Üstad te’vili mümkün olmayan bir sarahatla en zor mes’eleleri çocuklara da bildirdiğini ifade ediyor. İddiacılar ise, Hz. Üstada bağlılık edasiyle Üstadın böyle açık beyanlarına muhalefet ederler. Böyle tutarsız iddialara kim inanır.

Tarih sahasında emsali bulunmayan mevcud fitne karşısında manen vazifeli olan ıslahcı şahsiyetin ilmî ve manevî kılıncı, asrın en dehşetli cereyanına karşı çare olabilecek meziyetlere, inayet-i hassa ile sahib kılındığı hakikatı unutulmamalıdır.

“Evet bu asrın dehşetine karşı, taklidî olan itikadın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan; her mü'min, tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'aniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbat eder..” (Ş: 748) diye ortaya konulan açık ifadeler karşısında “Risale-i Nur iyi anlaşılmıyor” diyenler mezkûr beyanlarda geçen “herkesin anlayacağı bir tarzda” şeklinde tekrar edilen sarih ifadelere ters düşmezler mi?

“Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhuddur.” (K:70)

“Nur Talebeleri tarafından soruldu ki: Nur Risalelerinde denilmiş: "Küfr-ü mutlakın dehşetli tahribatına karşı tamirci bir atom bombası Risale-i Nur'dur." Bunun bir nümunesini isteriz.

Elcevab: Asâ-yı Musa mecmuaları; hususan bir nümunesi Altıncı, Yedinci, Sekizinci Mes'eleler ve Sekizinci ve Onbirinci Hüccet-i İmaniye ki; en derin bir feylesofla bir çocuk, onlardan en derin hakikatı anlayabilir ve vehim ve vesveseleri bırakmaz. Said Nursî” (N.Ç.:5)

“Risale-i Nur, avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi istidadı nisbetinde istifade edebileceği bir eser külliyatıdır.

İşte bu hakikatler içindir ki; Nurları okuyan ve yazan Nurcular, dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.” (N.Ç.:137)

“Risale-i Nur, şimdiye kadar hiç bir ilim adamının tam bir vuzuhla isbat edemediği en muğlak mes'eleleri gayet basit bir şekilde, en âmi avam tabakasından tut, tâ en âlî havas tabakasına kadar herkesin isti'dadı nisbetinde anlıyabileceği bir tarzda, şüphesiz ikna edici ve yakinî bir şekilde îzah ve isbat etmesidir. Bu hususiyet hemen hemen hiç bir ilim adamının eserinde yoktur.” (St:249)

“Kur'anın en büyük mu'cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir vechesi olmasıdır.

İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde; Kur'an-ı Hakîm'in asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûbla izah ve isbat edilmiş olması...” (S:750) gibi beyanlar, sarih ve te’vili imkânsız bir şekilde Risale-i Nur’a kalem karıştırmanın kapısını tamamen kapamıştır.

Şu ifadeler de şayan-ı teemmüldür: “Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi  kısaca ve âvam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.” (S:5)   

Birader, haşir ve âhireti basit ve avam lisanıyla ve vâzıh bir tarzda beyanını ister isen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle beraber bak, dinle:..” (S:48)

Risale-i Nur’un İfade ve beyanlarının ekserisi, beşerî anlayışla değil, inayet-i İlâhiye ile olduğunu nazara veren Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Kur'anın bir nevi tefsiri olan Sözler'deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.” (M:383)

Yani “Risaleler, ifadeler üslûb bakımından tekrar gözden geçirilmelidir” gibi çıkmış ve çıkacak muhtemel iddialara karşı Hazret-i Üstadın önceden verdiği cevablar ne kadar manidardır.

Bediüzzaman Hazretleri şu hususları da ehemmiyetle nazara verip der ki:

“Hem şimdi anlıyorum ki; eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı benim değildi, belki Risale-i Nur'un manevî bir ismi idi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş. Demek, Süryanîce bedi' manasında ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelutiye ismi işarî bir tarzda, bid'at zamanında çıkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale-i Nur'un hem ibare, hem mana, hem isim noktalarıyla bedi'liğine münasebetdarlığını ihsas etmesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında, Risale-i Nur çok yer işgal ettiği için, hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.” (Ş:747)       

İddiacı, “Kur’an ve hadislerin başka dile çevrilmelerine neden karşı çıkılmıyor” diye mantıksız sözleri de ileri sürer. Seneler öncesi iddia edildiği gibi, yapılan tercemeleri âyet ve hadis metinleri yerine ikame yoluna gidilse, o zaman seyret sen tozu dumanı!...

Hem yapılan tercemeler, Kur’an ve hadisin sahib oldukları meziyetlerini tutmadığı ehl-i ilimce müsellemdir. Halbuki sadeleştirme iddiacıları, Risale-i Nur sadeleştirilirse daha iyi olur diyerek Risale-i Nur’un yerine ikame etmek isterler. Bu ise Nurlardaki meziyetleri imha ve unutturmak neticesi doğar.           

Derin bir feraset ve ilmî ve manevî ihtisas ve hatta Allah’ın sonsuz ilminden gelen ilhamat ile yazılan eserlerin mana camiiyetleri cihetiyle kullandıkları kelime, tabir, ıstilahlar ve cümleleri, beşerî anlayışın basit kelimeler ve ifadeleri, o ince manaları temsil ve ifade edemediği ehl-i ilimce malum ve müsellemdir.

Hem insanlar tekâmül etmek için dünyaya gönderilmişlerdir. Mana camiiyetindeki eserleri, dikkat, teenni devam ile okuyanlara, zamanla mana ufukları açılarak tekâmül ederler. Sadeleştirilmiş basit eserler öne sürülse, bu tekâmül yolunu kapatır. Meselenin böyle inceliklerini göremiyenler de buna aldanabilir. Çokça dikkat gerektir.

Dikkatsızlık gibi sebeblerle mana inceliğine varamayanlar hakkında Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “İyi kulak versen işiteceksin ki: Selefin zevklerine giden çok kelimatı veya hikâyatı veya hayalâtı veya maâni, ihtiyar ve zînetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cür'et-i tağyire sebeb olmuşlardır.” (Mu:26)

“Hem de meyl-ül mübalağatı tevlid eden, beşerin kendi meylini kuvveden fiile çıkarmasına meyelan-ı fıtriyesidir. Zira meyillerinden birisi; hayret verecek acib şeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen vakta beşer, nazar-ı sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve hârikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden meyl-i hârikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meyl-ül mübalağa tevellüd eder. O mübalağa ise, dağ tepesinde bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi hakikatının çok parçalarını dağıtmakla beraber, her lisandan meyl-ül mübalağa ile çok hayalâtı kendine toplar, şape gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki sımahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir nazar-ı hak gelir, onu tecrid etmekle çıplak ederek tevabiini dağıtıp aslına irca' eder. "Hak gelir, bâtıl ölür" sırrı da zahir olur.” (Mu:50)

Burada müceddidiyet hakikatı ve vazifesi nazara veriliyor. Bu parçada anlatılan ve sathilikten doğan hakikatları anlamamak gafletiyle ve hakikatı güya daha iyi anlamak hevesiyle ortaya çıkan ve beşerî arzulara dayanan teceddüd meyli, hakikatları tahrib sebebidir ki, son müceddidin de sonunda tahribkâr teceddüd meyilleri ve diğer fesadlar musallat olur ve sonunda da kıyamet kopar.

Elhasıl böyle dinî ve manevî meselelerde önce kitabî delil, yani Allah’ın sonsuz ilim ve hikmetinden gelen naklî delilleri esas almak, hakiki dindarlıkta zarurîdir ve esasdır. Yani akıl ve ilm-i beşerî, ahkâm-ı diniyenin menşei değil muhatabıdır.

Risale-i Nur, dediklerini beşerî düşünceden değil Kur’andan almıştır. Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin bununla alakalı olarak çok beyanları var. Mesela:

“Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.” (Ş:690)

“Sözler hakkında tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözler'deki hakaik ve kemalât, benim değil Kur'anındır ve Kur'andan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur'aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir.(M:369)

“Risalet-ün Nur sair te'lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitablardan alınmamış. Kur'andan başka me'hazı yok, Kur'andan başka üstadı yok, Kur'andan başka mercii yoktur. Te'lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur'anın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur'anîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.(Ş:711)

Bu naklettiğimiz örnek parçalar gibi hayli beyanlar var. Sözü uzatmamak için kısa kesiyorum.

İttihad İlmi araştırma heyeti

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık