DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

ŞARK-ŞARKİYE

Doğu. Güneşin doğduğu taraf. *Güneş ve güneşin aydınlığı. *Yarmak. *Parıldamak. *Avrupa adetlerinin ve yaşayışının dışında kalan müslüman ülkeleri.

Bediüzzaman Hazretleri Birinci Millet Meclisine hitaben yazdığı bir beyannamesinde şu hususu nazara verip diyor ki:

“Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz.. fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa'yiniz ya hebaen-mensurâ gider veya sathî kalır.” T:140

Keza, “Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu. Zail oldu ve olmalı... Garb husûmeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebebdir, baki kalmalı...” T:133

Hem yine Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:“ Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaatı gelmiş ki: "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümatını dağıtacak." Ben, böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zâtlara zemin ihzar ediyoruz.”M:370

Kur’anda geçen, “ زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍ cümlesi der: "Nasılki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur" der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. Ş:690

Yani, Risale-i Nur, garbın, yani Avrupanın mana-yı ismiye dayanan fünunundan alınmadığı gibi, şarkın kesbî veya tasavvufî ilimlerinden de alınmamış olup, ilhamen ihsan olunan vehbî bir ilimdir diye hakikat-ı hal beyan ediliyor.

Zalimlerin zulümlerini unutmamak hakkında bir ihtar:

اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ * اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üçyüz ellibir (1351) ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evamir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı maneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebat-ı mefhumiye remzi ile Risale-i Nur’a îmaen bakar. Daha yazılacak çok gaybî işaretler var, fakat izin verilmedi şimdilik kaldı.” Ş:726

 Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşidleri ve âlimleri perişan olan vilayat-ı şarkıyede Risale-i Nur imdadlarına ve her taifeden ziyade başlarına gelen hâdiseler ve âyette بِاَيَّامِ اللّٰهِ tabir edilen elîm vakıaları hatırlarına getirmekle ikaz ve irşad etmelerine bir mana-yı işarî ve remzî ile emrediyor. Ş:725

Bu ayette, zalimlerin zulmünü devamlı tezkir edip hatırlatmakla halkın o azgınlara aldanmamalarının lüzumu ve ehemmiyeti anlatılıyor.

Ben vilayat-ı şarkıyede aşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki: Dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ülema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ülema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.

Zira, o vilayatta nim-bedevi vatandaşların zimam-ı ihtiyarı, ülema elindedir. Ve o saik ile Dersaadet'e geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte -şimdi münkasım olmuş, şiddetlenmiş olan- istibdadlar, merhum Sultan-ı Mahlu'a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatımı terk ettim. D:28

Yani o devrede İttihadcılar içindeki yüzde on kadar olan gizli nifak cereyanı sinsice fitneler hazırlıyor ve hayırlı işlere mani oluyorlardı.

Hz.Üstadın misal alemindeki bir müşahedesini anlatırken diyor ki:

Misaliler meclisinde Dediler:

Şeriat-ı Garrâdaki medeniyet nasıldır?

Dedim:

Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise.. ki, medeniyet-i hâzıranın inkişâından inkişaf edecektir.1 Onun menfi esasları yerine müsbet esaslar vaz' eder. İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki; şe'ni, adalet ve tevazündür. Hedefde, menfaat yerine fazilettir ki: şe'ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine; rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki; şe'ni samimi uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki; şe'ni ittihad ve tesanüttür. Heva yerine hüdadır ki; şe'ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder, nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. Demek biz mağlubiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. T:133

Şarkın hürriyeti ile garbın mimsiz medeniyetinin daha çok zamanımıza bakan mukayesesini yaparken Hz. Üstad diyor ki:

“Eğer medeniyet, böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette lâübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise, herkes şahid olsun ki; o “saadet-saray-ı medeniyet” tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel; Vilâyat-ı Şarkiyenin hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermâdır..” T:77

Şarktaki diyanetin hususiyeti hakkında da Hz. Üstad şöyle der:

Bu millet-i İslâm’ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş. Acaba namaz kılıyorlar mı? derler, namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman Beytüşşebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim sordum: “Sebeb nedir?”

Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Halbuki bu sözü söyliyenler de namazsız, hemde eşkiya idiler.” T:140

Malumdur ki, ileride gözle görülecek hadisat-ı istikbaliye müteşabih hadislerle haber verilir. Bu kaide ile nazara alacağımız bu gelen rivayetin müteşabihiyeti cihetiyle çok işarî manaları bulunduğundan, rivayet bir derece işarî mana ile ele alınacak. Şöyle ki:

“Şark tarafından bir cemaat, (halk yani henüz Horasan’da bulunan ve daha Anadoluya gelmemiş olan Türkler) meydana gelir. (İlk devrelerinde şanlı ve şerefli olan bu millet, son devrelerinde) Kur’an (yani Kur’an hakikatlarını) okurlar, (fakat) hançerlerinden (boğazlarından) aşağı geçmez. (yani hakikatları fıtratlarında seciyeleşmez) Onlardan (siyasî ve dinî sahada bulunan) bir taife inkıraz bulsa, diğer taife zuhur eder. (bu iki sınıf taifenin bozulan) son devreleri ise, deccal ile (yani deccaliyet cereyanı ile) beraber olurlar.” (Ramuz-ül Ehadis. Sh.508) 

(İbn-i Hanbel, Taberani’nin Kebiri, Hakim’in Müstedreki, Ebu Nuaym Hılyesi, İbn-i Amr’den nakledilir.)

Yani bilerek veya bilmiyerek süfyaniyete alet olurlar diye anlıyoruz.

 

1 (inkışa) kelimesinden maksad, fünun ve medeniyetin mana-yı harfiye geçirilmesi ve Kur’ana ittiba etmesidir.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık