بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
ŞEFAAT
Afv için vesile olmak. Âhiret günü bir kısım günahkâr mü’minlerin affedilmeleri ve itaatli mü’minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm ve sair büyük zatların Allah Teala’dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
“İ’lem Eyyühel-Aziz! Ey nefis! Eğer takva ve amel-i sâlih ile Hâlıkını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünki onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza ikinci şıkkı takib etmekte şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet bir maslahat için sultana müracaat eden adam, sultanı irza etmiş ise, o iş görülür. Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamafih yine sultanın izni lâzımdır. İzni de rızasına mütevakkıftır.” Ms:185
“İ’lem Eyyühel-Aziz! Velilerin himmetleri, imdadları, manevî fiilleriyle feyiz vermeleri hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdi, Mugis, Muin ancak Allah’tır. Fakat insanda öyle bir latife, öyle bir halet vardır ki, o latife lisanıyla her ne sual edilirse, -velev ki fâsık da olsun- Cenab-ı Hak o latifeye hürmeten o matlubu yerine getirir. O latife pek uzaktan bana göründü ise de, teşhis edemedim.” Ms:240
“Enbiya ve evliyaya Kur’anın tarif ettiği tarzda muhabbetin neticesi: O enbiya ve evliyanın şefaatlarından berzahta, haşirde istifade etmekle beraber; gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyuzattan o muhabbet vasıtasıyla istifaza etmektir.
Evet اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âlî makam bir zâtın tebaiyetiyle girebilir.” S:649
“Peygamber’in bir anda, Hem keşf-i evliyada, hem sadık rü’yalarda ümmetine görünür, hem aşirde umum ile şefaatle görüşür. Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.” S:705
İşte ey müslüman! Senin rûz-i mahşerde böyle bir şefiin var. Bu şefiin şefaatini kendine celbetmek için, sünnetine ittiba’ et!” M:301
“Rehber ise, senin gibi Kur’anın nuru altına girenlere, Kur’andır. الم lerinالر ların حمlerin başlarına bak, anla ki; Kur’an ne kadar makbul bir şefaatçı, ne kadar doğru bir rehber, ne kadar kudsî bir nur olduğunu gör!” M:384
Yani huruf-u mukattaaların esrar-ı Kur’aniye ehlince hissedilen manalarından biri de şefaat manasında olduğudur.
“Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir.” Ş:97
Hem,“ Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, Kaside-i Celcelutiye’de iki suretle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi, Âyet-ül Kübra Risalesine işaretenوَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ der. Bu işarette ima eder ki: Âyet-ül Kübra yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek ve Âyet-ül Kübra hakkı için o fecet ve musibetten şakirdlerine aman ver, diye niyaz eder, o risaleyi ve menbaını şefaatçı yapar. Evet Âyet-ül Kübra Risalesinin tab’ı bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti.” Ş:297
Evet, şefaatçı makbul zatlardan başka, Allah’ın razı ve memnun olduğu şeyler sebebiyle de Allah’ın nazar-ı afv ve ihsan ile bakıp muamele etmesi vesilesi olduğu nazara veriliyor ki, o vesilelere sahabetle alaka göstermek gerekiyor. Risalelerde bu tarz vesilelere dikkat çekiliyor. Bunun bir nümunesi de,
“...... Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur’un eczalarından haber verdiği sıradaوَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ deyip o Âyet-ül Kübra’yı şefaatçı yaparak Nur şakirdlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraet kazandırmağa sebeb olduğu gibi, onun gizli tab’ı da, şakirdlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali’nin (R.A.) hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur şakirdlerinin bedeline duasını pek zahir bir surette tasdik etti.” Ş:598
Şefaatin hak olduğuna dair pek çok âyât ve ehadis vardır. Ezcümle bir hadis-i şerif meali şöyledir:
“Ebu Hüreyre Radıyallahu anhü şöyle demiştir: (Bir kere) “Ya Resulallah, kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime rayegân (çokça) olacak? “ diye sordum. Buyurdu ki: “Ya Eba Hüreyre, hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zaten) tahmin ediyordum.Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse, kalbinden (yahut içinden) halis olarak Lâ ilâhe illallah diyendir.1” 2
Burada nazara verilen halisen la ilahe illallah demek hakikatı şöyle izah ediliyor:
“İ’lem Eyyühel-Aziz! Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manalar ile bütün sıfat-ı kemaliyeye Lafza-i Celal olan “Allah” bil’iltizam delalet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delalet eder. Sıfatlara delaletleri yoktur. Çünki sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara delaletleri yoktur. Amma Lafza-i Celal bil-mutabakat Zât-ı Akdes’e delalet eder. Zât-ı Akdes ile sıfat-ı kemaliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan sıfatlara da bil-iltizam delalet eder. Ve keza uluhiyet ünvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmesi, ism-i has olan “Allah”ın da o sıfatı istilzam ettiğini istilzam ediyor. Ve keza “Allah” kelimesi de nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binaenaleyh “Lâ ilahe illallah” kelâmı, esma-i hüsnanın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delalet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. “Lâ Hâlıka illallah”, “Lâ Fâtıra, Lâ Râzıka, Lâ Kayyume illallah” gibi... Binaenaleyh terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.” Ms:236
İ.M. 37. Kitab-üz Zühd, 37. babı, şefaat hakkındadır. S.B.M. 11. cild 1711. hadis de şefaat-ı kübrayı bildirir.
Kur’an ise Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimse şefaat edemeyeceğini: (2: 48, 123, 254) (6:51, 70) (19:87) (20:109) (53:26) ayetleriyle bildiriyor.
1 Şefaat-ı makbule-i Muhammediye'den (Sallallahü Aleyhi Vesellem) müstefid olmayacak ferd-i aferide yoktur. Habib-i Hüda (aleyhi efdatü't-tehaya) Efendimizin bütün halkın hevl-i mevki'den rahat bulması için bir şefaat-ı ammesi olduğu gibi bazı küffarın tahfif-i azabı, müstahakk-ı ikab olan bazı mü'minînin Nar-ı Cahim'den necatı, Cehennem'e girmiş mü'minînin halâsı, bazı mü'minînin bilâhesab velâ azab dahil-i Cinan olması, keza dahil-i Cinan olan mü'minînin ref-i derecatı için gûna-gûn şefaatleri vardır. Bu şefaatler içinden en ziyade müstefid olacakların, muhlis mü'minler olduğundan şüphe yoktur.
2 S.B.M. hadis: 85
Bu dersi indirmek için tıklayınız.