DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

MEZHEBSİZLİK TARAFTARLARININ İÇYÜZÜ

Âhirzaman fitnesinin mümessilleri, müslümanların değer verdiği şahsiyetleri gözden düşürmek ve bu vesileyle dine hücum yolu açmak isterler. Said Nursi Hazretleri bunlara şu cevabı verir:

«Sual: Sahâbelere karşı iddia-yı rüçhan nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda bu meseleyi medar-ı bahis etmek nedendir? Hem müçtehidîn-i izâma1 karşı müsâvat2 dâvâ etmek neden ileri geliyor?

Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır.

Bir kısmı, sâfi ehl-i diyanet ve ehl-i ilimdir ki, bazı ehâdisi görmüşler; şu zamanda ehl-i takvâ ve salâhati3 teşvik ve tergib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zaten onlar azdırlar; çabuk da intibaha gelirler.

Diğer kısım ise, gayet müthiş, mağrur insanlardır ki, mezhepsizliklerini, müçtehidîn-i izâma müsâvat dâvâsı altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, Sahâbeye karşı müsâvat dâvâsı altında icra etmek istiyorlar. Çünkü, evvelen, o ehl-i dalâlet, sefâhete girmiş, sefâhete tiryaki olmuş. Sefâhete mâni olan tekâlif-i şer’iyeyi4 yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki:

“Şu mesâil, içtihadiyedirler.5 O mesâilde mezhepler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insandırlar; hata edebilirler. Öyleyse biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tâbi olmaya ne mecburiyetimiz var?”

İşte, bu bedbahtlar, bu desise-i şeytaniye6 ile başlarını mezâhibin7 zincirinden çıkarıyorlar. Bunların şu dâvâları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmi Yedinci Sözde kat’î bir surette gösterildiğinden, ona havale ederiz.

Saniyen: O kısım ehl-i dalâlet baktılar ki, müçtehidînlerle iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki, yalnız nazariyât-ı diniyedir.8 Halbuki, bu kısım ehl‑i dalâlet, zaruriyât-ı diniyeyi terk ve tağyir etmek9 istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz” deseler, meseleleri tamam olmuyor. Çünkü, müçtehidîn, nazariyâta ve kat’î olmayan teferruâta karışabilirler. Halbuki, bu mezhepsiz ehl-i dalâlet, zaruriyât‑ı diniyede10 dahi fikirlerini karıştırmak ve kabil-i tebdil olmayan11 mesâili tebdil etmek ve kat’î erkân-ı İslâmiyeye karşı gelmek istediklerinden, elbette, zaruriyât-ı diniyenin hameleleri12 ve direkleri olan Sahâbelere ilişecekler.

Heyhat! Değil bunlar gibi insan suretindeki hayvanlar, belki hakikî insanlar ve hakikî insanların en kâmilleri olan evliyanın büyükleri, Sahâbenin küçüklerine karşı müsâvat dâvâsını kazanamadıkları, gayet kat’î bir surette Yirmi Yedinci Sözde ispat edilmiştir.» (S:495)

TÜRKÇE EZAN VE KAMET ZULMÜ

Bediüzzaman Hazretleri Barla Nahiyesinde gözaltında tutulduğu devrede (1926-1934) Türkçe ezan ve kamet okumadığından kendisine yapılan zulümlere karşı müdafaasında diyor ki:

«İSTİKBALDE GELECEK NEFRET VE TAHKİRDEN SAKINMAK İÇİN, ŞU MAHREM ZEYİL YAZILMIŞTIR. YANİ, “TUH O ASRIN GAYRETSİZ ADAMLARINA!” DENİLDİĞİ ZAMAN YÜZÜMÜZE TÜKÜRÜKLERİ GELMEMEK İÇİN VEYAHUT SİLMEK İÇİN YAZILMIŞTIR.

AVRUPA’NIN İNSANİYETPERVER MASKESİ ALTINDA VAHŞÎ REİSLERİNİN SAĞIR KULAKLARI ÇINLASIN! VE BU VİCDANSIZ GADDARLARI BİZE MUSALLAT EDEN O İNSAFSIZ ZALİMLERİN GÖRMEYEN GÖZLERİNE SOKULSUN! VE BU ASIRDA, YÜZ BİN CİHETTE “YAŞASIN CEHENNEM” DEDİRTEN MİM’SİZ MEDENİYETPERESTLERİN BAŞLARINA VURULMAK İÇİN YAZILMIŞ BİR ARZIHALDİR.

BU YAKINLARDA ehl-i ilhâdın13 perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından, çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecavüz nev’inden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde14 hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. “Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan15 öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:

Ey ehl-i bid’a ve ilhad!16 Altı sualime cevap isterim.

BİRİNCİSİ: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usulü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle hususî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz.

İKİNCİSİ: Nev-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde, hemen umumiyetle hükümfermâ hürriyet-i vicdan düsturunu kırmak ve istihfaf etmek17 ve dolayısıyla nev-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne18 kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak, sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaya çalışıyorsunuz?

ÜÇÜNCÜSÜ: Mezheb-i Hanefînin ulviyetine ve sâfiyetine münâfi bir surette, vicdanını dünyaya satan bir kısım ulemâü’s-sû’un yanlış fetvâlarıyla, benim gibi Şâfii’l-mezhep adamlara hangi usulle teklif ediyorsunuz? Bu meslekte milyonlar etbâı bulunan Şâfiî mezhebini kaldırıp bütün Şâfiîleri Hanefîleştirdikten sonra, bana zulüm suretinde cebren teklif edilse, sizin gibi dinsizlerin bir usulüdür denilebilir. Yoksa keyfî bir alçaklıktır. Öylelerin keyfine tâbi değiliz ve tanımayız!» (M:429)

DİNE ZARAR VEREN BAZI DİN KİTAPLARI VE HAKİKİ DİNDARLARIN VAZİFESİ

Herşeye bulaşan bu âhirzaman fitnesinde, Bediüzzaman Hazretleri bilhassa dine ait meselelerde irşad, ikaz ve tavsiyelerini devamlı surette yapmıştır. Bu tarz tehlikeler her devrede müslümanların karşısına çıkabileceği için bütün zamanlara şâmildir. İşte bu gelen mektubda da ikazını şöyle yapıyor:

«Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşrep ayrı ve bid'atlara19 müsait gittiği için, Risaletü’n-Nur zendekaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ânı muhafaza etmek bir vazifesi iken, has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’âniye’yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’âniyeye, ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim, sonra ikaz ettim. Elhamdü lillâh ayıldılar. İnşaallah tamamen kurtuldular...

...Meselâ, hâdisât-ı zamaniye bahanesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin20  bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer’iyeyi21  perde yapıp eserler yazılmış. Risaletü’n-Nur, gerçi umuma teşmil22 suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin23 içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet24  ve esas-ı takvâ25  ve esas-ı azimet26  ve esâsât-ı Sünnet‑i Seniye27 gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle,28 hâdisâtın fetvalarıyla29  onlar terk edilmez(K:77)

İSLÂMİYETSİZ İMAN OLUR MU?

Bu zamanımızın garipliklerinden biri de, kendisinin inançlı ve imanlı olduğunu söyleyen bazı kimseler, dinî hükümlerin kabulünde aynı inancı ve imanı gösteremiyorlar. Bediüzzaman Hazretleri böyle kimselerin durumunun ne olduğunu şöyle bildirir:

«Şimdi ise frenk usulünün ve medeniyet namı altında30 bid'atkârâne ve şeriat-şikenâne cereyanlara31 taraftar olduğu halde, Allah’a, âhirete, Peygambere imanı da taşıyor ve kendini de mü’min biliyor. Madem hak ve hakikat olan şeriat-ı Ahmediyenin kavânînini iltizam etmiyor32 ve hakikî tarafgirlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü’min oluyor.

İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, bilerek İslâmiyetsiz iman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir.» (B:349)

DİNÎ HÜKÜMLERLE OYNAYAN YANAR!

«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ Yani, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ kavaid-i Şeriat-ı Garrâ33  ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye34 tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid'aları icadetmek35   dalâlettir, ateştir.

{SÜNNET}

Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda36 tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır,37 hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nev’indendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:

{BİD’AT}

Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, “âdâb” tabir ediliyor ki,  Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid'a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye38  bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle39 malûm olan harekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete40 taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı,41 Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

{ŞEAİR}

Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir,42 adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir Lem'alar (56)

NETİCE

İslâmiyete karşı yapılan böyle şarlatanlıklar ve efkâr-ı İslâmiyeyi şaşırtıcı konuşmalar, mübareze kanununu meydana getirir. Hazret-i Bediüzzamanın ifadesiyle :

«Bütün terakkiyât-ı insaniyeye medar43 bir mücahede kapısını açıp...» (Lem’alar sh: 80)  hamiyeti-i İslâmiyeyi ve gayret-i diniyeyi hareketlendirir.

Nitekim Bediüzzaman Hazretleri Asr-ı Saadetin başına gelen İslâm aleyhindeki karışıklıkların hak ve batıl ehlini biribirinden ayırdığını ve ehl-i İslâmı uyandırdığını ve İslâmiyet lehinde neticeler verdiğini anlatırken diyor ki:

«“Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr‑ı Saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve veçh-i rahmeti44 nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değildiler.”

Elcevap: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebâtâtın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de, Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre, câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı îmâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştı, ve hâkezâ, herbir taife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hummâlı bir surette sa’y ettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid’a fırkalarının45 dikenleri dahi çıktı.

Güya dest-i kudret, celâlle46 o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziyye47 ile, pek çok münevver müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hafızları, asfiyaları, aktabları48  âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip,  Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.» (M:100)

İşte bu izahın gösterdiği mânâ ve hikmetler asrımıza da büyük bir hisse ile bakan  ve bizleri ümidlendiren ve gayrete getiren küllî bir derstir.

DAVA ADAMI OLMAK

Hazret-i Bediüzzamanın fedakâr ve yanında yetiştirdiği bir talebesi olan merhum Zübeyir Gündüzalp, bu mübarezeler sahasında tam uyanıp tam gayrete geldiğini gösteren tavizsiz yazı ve müdafaalarının bir kısmında aynen şöyle diyor:

«İslâmiyet düşmanları, bir taraftan tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına devam ederken, diğer taraftan da Nur talebelerinin Üstadları ve Risale-i Nur hakkında istidatları nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden49 doğan minnet ve şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkep, bir nevi müdafaalarını perdeler arkasından men etmeye çalışıyorlar. Bunun için, sâfdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek “İfrata gidiyorsunuz” gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte, böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı, çeşitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.

Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki, din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdâfaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zâlimâne ve cebbarâne haksızlıkları irtikâb eden, o insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini ilân ederek o acip yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve sâf-derunluk50 olmaz mı ki; Kur’ân ve imânın hunhar ve müstebid zâlim düşmanları, Kur’ân ve İslâmiyeti ve dini, Risale-i Nur’la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “biraz susun” gibi birşeyle, paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Asla ve kellâ, kat’a ve asla susmayacağız! Ve hem susturamayacaklardır. Durmayacağız ve hem durduramayacaklardır. Bu can, bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh, bu cesetten ayrılıncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar, Risale-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz.» (S:768)

İşte bu müdafaada susmak ve hakkı neşredip izhar etmemek, muhalif tarafa yardım hükmüne geçtiği ifade ediliyor. O halde hakkı bilenler susmayacak, yeteri kadar bilmeyenler de ehl-i ilme yardım edecektir.

«Şu mealde bir hadis-i şerif var ki: “Hakiki âlimler, zâlim hükümdarlara karşı hak ve hakikatı pervasızca söyleyen âlimlerdir.” » (Sözler sh: 756)  {Ebu Davud  Melahim 17,  ibn-i Mâce, hadis no: 4011, 4012}

Hem böyle ehl-i bid’anın yaydığı maksadlı yaygaralar, çoklarında merak uyandırıp hakikatı öğrenme hareketini doğuruyor. Bunlara karşı ehl-i hakkın ortaya koyduğu ve neşrettiği Kur’ân hakikatlarına rağbet ve alâka artarak doğruyu öğrenme hareketi de artıyor.

MAHKEMELERE VERİLMENİN HİKMETLERİ

Ezcümle Bediüzzaman Hazretleri mahkemenin uzatılmasındaki bir hikmeti şöyle açıklar:

«Meselemizi uzatmada, Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celb etmesinden, onları okumasına bir umumî dâvet ve resmî bir ilânat hükmünde, işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaatlere vesiledir. Zaten bu zamanda, en geniş daire-i zeminde, en dehşetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalâlet ordularına karşı böyle kudsî bir ders, bu suretle atom bombası gibi inşaallah tesirini göstermeye bir işarettir.» (Ş:517)

BASKILAR GAYRETİ ARTTIRIYOR

«Cenâb-ı Erhamürrâhimîne yüz binler şükrediyorum ve tahdis-i nimet suretinde derim ki:

Bütün onların bu tazyikat ve istibdatları, envâr‑ı Kur’âniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine odun parçaları hükmüne geçiyor, iş’âl ediyor,51 parlatıyor. Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat52 eden o envâr-ı Kur’âniye, Barla yerine bu vilâyeti, belki ekser memleketi bir medrese53 hükmüne getirdi.» (M:363)

İşte hikmet-i İlâhiye nazariyle bakılınca böyle mübarezelerde güzel neticeler oluyor. İstidadlar inkişaf ediyor, mücahidler yetişiyor. Allahın cemal ve celal sıfatlarının lütuf ve kahr ile tecelli edeceği ehl-i hak ve ehl-i bid’a sınıfları, imtihanda tefrik olunuyor. Yeter ki, ehl-i İslâm zâhiren üzücü hadiselerin hikmet-i İlâhiye nazariyle iç yüzünü görsün ve hâmiyet-i diniyesi canlansın ümidsizliğe düşmesin.

 

1 İmam-ı Azam gibi büyük müctehidlere

2 eşit derecede olduğunu

3 gerçek dindarları

4 şeriatın, yani dinin emir ve yasaklarını

5 ‘Kur’an ve Hadîslerin kesin hükümleri değil, o iki kaynaktan çıkarılan hükümlerdir’

6 şeytan ve münafık dinsiz insanların, gizli ve aldatıcı plânları

7 hak mezheblerin

8 dine ait görüş ve kanaatlerdir

9 aslından değiştirip bozmak

10 değiştirilmesi imkansız olan dinî esaslarda

11 değiştirilmesi mümkün olmayan

12 kabul edilmemesi halinde insanı dinden çıkaran zarurî esasların taşıyıcı ve koruyucuları

13 din düşmanlığı yapan dinsizlerin

14 ibadetimi yaptığım yer olan Cami’mde

15 kendileriyle konuşmaya layık olmayan, muhatap almaya değmeyen

16 bid’alar yoluyla dini bozmaya çalışan dinsizler

17 alay edercesine hafife almak

18 körükörüne şiddetli bağlanarak

19 dine zarar veren ve sonradan çıkarılan adetlere

20 bazı temel anlayışlarda dine aykırı düşerek dört hak mezhebin dışında kalan vehhabiliğin ve başlangıcı iyi olup sonradan dinden çok taviz veren bir tarikatın melamiliğin

21 şeriatın bazı hükümlerinde kolaylık gösterme kaidesini 

22 bütün müslümanları içine almak

23 İslamın gerçek yaşayışının, hakiki müslümanlığın

24 manevi ve ilmi olgunlaşma yolunda yürüme esası (prensibi)

25 günahlardan kaçma esası (prensibi)

26 dinin üstün derecesini yaşama esası

27 Peygamberimizin ortaya koyduğu değişmez esaslar (prensipler)

28 bazı baskılar ve zorlamalar sebebiyle

29 artık herkes böyle yapıyor diyerek

30 medenî ve asrî yaşayış adını vererek

31 dini bozmaya çalışan münafıkane hareketlere

32 dinin varlığını gerekli görüp tarafgirlik yapmıyor

33 manevî parlaklığa sahip olan şeri’atın temel kaideleri

34 peygamberimizin (asm.) yüce ve şerefli sünnetinin değişmez prensipleri

35 dine zarar veren uydurma adetleri getirmek

36 manevî parlaklığa sahip olan şeri’atın temel kitaplarında

37 ayet ve hadislerle apaçık ortaya konulan esaslardır

38 Peygamberimiz (asm.) getirdiği terbiye kaidelerine

39 söz sahibi din büyüklerinin sağlam haberleriyle

40 toplum hayatındaki yaşayış kaidelerine

41 kabul edilip yaşanması

42 toplumda yaşanan İslâm adetleri

43 insanların yüksek özellikler kazanıp olgunlaşmasına sebep

44   Allahın müslümanları acıyıp iyilik etmesi yönü

45 dine aykırı anlayış ve adetleri çıkaran grupların

46 Allah’ın kudreti hiddetle

47 merkezkaç kuvvet , dış tarafa itici kuvvet

48 İslam’ın bilgi ve manevi duygular sahasında üstün derecelere çıkmış din büyükleri

49 manevi faydalanmalarından

50 ahmaklık ve çabuk aldanır olmak basitliği

51 alevlendiriyor

52 kuvvetli çalışmayla ısınan ve genişleyen

53 memleketin çok yerlerini din eğitimi veren yer

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık