بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
ŞİRK
Allah’a ortak koşmak ki, en büyük bir zulümdür ve Allah’ı inkârdır. Şirkin envaı vardır. Mesela: tabiat şirki, esbab şirki, gizli şirk gibi şirkler var.
“Meselâ: Felsefeye temas eden bazı cümleler, “Mürur-u zamanla kabuk bağlamış, sonra toprağa inkılab etmiş, sonra nebatat husule gelmiş, sonra hayvanat vücuda gelmiş” gibi tabirler, icad ve hilkat-i İlahî noktasında felsefîdir ki, Risale-i Nur’un san’at ve icad-ı İlahî cihetindeki beyanatına münasib düşmüyor.” E:176
Evet, “Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü ammeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlası zedeler.” L:165
Keza, “İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz-i ihtiyarisiyle kesbettikleri mahsulatı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete malik olduğuna delalet eder. Hatta eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.” Ms:87
“Enaniyetten neş’et eden şirk-i hafi katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder. Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta’tile yani Hâliksızlığa incirar eder.” Ms:185
“Madem hakikat budur. Ve madem herşey nihayet derecede hem kıymetdar, hem san’atlı, hem manidar, hem kuvvetli görünüyor, gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz müzahrefatla doldurmak lâzım gelecek. Tâ ki, şirke yol açılabilsin.” Ş:26
Ve keza “Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylere bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir. Maahaza, zâkir olan zatta bulunan hasse ve latifelerin ayrı ayrı tevhidlerin olduğuna işaret olduğu gibi; onların da onlara münasib şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir.” Ms:88
Hem “Şirk ve küfür cinayeti, kâinatın bütün kemâlatına ve ulvi hukuklarına ve kudsi hakikatlarına bir tecavüz olduğu cihetledir ki, ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor ve semavat ve arz hiddet ediyor ve onların mahvına anasır ittifak edip, kavm-i Nuh (Aleyhisselâm) ve Âd ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor. تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِâyetinin sırrıyla Cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak derecesine geliyor.” Ş:12
“Ve madem herşey nihayet derecede hem kıymetdar, hem sanatlı, hem manidar, hem kuvvetli görünüyor, gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz müzahrafatla doldurmak lâzım gelecek. Ta ki, şirke yol açılabilsin.” Ş:24
“Ey nefis! Eğer takva ve amel-i salih ile Hâlikını razı etti isen, halkın rızasını tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünki onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza ikinci şıkkı takib etmekte şirk-i hafi olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet bir maslahat için sultana müracaat eden adam, sultanı irza etmiş ise, o iş görülür. Etmemiş ise halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamafih, yine sultanın izni lâzımdır.İzni de rızasına mütevakkıftır.” Ms:185
Allah’ı sever gibi, endadı, yani tagutları yani putlaştırılmış kişileri sevmenin, yani onların anlayınış ve yaşayışlarına bağlı kalmanın şirk olduğunu beyan eden şu ayet:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
(2:165) ayetinin tefsirinde şöyle deniliyor: “Vahdaniyet ve kudret-i İlahiye bu kadar âyat-ı fiiliye ve kavliyesiyle zahir ve bahir iken, buna karşı insanlardan bazıları vardır ki, Allah’a karşı denkler nazirler tutarlar ki, onları Allah gibi severler. Emirlerine, yasaklarına, arzularına itaat ederler de Allah’a isyan ederler. Şüphe yok ki böyle yapmak, gerek Allah’ı inkâr ederek olsun ve gerek olmasın, mana-yı uluhiyette onları Allah’a ortak yapmaktır.”
Bir âyette de şirk hakkında şöyle buyuruluyor:
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلاَّ وَهُمْ مُشْرِكُونَ “Ve ekseri Allah’a iman etmez, ancak müşrik olarak ederler. Uluhiyeti büsbütün nefy ü inkâr etmeseler de, açık veya gizli bir şirk karıştırmadan Allah’a da inanmazlar. Halis tevhid ile iman etmez, Allah’dan başkasına da ma’budluk payesi verir, masivaya taparlar.”(Elmalılı Tefsir: sh. 2932)
İnandığı gibi hareket etmeyiş, iki yüzlülük etmek. İbadeti ve beğenilen iyi şeyleri, gösteriş ve kendini beğendirmek için yapmak gibi riya sayılan tavır ve hareketlere, Keşf-ül Hafa hadis no:1401 de, şirk-i asgar deniyor.
Hz. Lokman’ın oğluna birinci nasihatı, Allah’a şirk koşmamaktır. Şirk, avamî bir anlayışta olduğu gibi, yalnız Allah’tan başka ilahları kabul etmek değildir. Bu tarz bir şirk, daha çok geçmiş asırlarda yaygındı. Şimdi ise müsbet ilim perdesi altında, icadı esbaba ve tabiata isnad etmek şeklinde tezahür eden bir şirk çeşidi vardır ki; hayat ve dünya hâdiselerinin izahı hep buna istinad ettirilmektedir. Kur’anda “Hiçbir şeyi Allah’a şerik yapmayınız” mealinde olan (4:36) (6:151) ve emsali âyetlerde; uluhiyette şirk koşmaktan başka, rububiyette, icadatta da tabiat ve esbab şirkleri, hatta Allah’ın gönderdiği ahkâm ile beşerdeki hâkimiyetini ilga ederek şahıs veya zümre hâkimiyeti şirklerine kadar şirkin çok nevileri olduğu hatırlatılarak mü’minler ikaz edilir.
Evet, tabiat ve esbab şirki, müsbet ilim ve fen namı altında gizlenebildiğinden, çok kimseler aldanabilmekte ve farkına varmamaktadırlar. Nitekim bir rivayette mealen: “Şirk, ümmetimde, düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir” diye ümmet ikaz edilmiştir. (Ramüz-ül Ehadis. Sh. 215)
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kur’an okur, ibadete çalışırlar ve ehl-i bid’atla da meşgul olurlar. Lâkin bilmedikleri cihetten müşrik olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar, kör deccalin avanesi olacaklardır.” 1
Diğer bir rivayet de mealen şöyledir: “İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, adamın imanı soyulur da haberi olmaz. Halbuki o, gömleğinin soyulduğu gibi soyulmuştur.2 ” (İslam Prensipleri Ansiklopedisi Ulema-üs Sû’ maddesi 3884/1.p)
Mekteblerde okutulan derslerde mevhum tabiat kanunlarını hakiki müessirmiş gibi gösteren bir tarz-ı ifade kullanılması da, masum gençlerin dimağlarına ve ruhlarına -haberleri olmadan- esbabperestlik ve tabiatperestlik şirkini telkin eder. Çocuklarından mesul olan ebeveynin bu manevi tehlikeye karşı ciddi olarak tedbirleri almaları lazımdır.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.