DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

ŞÛRA

Görüşme ve istişare meclisi. Meşveret için yapılan toplantı. Şûra, istişare, meşveret, müşavere kelimeleri de aynı manayı ifade eder.

Şûra, dinin esasat ve müsellematın haricinde ve daha çok icraata ait mes’elelerde ve şer’î usulüne göre ve ihtisas heyeti arasında yapılır. İlim ehli olmayan halkın şûra heyetinde fikir beyan etmesi caiz olmaz.

“Müşavere, şivar, meşvüre, meşvere, meşûre kelimeleri de danışıp işaret almak, yani rey almak demektir. Toplanıp meşveret eden cemaate de “Şûra” denilir ki bu da esasen  öbürleri gibi, masdardır.” (E.T.1213)

Hakiki ve samimi şûra, İslam kardeşliğini yani uhuvveti kuvvetlendirir. İttihad-ı İslama vesile olur.

Bir hadis-i şerifte de:

“Müşavere eden bir kavm her halde işlerinin en doğrusuna muvaffak olur.” Buyurulmuştur…” (E.T. 1215-1217)

İctimaiyata aid olmasına rağmen Risale-i Nur eserlerinde şûra hakkında bazı beyanlar vardır. Ezcümle:

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ  âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor. Evet nasılki nev’-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle  meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır. Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl ferdler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerin açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdab-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye, iki esası emreder:

     اَنْ لاَ يُذَلِّلَ وَ لاَ يَتَذَلَّلَمَنْ كَانَ عَبْدًا لِلّٰهِ لاَ يَكُونُ عَبْدًا لِلْعِبَادِ لاَ يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ نَعَمْ اَلْحُرِّيَّةُ الشَّرْعِيَّةُ عَطِيَّةُ الرَّحْمٰنِ

Yani: İman bunu iktiza ediyor ki; tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek. Allah’a hakiki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah’tan başka- kendinize Rab yapmayınız!... Yani Allah’ı tanımayan; her şeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer’iye; Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahim tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.” H:60

“Eğer denilse: Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?

Elcevab: Nur’un Yirmibirinci Lem’a-i İhlasında izah edildiği gibi; haklı şûra ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden,üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlas ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve  o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimayesi de yine imanın hakaikından gelen şûra-yı şer’î ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.” H:62

Şûranın ehemmiyetini ve teşekkülünün elzemiyetini devlet ricaline bildiren Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:

وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ٭ وَ شَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ

Tarih bize gösteriyor ki, İslâm ne derece dine temessük etmiş ise, terakki etmiş, ne vakit dinde za’f göstermiş ise, tedenni etmiştir. Başka dinde, bilakis kuvveti zamanında vahşet, za’fı zamanında temeddün hasıl olmuştur.

Cumhur-u enbiyanın şarkta bi’seti, Kader-i Ezelî’nin bir remzidir ki, şarkın hissiyatına hâkim dindir. Bu gün âlem-i İslâmdaki tezahürat da gösteriyor ki, âlem-i İslâmı uyandıracak, şu mezelletten kurtaracak yine o histir.

Hem de sabit oldu ki, bu devlet-i İslâmiyeyi bütün öldürücü müsademata rağmen, yine o his muhafaza etmiştir. Bu hususta garba nisbetle ayrı bir hususiyete malikiz. Onlara kıyas edilemeyiz.

Saltanat ve hilafet gayr-ı münfek, müttehid-i bizzattır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh bizim padişahımız, hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır. Saltanat itibariyele otuz milyona nezaret ettiği gibi, Hilafet itibariyle üçyüz milyonun mabeynindeki rabıta-i nuraniyenin ma’kes ve istinadgâhı ve mededkârı olmak gerektir. Saltanatı sadaret, Hilafeti meşihat temsil eder.

Sadaret üç mühim şûraya bizzat istinad ediyor, yine kifayet etmiyor. Halbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış münasebat içinde, içtihadattaki müdhiş fevza, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fasid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müthiş tedenni ile beraber, Meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terkedilmiş.

Ferd te’sirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Te’sirat-ı hariciyeye kapılmakla, çok ahkâm-ı diniye feda edildi.

Hem nasıl oluyor ki, umûrun besateti ve taklid ve teslim cari olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine Meşihat bir şûraya, lâakal Kadıaskerler gibi mühim şahsiyetlere istinad ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklid ve ittiba gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl kifayet eder.

Zaman gösterdi ki, hilafeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şamil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba’, hem ma’kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin... Sti:31

 

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık