بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
SILA-İ RAHM
Mütedeyyin hısım akrabayı ziyaret etme, onlarla müsaid şartlarda ve meşru dairede görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devam ettirme. *Akrabanın şahsî kusurlarını afvetme.
Fâkıh “Kadı İyaz’ın beyanına göre sıla-i rahmin birbirinden faziletli dereceleri vardır. Bu derecelerin en aşağısı, akrabayı terk etmeyerek onlarla konuşmak veya hiç olmazsa selâm göndermek suretiyle sılada bulunmaktır. Sıla-i rahim kudret ve ihtiyaca göre değişir ve yerine göre bazan vacib, bazan müstehab olur...
Müfessir Kurtubî, sıla-i rahmin umumi ve hususi olduğunu söyler. Umumi sıla-i rahim dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatta bulunmak, ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek vacib gerekse müstehab bütün haklarına riayet etmekle yapılır. Hususi olan ise, bundan fazla olarak akrabaya nafaka vermek, vakti, hali olup olmadığını soruşturmak ve kusurlarını görmezden gelmek gibi şeyleri de hesaba katmakla olur. İbn-i Ebi Cerre’ye göre sıla-i rahmin geniş manası: Mümkün olan hayrı yapmak ve elden geldiği kadar kötülüğü defetmektir.
Bütün bunlar müslümanlar hakkındadır. Kâfirlere, fâsıklara gelince; kendilerine nasihat kâr etmediği takdirde onlarla alâkayı kesmek icabeder...
Ekser-i ülemaya göre ise anne baba, evladının bulunmamasından bir zarar görmiyecekse farz-ı kifaye olan ibadetler, hatta bazılarına göre mendublar bile onların rızası olmadan eda edilebilir.” (Bulüğ-ül Meram. ci. 4, sh: 341-345)
Bu hükme göre, cihad-ı manevinin muza’af farz-ı ayn olduğu (H:143p.son) cihetiyle nazara alınınca, bu mesele iyi anlaşılır.
Bediüzzaman mühim bir talebesine sıla-i rahm yapması sebebiyle gelen bir şefkat tokadını şöyle değerlendiriyor:
“Hizmet-i Kur’aniyenin pek mühim bir azası olan Hulusi Bey, Eğridir’den memlekete gittiği vakit saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve te’min edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevi olan hizmet-i Kur’aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve validesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur’aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.
İşte Hulusi’nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiğinden şefkatli tokat yedi. Tam bir iki sene bazı münafıklar ona musallat oldular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam manasıyla sarıldı.” L:42
“Amma kader nokta-i nazarında feci akibetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler; âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci’ oldular.” M:55
“Akraba kısmı dürüst ve dindar olduğu müddetçe mezkûr iyi münasebetler devam ettirilmelidir. Şayet kâfir veya fâsık, yani kötülüklere dalan tiplerden olursa önce gerekli nasihat yapılır, yollarının yanlış olduğu anlatılarak doğru yola yönelmelerine gayret edilir. Buna rağmen akraba durumundaki kişi veya kişiler kendilerine çeki ve düzen vermedikleri takdirde olumsuz tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek onlarla münasebet kesilir. Bu kesinti, Allah yolunda olduğu için sıla-i rahim sayılır. (İbn-i Mace. ci.9, sh: 454)
Sıla-i rahm hakkında İşarat-ül İ’caz eserinde şu ikaz var:
“ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ
Bu cümledeki emir, iki kısımdır.
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” İ:174
Bir ayetin tefsirinde de şöyle deniliyor:
(13:21) وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَل Ve Allah’ın vaslını emrettiği şeyleri vaslederler, hukuka riayet ederler. Ki enbiyanın, verese-i enbiya olan ülemanın, erham ü akrabanın, komşunun ve bütün mü’minlerin ve hatta zimmeti bulunan alel’umum insanların ve kedisine, tavuğuna varıncaya kadar herhangi bir hakkı taalluk eden hayvanat ve belki nebatat ve eşyanın hukukuna riayet mes’eleleri hep burada dahildir.” (Elmalılı Tefsiri: sh. 2978)
İşte sıla-i rahmin bu şümullü manasındandır ki, kat’-ı sıla-i rahm mubikat-ı seb’aya dâhil olmuştur.
Görüldüğü gibi sıla-i rahmin hakikatı şümullü olduğu gibi, tatbikatı dahi şartlarla mukayyeddir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.