20-30 sene önce bir Ansiklopedide yazılı olan ve şimdi farkına varılan tarihî bir tevafuku ibret için nazara veriliyor. Şöyle ki:
“Kur’anın her asra bakan dersinden bir misal: Kur’an (40:38) âyetinde, Firavun’a karşı çıkan bir mü’min zattan bahsedilir. O zat kavmine diyor ki: “Bana ittiba ediniz.” Demek o zaman halk, kendilerini hakka bağlayan mühdî ve mürşid zatın sözlerini dinlemeye çok muhtaçtı. Yani halkın, şer liderleri ve cereyanı tarafından idlal edildiği bir fitne devriydi. Bu fitneye karşı çare olarak, tahkikî imanı kazanmış bir zat, irşadla manen muvazzaf bulunuyordu. Bilhassa son asrın son müceddidine bakan bir işaret olduğu manası hatıra geliyor. Mezkûr âyette zikredilen zatın, mü’min vasfının bilhassa ifade edilmesi, o asırda iman za’fiyeti ve küfrün dehşetli istilası olduğuna işarettir. O zat kavmine, sebil-ür reşada (rüşd yoluna, yani kur’anın sırat-ı müstakîmine) götüreceğini bildirir. Demek ki o zamanın menfî cereyanı, sebil-ür reşada düşman idi. Halkı sebilür reşaddan döndürmüş, aldatmış, şaşırtmış, ifrat ve tefrite düşürmüştü. Yine bu mü’min zat (39. âyetin beyanıyla) kavmine, dünya hayatının bir meta’dan ibaret olduğunu, hakiki hayatın dar-ül karar olan âhirette bulunduğunu tebliğ ve mukayeseli derslerle telkin eder. Âhiretin dar-ül karar olduğunu bildiren âyetteki cümle manidardır. Demek o zaman öyle bir gaflet istila etmiş ki, insanlar âhiretin tagayyürsüzlüğü ile ebedîliğini unutmuş, dünyayı ebedî tevehhüm eder olmuşlardı. O devir ile çağımız arasındaki benzerlik şayan-ı hayrettir. O asrın şerr cereyanı, bu asırda ise, süfyaniyet cereyanı insanları dünya hayatının menfaat ve lezzetlerine meftun etmiş, fani hayatın nefsanî cezibedarlığını artırmış, böylece âhireti unutturmuştu. Aynı surenin devamında gelen 40, 41, 42, 43. âyetlerde, o mü’min zat halka, dünya hayatında işlenen iyi ve kötü amellerin âhirette muhasebesi olduğunu hatırlatır. Bundan da anlıyoruz ki, âhiretteki muhasebeden de gafil idiler. Mü’min zat, kurtuluşa davet eder, karşı taraf ise Cehennem’e davet eder. Yani günahlara medenilik namı vererek vazgeçilmez bir hayat şekli olarak takdim eder. Hem fen namı altında esbab ve tabiat şirki, hem insanlar üzerine İlahî hâkimiyet yerine beşerî hâkimiyet prensibi gibi, hiç düşünülmedik çeşitli şirkleri dava ve telkin eder.
Nihayet o mü’min ve kahraman zat, muvazzaf olduğu tebliğini yapar, irşadatını fetalarına neşrettirir ve Allah’a tevekkül eder. Kavmine hitaben, “Size söylediklerimi (sözlerimi) yakın bir gelecekte zikredeceksiniz, (tezekkür ve tezkiren okuyacaksınız, ona olan ihtiyacı anlayacaksınız)” der. Aynı surenin 45. âyeti ise ifham eder ki, o şer cereyanı, bu asırda süfyaniyet cereyanı o mürşide su-i kasdlar hazırlamış. Fakat Allah o kulunu, onların su-i kasdlarından muhafaza etmiştir. En nihayet o mütecaviz âl-i Firavunu (şer cereyanını), kötü bir azab kuşatmıştır. (Bu âyetin son cümlesi, cifren 1424 eder) ki aynen bu tarihte kaderin, süfyaniyet cereyanını elebaşlarını yakalatmasına tevafuku, çok manidar düşmektedir.
(İslam Prensipleri Ansiklopedisi: Tefsir Maddesi 3727/1.parağraf.)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.