بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
TESETTÜR-Ü NİSVAN
Şer’i hükümler hakkında önceden bilinmesi icab eden ve dinen zaruri olup değişmez bir esas şudur:
Dini hükümlerde Alim olsun, cahil olsun müctehid seviyesinde olmadıkça hiçbir kimse kendi reyi ve anlayışı ile amel edemez. Ancak bir müctehide tabi olacaktır. Binaenaleyh, bir kimse “Dini hükümlerde” benim kanaatim böyledir, şöyledir derse bu söz, dinen hiçbir değer taşımaz. Böyle sözlere laf u güzaf denilir.
Eğer denilirse: Dini hükümlerde alim olanların vazifesi yok mu? Varsa nelerdir.
Elcevap: Vazifeleri vardır.
1-Sorulan dini mes’elelerin, şeriat kitablarından hükmünü bulup göstermek.
2-Dini hükümlerin müslüman halkın günlük hayatlarında lazım olan kısımlarını bir tertib ile yazıp kitap haline getirmek (Ömer Nasuhi Bey’in Büyük İslam İlmihali gibi)
3-Dini hükümlerin hikmetlerini, maslahatlarını ve hakkaniyetlerini, izah, isbat ve telkin etmek ve bihassa dinin bu hükümlerini hal ve fiili ile takva dairesinde yaşayıp, müminlere örnek olmaktır. Hele Avrupa adetlerini ve bid’atların istilası zamanında hassaten dini şahsiyetler, lisan-ı hal ile ders vermektir. Hatta aslında mübah olmakla beraber sefahete ve günaha vesile olabilecek şeylerden dahi çekinmektir ki, şeriatta buna “Seddi Zerai” tabir edilir.
İşte bunun gibi kudsi ve elzem çok vazifeler, hakiki din alimlerini beklemektedir.
Şimdi bu küçük mukaddemeden sonra, mutemed ve sözü hüccet olan büyük zatların, şeriat kitablarından gösterdikleri tesettür hakkındaki hükümlere geçiyorum.
Evvela: Sahib-üz-Zaman olan Üstad Bedizzaman Lemalar adlı kitabında kadınlar hakkında şöyle diyor “....Fıtratiyle ve zayıf hilkatleriyle namahremlerden şiddetli korkarlar ve çarşaf altında saklanmaya kendilerini mecbur bilirler.” Ve yine aynı eserinde şöyle der: “... Bir siperi ve kal’ası çarşafı olduğunu gösteriyor.”
Yukarıdaki nakilde görüldüğü gibi Tesettür Risalesinde Üstad iki defa çarşafa dikkati çekmiştir.
Şunu bilmek lazımdır ki, Risale-i Nur’da rastgele söylenmiş ifadeler bulunmaz, kelimeleriyle, tabirleriyle ve ifade şekilleriyle dahi ders verir. Hem belagatla söyler. Yani: İmani mes’eleler gibi esasat-ı diniyeyi açık ve tekrarlı ve diğer bazı mes’eleleri ise cemiyetin seviye ve vaziyetini nazara alarak mukteza-yı hale göre ve akla kapı açmak tarzında söyler. Sadık ve halis olup teslimiyeti bulunanlar bu ifadelerden maksadı anlar, teslim olurlar. Şimdi yukarıdaki nakilde Üstad, “Çarşaf” yerine umumi ve gayr-ı muayyen olarak “tesettür” veya daha başka bir ifade diyebilirdi. Fakat dememiş ve “Çarşaf” demiş ve ona dikkati çekmiştir.
Bilindiği gibi çarşaf, asırlar boyunca şer’i tesettür olarak giyinilmiş ve hatta günümüzde de çarşafa ve çarşaflılara karşı müslümanlar, bir hürmet ve nefsani hissi durduran bir kudsiyet hissiyle baktıkları gibi, ehl-i dalalet de çarşafa ve çarşaflılara karşı adavetle bakarlar. Ehl-i daleletin bu adaveti dahi Üstadı tey’id etmektedir. Zira, din düşmanının adavet ettiği şey, ekseriya dinen iyi olan şeydir. Evet, vuku bulan inkılab ve ihtilallerin zamanlarında yapılan icraatlarda ve marifetde ilk mekteblere kadar ve matbuatta dine muhalif yazarlara kadar çarşaf düşmanlığının pek acı manzaraları acı acı görüldü. Bu kadar geniş bir sahada çarşaf düşmanlığı acaba neden yapılmıştır....?
Eğer denilirse: Bugün bazı müslüman hanımlar çarşaftan başka birşeylerle örtünüyorlar. Bu vaziyetleri dine muhalif midir.?
Elcevap: Takvayı yani en iyi, en mükemmeli fikren, niyeten, iltizamen istemek ve taraftar olmak herkesin elinden gelen kolay bir husustur.
Dini bir emri tam olarak yerine getirmemek başka; bu emri eksiksiz ve tam dendiği gibi kabul etmek ve ona taraftar olmak da başka bir husustur. Yani ameli hayatta insan daima nakıstır ve kusurludur. Fakat, itikadda ve İlahi hükümleri aynen kabul etmekte eksiklik olmaz. Binaenaleyh, bir müslüman kadını tesettürü, Allah’ın emrettiği gibi kabul eder ve tam inanır ve taraftarlığını yapar. Ameli hayatında tesettürdeki eksikliğine üzülür ve mümkün olduğu kadar tamire çalışır. Böylece daha iyiye doğru bir mücahede hayatına sahip olur. Bu mezkûr husus, imanlı kalmanın asgari şartıdır. Eğer bir müslüman, Allah’ın emrine uygun yaşamadığı hallerde üzülmeyip aldırmıyorsa, iman mes’elesi tehlikede olur. Buna dair Emirdağ Lahikasından bir parça okuyalım:
“...iman etmek; Kur’anı Azimüşşanın ders verdiği gibi, o halıkı sıfatlarıyle, isimleri ile umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hisseis olmadığına delildir.”
İşte bu parçada da görüldüğü gibi herkes için kolay olan fikren ve niyeten kabul olan fikren ve niyeten kabulsüzlük iman mes’elelerine taalluk ediyor. O halde herkes için kolay olan Allah’ın emir ve nehyini aynen kabul lazımdır.
Bakınız Üstad Hazretleri bu mes’elenin esasiyle alakalı olarak Lem’alarda şöyle der:
“Sünnet-i Seniyenin herbir nevine bilfiil ittiba etmek ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmazsa da binniyet, bilkasd, tarafdarane ve iltizamkarane talip olmak herkesin elinden gelir.”
Yani, anlatmak istediğimiz şudur ki: Biz en mükemmeli, yani takva ve azimeti ve şer’i hükümleri yapmasak veya yapamasak da müdafasını yaparız. Dini hassasiyetimizi gösteririz. Yani, fikren tam sağlam olmak, fiilin de ona gayret etmek......Çünki bu hassasiyetimizle ancak bu dehşetli zamanda dindarane yaşayabiliriz. Zamanımız, tehavün ve lakaydlık kaldırmaz. Evet, bu ifsad zamanında kadınların demir gibi kuvvetli dindarlıkları lazım geldiğini Lemeat’da Üstad, şöyle beyan etmiştir;
“.....Mimsiz medeniyet taife-i nisayı yuvalarından uçurmuş. Hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslam onları rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik, zinetleri; haşmetleri, hüsn-u hulk; lutf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali şefkat; eğlencesi evladı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı lazımdır ta dayansın.....”
Şimdi de, çarşafın bazı maslahat ve faidelerine temas edelim.
Evet, çarşaf basittir ve ucuzdur. Hem hevesi tahrik eden muhtelif şekillerle modacılık tarafları yoktur. Hem yazlıktır, hem kışlıktır. Çünki, kışlık elbiseleri giydikten sonra çarşafın bolluğu sebebiyle rahatlıkla giyinilebilir. Zaten çarşaf, kadının dış elbisesidir. Kur’anda “Cilbab” ismiyle emredilen kadın dış örtüsü, işte bu çarşaf ve aynı biçimde olan car ve feracelerdir. Çünki, namahrem uzvun görünmesi haram olduğu gibi, elbisenin dar olması sebebiyle, vücut hatlarının ve uzuvlarının belli olması da memnu’dur.
Elmalılı Tefsirinde Ayette giyinilmesi emredilen elbise olan Cilbab’ı anlatırken şöyle der: “Baştan aşağıya örten çarşaf, ferace, car gibi dış kisvesinin adıdır.”
Ömer Nasuhi Bey, büyük İslam İlmihalinde şöyle diyor: “Kadınlara gelince: Hürre olanların, yüzleriyle ellerinden başka bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça 1namaz dışında avret değildir. Ayaklarında ise ihtilaf vardır. Esah görülen kavle nazaran ayakları da avret değildir...................
Bunlar ile yolda yürümek ihtiyacı vardır. Bu cihetle bunları örtmek bahusus fakirler hakkında müşkildir.
Diğer bir kavle göre: Hürrenin namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur. Diğer bir kavle göre de; ayakları namaza nazaran avret mahalli sayılmazsa da namaz haricinde avret mahalli sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını örtmeleri evladır. Sahih olan kavle göre bu hür kadınların kolları da, kulaklarıyla, salıverilmiş saçları da avrettir. (Yani göstermesi haramdır.)
Her müslüman için avret mahallerini örtecek, kendisini sıcaktan koruyacak mikdar elbise giymek farzdır. Bu elbisenin etekleri, erkeklerde bacakların yarısına kadar; kadınlarda ayaklarının yüzlerine kadar uzanmalıdır. Kolları da parmak uçlarına kadar uzun bulunmalıdır.”
Şimdi de Ni’met-ül-İslam ismindeki bir ilmihalden bazı parçalar nakledilecek. Yalnız, tabirleri ilmi olduğu için mümkün olduğu yerlerde parantez içinde bazı tabirlerin mealleri de verilecek. Şöyle ki:
“Kadınların mesturiyetleri (Örtünmeleri), kendilerini siyanet (çirkin nazarlardan ve tecavüzlerden korumak) ve haklarında şeref ve siyadettir. (Yani, seyyidliktir, hayır ve fazileti cemetmiş olmaktır.)
İhticap ve mesturiyetin (yani, perdelenme ve örtünmenin) nev’i ikidir. Biri: Hane içinde ihticapdır ki, kadın kısmı evi içinde zevcinin ve mahremlerinin gayriye muhalit (yani beraber ve birarada) olmamak ve görünmemektir. Diğeri: hane dışında ihticaptır ki, kimseye görünmemek üzere yüzünü ve baştan aşağıya kadar bütün endamını (vücudunu) ve hatta libasını (yani evde giydiği elbisesini) örtmek ve gizlemektir. Bunun zıddına tekeşşüf (açılma) ve bunun da ifratına tebezzül (yani, ayak altına düşmüş ve herkesin oyuncağı olmuş derecede kıymetsiz ve mübtezel olmak) tabir olunur.
Kadınlar tekeşşüften ve tebzülden ve ricalin (erkeklerin) iştahlı gözlerine, dar örtülerle arz-ı endam etmekten memnudurlar. Yüzlerini ve ellerini hatta ayaklarını, namazda açık bulundurabilirler. Velakin, zaruret olmadıkça mahrem olamayana bunları (yani, yüzlerini, ellerini ve ayaklarını) dahi gösteremezler. Sokakda yüz açmak ve libasın (yani, evde giydiği elbisenin) kolunu, veya eteğini örtüden (yani, cilbabdan ve çarşaftan) çıkarmak, şeriatın emrine muhaliftir. 2 İhticap (tam örtünmek) emr-i Kur’anidir. Onda, örtünmede tehavünün (yani, örtünmede lakaydlık ile hassasiyet göstermemenin) vebali büyüktür. Yüz namahrem değildir tabiri, salat (namaz) hakkında olmaktan gayride galattır. (Yani: Yüz, namaz dışında namahremdir, örtünmelidir)
Sure-i Celile-i Ahzap ile inen hicap (örtünme) ayetinde açık-saçıklık, nehiy (haram) ve kadınların erkekle ihtilattan (karışık bulunmaktan) men olunarak örtü altında siyanet kılındılar. (yani, muhafaza altına alındılar) Zinetlerinden madud olan libasları (yani, süs eşyası kabul edilen evde giydikleri elbiseleri) dahi erkekten örtmeye mecbur olarak (yani, kadınlara emredilerek) bürgü ve çarşaf içinde bulundular ve yüzlerine peçe çekip yalnız gözlerini açık bulundurdular.
Kılıklar, zaman ve mekana göre tebeddül edebildi ise de Ehl- İslam kadınlarının ihticap kıyafetleri, Hakka hamd olsun zail olmadı. Hatta müslümanlara tabi olan gayr-i müslim kadınları bile mestur ve muhtecip (tam örtülü) oldular. Ancak, nisa taifesinin her vakit için tabii hal olan erkeğe izhar-ı mehasin etmek (güzelliklerini göstermek), erkeklerin müsamahaları ile onları (kadınları) ibtizal (yani, kadının kendisini erkeklerin nazarından gizlememesi) vartasına (tehlikesine) kadar iletir oldu. Sokaklarda peçeler açılmakta sağrılar gerilmekte (yani kalçaların şekli gösterilmekte, hatta gayet eziyetli olan uzun ökçeli ayakkabılarla bu kısımlar tahrik edilmekte), kulaklarla beraber kolların libası ve süsleri gösterilmektedir ki, bu ahval onların hesabına müteşerri (şeriata bağlı) erkekleri hicaba düşürmektedir.
Evlerin erzakı (yiyecek şeyleri) gibi melbusat ve müzeyyanatın (yani, elbise ve fantazisinden olmıyan meşru süs eşyalarını) dahi götürüp kendilerine (aileye) beğendirmek suretiyle hariçten tedariki vazaifi ricalden (erkeklerin vazifelerinden) olarak erkekler için hem asan iken, kadınların çarşıya çıkıp ağyar ile ülfet (yabancılarla tanışıklık) ve hiç olmazsa zaruretsiz alış-veriş sohbeti etmek, hoş görülüyor. Erkeklerin geceliklerini dahi, kendilerine (yani kocalarına) kadınların alıp götürmeleri ar olsa da ağır gelmiyor.
Fesubhanallahilazim!........”
Eğer denilse : Takva zordur, herkes yapamaz. Fetva ile amel etsek daha iyi olmaz mı ?
Elcevap: Fakat, cevabı Bediüzzaman Hazretleri versin. Şöyle ki:
“.....Hadisat-ı zamaniye bahanesiyle, Vehhabilik ve Melamiliğin bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında; yani ruhsat-ı şer’iyyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risale-i Nur, gerçi umuma teşmil suretinde değil, fakat herhalde hakikat-ı İslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas velayet ve esas takva ve esas azimet ve esasat-ı sünnet-i Seniyye gibi, ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle hadisatın fetvalarıyle onlar terkedilmez.....” (K:77)
“........Laubaliler ruhsatlarla okşanılmaz, azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.” (M:478)
“.......Evet, Hazret-i Üstad Resul-ü Ekremin (ASM) sünnet-i Seniyyesine tam iktida etmiştir.
Bediüzzamanın bu hali de bütün islam mücahidlerine ve umum müslümanlara bir örnektir. Yani, cihad ile ubudiyet ve takvayı beraber yapıyor. Birini yapıp diğerini ihmal etmiyor.” (Konf:25)
“....Evet, elması bildiği (ahiret ve iman gibi) halde,yalnız zaruret-i katiyye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iyye var.Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama ve hafif bir korku ile tercih edilse eblehane bir cehalet ve hasarettir. Tokada kendini müstahak eder.” (K:25)
“.....Risale-i Nur Şakirdleri bu zamanda en büyük vazifeleri tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir” (K:148)
“......Ey uykuda iken, kendilerini ayık zannedenler!Umur-u diniyede müsamaha veya teşebbüh ile medenilere yanaşmayın. Çünki,aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalelete düşer boğulursunuz.” (Mes:126)
“....Görülmüyor mu ki, ittihadçılar o kadar harika azm u sebat ve fedakarlıklarıyla hatta islamın şu intibahında bir sebep oldukları halde,bir derece dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için,dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.Hariçteki islamlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.” (Mes:100)
Bir aile efradı arasında, kızkardeş gibi mahremlerin, bacak gibi mahrem yerleri; açık bırakılamaz:
“Üçüncü Hikmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünki açık-saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere göre gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir.
Çünki mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!..” (L:197)
Kardaşım,
Tesettür-ü Nisvan hususunda yazıp derlediğiniz ve hakikat-ı diniyenin bazı mes’elelerini, bilhassa zamanımızda ehemmiyet kesbeden hususları ihtiva eden yazınızı güzel ve istifadeye medar gördük. Dostlar hususi olarak kendilerine ve ahbablarına okuyabilirler. Cenab-ı Hak cümlemizi Sırat-ı Müstakim üzere gitmeye gayret edenlerden eylesin
Amin
MUSTAFA SUNGUR
1Şimdi asrımızda fitne dehşetli olarak bulunmaktadır. Bu dehşetli fitneyi nazara alarak örtünmeyi anlatan Ni’met-ül İslam ilmihalinden biraz sonra nakledeceğiz.
2 Evde giyilecek elbisesiyle, evden çıkınca giyilecek elbise hakkında Elmalılı Tefsirinden bir parça naklediyorum. Şöyle ki:
“Oturmuş kadınlar ki, bir nikah (evlenme) ümidi beslemezler. Bir zinet ile teberrüc etmeksizin (süslenip erkeklere görünmeksizin) üst örtülerini bırakmalarında beis yoktur. Yani hayz nifastan kesilmiş kadınlar (elli-ellibeş yaşlarından sonra) yukarıda geçen (ayetin) emri mucibince gizlenmeleri lazım olan zinetlerden hiçbirini izhar etmemek (örtmek) şartıyla üzerleindeki çarşafı; ferace gibi dış elbiselerini bırakıp, yalnız başörtüsü ile çıksalar bir beis yoktur, günah olmaz. Lakin teberrüc (yani zinetlerini göstermek) gençler için günah olduğu gibi ihtiyarlar için de günahtır. Süslenmeleri günah değil, süsle yabancı erkeklere çıkmaları günahtır.......Mamafih isti’fafları kendileri için daha hayırlıdır. Yani (Genç olmayan hanımlar) süslü olmadıkları halde de iffet adabına riayet ederek gençler gibi sakınmaları üst elbiselerini (yani: çarşaf ve feracelerini) bırakmamaları hakkında daha hayırlıdır. Çünki, töhmetten daha salimdir.”
Bu dersi indirmek için tıklayınız.