بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
TÖVBE
Yaptığı fenalığa pişman olmak, Allah’dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak.
Tövbenin makbuliyeti, günahlara karşı kalben ciddi nedamet duyup, bilfiil ıslah-ı hal etmek gayretinde olmakladır. Kur’an müteaddid âyetlerde bu manada ikazlarda bulunur. Yoksa işlediği günahlara karşı vicdanında bir üzüntü ve nedamet duymadığı halde sadece ağızdan ve âdet olarak yapılan tövbenin makbuliyet ve ciddiyeti zayıftır.
Ezcümle: Kur’an (2:37) âyetinin izahında, günaha ısrar etmemek ve tövbenin manası hususunda şu izahat veriliyor:
“Tövbe esasen rücu’ etmek, asl-ı sabıka dönmek demektir. Binaenaleyh kula nisbet edildiği zaman, arazî olan günah halini bırakıp aslî olan salah haline dönmek demek olur. Allah’a nisbet edildiği zaman da, talî olan nazar-ı gadabdan, aslî olan nazar-ı rahmete dönmek manasını ifade eder. Bunun için tevbenin mana-yı şer’îsi, kulun günahını itiraf ve ondan nedamet edip bir daha yapmamaya azmeylemesi, Allah’ın da bu tevbeyi kabul ile, günahı mağfiret etmesi diye tefsir olunur.” (E.T.326)
Bir hadiste şöyle buyuruluyor:
Kim yaptığı hasene ona sürur verirse ve işlediği seyyie de müteessir ederse, işte hakiki mü’min odur.” (Tac.Terc. 5.ci., 935. hadis)
“Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.” S:468
“Eğer desen: İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adavet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”
Elcevab: Sû’-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin manevî bir nedamet, gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır. Zâten bu mektubun bu mebhasını yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.” M:267
“Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.
Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a’zamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur.” E:34
İman hakikatı hakkında da şu ehemmiyetli beyan var:
“Evet kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelal’i inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır. Fakat ona iman etmek: Kur’an-ı Azîmüşşan’ın ders verdiği gibi, o Hâlık’ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her ne ise... Evlâdlarım, ehemmiyetli bir hâdise size bu uzun mes’eleyi kısaca beyan etmeye sebeb oldu.” E:203
“Gıybet edip, gıybeti gıybet edilen kimseye ulaşmaktır. Bu günahtır, helalleşmedikçe tevbe de tamam olmaz. Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur. İbn-ü Ebi’d-Dünya ve Taberani’nin Cabir’den rivayet ettikleri şu hadisin manası da şudur: “Gıybet zinadan daha kötüdür” buyurulmuş. Nasıl olur denilmiş, Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: Adam zina eder sonra tevbe eder. Allah mağfiret buyurur. Gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe mağfiret olunmaz. (E.T. 4474)
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ şunu da katiyyen ifade ediyor ki: Mü’min-i muvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya azmeylemektir.” (E.T.869)
Hem “Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tövbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.” Ş:229
Yani azgın ve gaddar mütecavizlerin, gaddarlıkları ile beraber layık oldukları cezayı, Cehennemde celal tecellisini seyretmek, yaşamakla bilinen vicdanî bir zevktir. Bu hakikatın küçük bir nümunesini canavar bir kedi hadisesinde hissettim.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.