DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

YAHUDİ

Hz. Yakub’un (A.S.) oğullarından Yehuda’ya mensub olan. Benî İsrail, Musevi.

İslâm Ansiklopedisi, Yahudi kelimesinin kökü hakkında muhtelif rivayetleri kaydeder, ve bütün bu farklı rivayetlere rağmen, yahudi kelimesi Yuda bölgesinde yerleşmiş bulunan eski İsrail halkının yeni nesilleri için kullanılmıştır, der.

Yahudilerin dünya hayatına aşırı bağlılıkları, peygamberlere daima isyankâr halleri ve bundan dolayı da Allah tarafından musibetlerle cezalandırıldıkları Kur’anda tekrarla bahsedilir. Ezcümle Kur’anda şöyle buyuruluyor:

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ   ( 2:96 )

وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُون( 5:62 )

وَيَسْعَوْنَ فِى اْلاَرْضِ فَسَادًۜا وَاللّٰهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ين( 5:64 )

وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى اْلاَرْضِ مَرَّتَيْنِ ( 17:4 )

وَلاَتَعْثَوْا فِى اْلاَرْضِ مُفْسِد۪ين( 2:60 )

Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri, şu iki müthiş düstur-u umumiyi tazammun eder ki,  hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükümetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.

Meselâ: فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ “Eğer doğru iseniz, mevti isteyiniz. Hiç istemiyeceksiniz.” İşte meclis-i Nebevîde küçük bir cemaatin cüz’î bir hâdise ünvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehud’un ta kıyamete kadar lisan-ı halleri mevti istemiyeceğini ve hayat hırsını bırakmıyacağını ifade eder.

Meselâ: ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُŞu ünvanla o milletin mukadderat-ı istikbaliyesini umumi bir surette ifade eder. İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan şöyle müthiş desatir içindir ki, Kur’an onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib vuruyor. İşte şu misallerden kıssa-i Musa Aleyhisselâm ve Benî-İsrail’in sair cüz’lerini ve sair kıssalarını bu kıssaya kıyas et.” S:402

Yahudilik cereyanının Türkiye ve İslâmiyet aleyhinde Lozan’da oynadığı rol:

«Büyük Doğu’nun yirmidokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden:

İngiliz murahhas hey’eti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

“Türkiye İslamî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Lozan’da Türk murahhas hey’eti başkanı bulunan ve henüz hakiki kasıtları anlıyamıyan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve te’minatı veriyor ve diyor ki: “Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden... (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’i azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas mes’elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir.”

Lozan Konferansı’nın ikinci sahifesi: ...Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükümeti) bundan böyle, bu millete, İslâmiyet’i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve milli irade yaftası altında çalışacağı şüpheden  varestedir.

Nihaî Vesika:

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda “Türkler’in istiklalini ne için tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevab:

“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamıyacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.

Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?

Gizli anlaşmanın entrikası:

Türkler’e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’i istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna me’mur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır  Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvela Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, ta içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani Masonluk hasebiyle Kur’anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş planının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeği taahhüd ediyorum.” Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar hey’etine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir  mani kalmamıştır. Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak planın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu te’sirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu te’sir, mahud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş. Ve artık Türk’ü içinden vurmanın planını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel Hadis-i Şerif’in ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye’ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu,1 Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.” Em:31-33

“Bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri eski partinin bir kısım şeflerine hakikat namına itirazımızın yüz misli ziyade şimdiki dinî mecmualar, resmî cerideler aynı itirazı şiddetle vurdukları halde, Risale-i Nur’un bir mahrem parçası şimdiki zaman tamamıyla tayin ettiği bir hadisin hakikatını tefsir bahsinde, şeflerin başı Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakiki Türk’ü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudilik’e ve başka dine girmiyen ve İslâm kahramanları olan Türkler’i Protestan yapmağa malum hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ülema-yı İslâm’ın “Cevazı yok” diye ittifaktan hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onun bütün bu vatandaki masum Müslümanlar’a cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit manasız acib bir cebr-i umumi yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanun ile onu (şapkayı) bu millet-i İslâmiye’ye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiği dehşetli fikrini isbat etmiş ki, Din-i İslâm’a gayet muzır olarak Hadis’in haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.”Em:41

Hz. Üstadın namaz ve hükümet, yani rejim şekli hakkında yazdığı ve mecliste dağıttığı 10 maddelik beyannamesi sebebiyle M.Kemal ile çıkan münakaşa:

“Bu meb’usana hitab, namaz kılanlara altmış meb’us daha ilave eder. Namazgâh olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir. Bu parça; meb’uslara ve umum kumandanlara ve ülemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Bir gün divan-ı riyasette, elli-altmış meb’us içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M.Kemal Paşa:

-Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır; sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz, der. Bu söz üzerine Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak:

-Paşa.... paşa! İslâmiyet’te, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur, der. Fakat paşa tarziye verir, ilişemez.2 T:142

Bediüzzaman Hazretleri bu hâdiseyi kendileri şöyle anlatıyor:

“Ankara’da divan-ı riyasetinde pek çok meb’uslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddet ile divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: “Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.” Ben de onun hiddetine karşı dedim: “Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.” Dehşetli bir pot kırdım. Hâzır meb’us dostlarım telaş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususi riyaset odasında: “Hücumat-ı Sitte”nin “Birinci Desise” içinde bulunan “Meselâ: Ayasofya Camii ehl-i fazl ve kemâlden ilââhir ....” cümlesinden başlıyan, tâ “İkinci Desise”ye kadar, bir saat tamamen ona söyledim. (3) Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması, kat’iyyen bu üç cebbar fevkalâde kumandanların (4) bu üç acib hâletleri, âdeta Eski Said’den korkmaları, şüphesiz ki Risale-i Nur’un, ileride kahraman şâkirdlerin şahs-ı mânevîsinin hârika bir kuvveti ve Risale-i Nur’un parlak bir kerametidir.” E:246

Kur’an (4:160) âyetin beyaniyle yahudilerin zulüm ve idlâllerinden dolayı kendilerine bazı helâl, bazı şeyler haram kılındı. Bu tahrim hâdisesinden de anlaşılıyor ki, şeriat bazı füruata ait mes’elelerde cemiyetin ahvaline göre hükmeder. Cemiyette azgınlık ve sefahat arttıkça şiddet getirir. Evet, dinde bir kaidedir ki: Fitne zamanlarında ve fitne ihtimali karşısında ruhsat yolu daraltılır. Cemiyette diyanet kuvvetleşince de ruhsat kişilerin tercihlerine bırakılır.

Böyle sefahetin umumileştiği zamanlarda dine aykırı düşen bir kısım umumileşmiş âdetlere müsamahakâr fetvalar vermekte dikkatli olmak gerektir.

“Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabilik ve Melamiliğin bir nevine zemin ihzar etmek tarzında, yani ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risalet-in Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” K:77

Kur’an (16:25) âyetinde de ifade edildiği gibi, yani ayetin meali: “Bunu söylemelerinin sebebi şu: kıyamet günü, kendi günahlarını yüklendikten sonra saptırdıkları bilgisiz (cahil) kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat et ki, ne fena yük (günah) yükleniyorlar.

Bir rivayette de meâlen buyruluyor ki: «Müslümanlardan bir cemaat dağlar gibi günahlarla gelir. Allah onları affeder ve günahları yahudilere yükler.» (R.E.507 ve S.M.49-51)

Bu rivayet, fitne-i âhirzamana vesile olan münafıkların ifsadatına ve o fesada itilen halkın durumuna işaret olsa gerektir.

Sual: «Rivayetlerde, her iki Deccal’ın hârikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş..

Elcevab: وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ İcraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Ekser tahribat ve hevasata sevkiyat olduğundan, kolayca hârikulâde öyle işler yaparlar ki, bir rivayette “Bir günleri bir senedir.” Yani bir senede yaptıkları işleri, üçyüz senede yapılmaz denilmiş... İstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükümetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebeb olur. Her iki Deccal, azamî bir istibdad ve azamî bir zulüm ve azamî bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, azamî bir iktidar görünür. Evet öyle acib bir istibdad ki; -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale ederler. Zannederim asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyet-perverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata bir cephede hücum göstermişler. Hem öyle bir zulüm ve cebir ki; bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.

Her iki Deccal, Yahudi’nin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besliyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hatta İslâm Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir.” Ş:593

(T.T. 5. cild 1026. hadisten 1047. hadise kadar, Deccal hakkındaki rivayetlerdendir.) Bir rivayette, deccala tabi olanların geçmiş amellerinin menfaat vermeyeceği deccalı tekzip edenlerin de geçmiş günahlarından muaheze edilmeyeceği bildirilir. (R.K.K. Hadis no: 807)

 

1 “Rivayette var ki: Deccal’in mühim kuvveti yahudidir. Yahudiler severek tabi olurlar.”

Allahu a’lem.. diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça te’vili Rusya’da çıkmış. Çünki her hükümetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, Komünist Komitesi’nin te’sisinde mühim bir rol ile yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükümetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulatını yaktırdılar. Büyük Deccal’ın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükümetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.” Ş:587

2   HIYANET: Hainlik, İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp hilekârlık yapmak.

Tekvinen (fıtrat-ı asliye itibariyle) veya teşri’an (hukukan) veya itimaden tevdi olunan emaneti nakzetmek. Meselâ: Namaz ve ibadet, tekvinî ve teşriî bir emanet-i İlahiyedir. Onu ifa etmemek hıyanettir. İdare makamına seçilmek, teşriî bir emanettir. O makamı hukuka aykırı kullanmak hıyanet olur... ilh.” (İslam Prensipleri Ansiklopedisi Hıyanet maddesi 1281.p)

3 Bu bahis T.H. 145’inci sahifede de vardır.

4 Üç cebbar kumandanlar, aynı mektub içinde 31 Mart Hâdisesinde Hareket Ordusunun başkumandanı Mahmud Şevket Paşa İstanbul’un İngiliz işgalinde İngiliz Başkumandanı ve M. Kemal Paşa olarak gösteriliyor.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık