DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

İHTİSAS

اختصاص : (Husus.dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevî veya uhrevî, Kur’anî, İslâmî, imanî bir mesleğe, fen veya san’ata hasr-ı mesai etmesi; yalnız onunla meşgul olması. (Bu metod insanı muvaffakiyete eriştiren en birinci ve en büyük bir âmildir. Bir kimsenin yaktığı bir meş’aleyi parlatabilmesi ve bakileştirebilmesi için o meş’alenin, o nurun pervanesi olması gerektir.) Zübeyir Gündüzalp (R.Aleyh) (Osmanlıca Ansiklopedik Lügat)

Hem hiç mümkün müdür, hiç makul mudur, hiç kabil midir ki: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriye semasının güneşleri, yıldızları, ayları hükmünde olan enbiya ve evliya, tevatür suretiyle ve icma'-ı manevî kuvveti ile ihbar ettikleri ve şehadet ettikleri melaike ve ruhaniyatın vücudları ve müşahedeleri, bir şübhe kabul etsin, bir şekke medar olsun. Bahusus onlar şu mes'elede ehl-i ihtisastırlar. Malûmdur ki; iki ehl-i ihtisas, binler başkasına müreccahtırlar. Hem şu mes'elede ehl-i isbattırlar.S:512

İşte böyle ihtisas sahibi olan zatlara i’timad etmek şarttır. Mesela:

Deniliyor ki: Sen çok şeylere mütevatir dersin, halbuki biz onların çoğunu yeni işitiyoruz. Mütevatir birşey böyle gizli kalmaz?

Elcevab: Ülema-i Şeriat yanında çok mütevatir ve bedihî şeyler var ki, onlardan olmayana göre meçhuldür. Ehl-i hadîs yanında da çok mütevatir var, sairlerin yanında âhâdî de olmuyor ve hâkeza... Her fennin ehl-i ihtisası, o fenne göre bedihiyatı, nazariyatı beyan edilir. Umum halk ise, o fennin ehl-i ihtisasına itimad eder, teslim olur veya içine girer, görür. Şimdi haber verdiğimiz hakikî mütevatir veya manevî mütevatir veya tevatür hükmünde kat'iyyeti ifade eden vakıalar, hem ehl-i hadîs, hem ehl-i şeriat, hem ehl-i Usûlüddin, hem ekser tabakat-ı ülemada hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan avam veya gözünü kapayan nâdanlar bilmezlerse, kabahat onlara aittir.M:141

Yani, hem bilmemek, hem de bilen ihtisas ehline yani âlem-i İslamca makbul imamlara itimad etmemek, mes’uliyet getirir.

“Meselâ: Bütün bir şehrin ahalisi, ramazan ayına bakıyorlar. Binler insan, yok diye nefiy ve inkâr etseler, iki adam da isbat edip şehadet etse, bütün inkâr edenlerin sözleri hiçe iner. Acaba kâr-ı akıl mıdır ki; sen desen: “Bu kadar binlerle insanların tevatürlerini kabul ederim, o iki adamın şehadetlerini reddederim.”

Aynen bunun gibi, biri çıksa dese: “Koca Avrupa’nın bu kadar hükeması şu hakikat-ı imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamızın sözü nasıl tercih ediliyor?”

Ey bîçare nâdan! Mes’ele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mes’ele, hiç ehil olmadıkları mes’elelerde nâ-ehil birkaç fuzulînin hadsiz ehl-i ihtisasa karşı söz söylemesidir.

Bir-iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hükmünde olan Şeyh-i Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın icmalarıdır ki; o hakikatı görmüşler, gösteriyorlar. Koca Avrupa hükeması dediğin; madde-perest, akılları gözlerine sukut etmiş, maneviyattan uzaklaşmış, şems-i hakikattan ve hilâl-i haktan âmileşmiş; hakkı görmedikleri için hakkı nefyeden, haddinden tecavüz etmiş san’atkârlardır.

   قَدْ يُنْكِرُ الْعَيْنُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمٍ

Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziyasını ve vücudu hasta olan kimse de, suyun tadını inkâr ediyorlar.” Ni:101

Kur'an-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev'-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A'lâdan irad edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi'dir.

Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur'an-ı Azîmüşşan'a tefsir olamaz. Çünki Kur'anın hitabına muhatab olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi' bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassubdan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur'aniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.İ:8

“Aziz arkadaş! Bu mes’elelerde yazılan muhakemelerin neticesi olarak şu gelen kaideleri de koynuna koy, sana lâzım olur.

1- Bir şahıs, çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.

2- İki şahıstan sudûr eden bir söz, istidadlarına göre tefavüt eder. Yani birisine göre altun, ötekisine nazaran kömür kıymetinde olur.

3- Fünun; fikirlerin birleşmesinden hasıl olup, zamanın geçmesiyle tekâmül eder.

4- Eski zamanda nazarî olup, bu zamanda bedihî olmuş olan çok mes’eleler vardır.

5- Zaman-ı mazi, bu zamana kıyas edilemez; aralarında çok fark vardır…..” İ:113

“Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse; galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki: Maddiyatta tevaggul eden, maneviyatta gabileşir ve sathî olur.Bu noktaya nazaran; maddiyatta mehareti olanın maneviyatta hükmü hüccet olmasına sebeb olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şâyan-ı istima’ değildir. Evet bir hasta; tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal eder ise; akrabasına ta’ziye vermeye davet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir. Kezalik hakaik-i mahza ve mücerredat-ı sırfeden olan maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir. Evet herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez...” Mu:17

Netice: Gerek beşer âleminde ve gerek İslamiyet dairesinde, ehl-i ilimce tasdik edilmiş olan mütehassısler vardır. Dinî sahaya bakan mes’elelerde icma veya re’y-i cumhurun hükümlerine teslimiyet şarttır ve zaruridir. Aksi halde kişi hak dairesinin haricinde kalır. 

“Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müşerri’ Olamaz

İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için, nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayre ilzam edemez.

Ümmeti davetle teşri’ edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ olamaz.

İcma’ ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.

Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz...” S:705

Hukuk-u İslamiye Kamusunda şu kayıd var:

“Müfti, mezhebindeki zahirürrivaye denilen akval var iken rivayat-i şazzeye göre fetva veremez. Meğer ki böyle bir rivayetin müftabih olduğu fukaha-i kiram tarafından tasrih edilmiş olsun. Hanefi’lerce zahirürrivayeye aid kitablar: El’camiüssağir, El’camiül’kebir, Essiyerüs’sağir, Ezziyadat, El’mebsut denilen eserlerdir. Bunlara “ Kütüb-i usul”, bunlardaki mesaile de “Rivayetül’usûl” denilir.” (Hukuk-u İslamiye Kamusu, sh:259 )

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık