بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
İRTİCA
Geri dönmek. Ric’at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.
Hz. Üstad diyor ki:
“Menşeleri iki kanun-u esasiyeye istinad eden iki irtica var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakiki irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır.
......Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamağa başlaması gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur.
Bir taifeden; bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor.İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber ediyor.
Evet birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadığından maddi ve manevi bir nevi rüşvet vermeğe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için... O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karşı; ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ı kat’îsiyle Kur’anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi te’min eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki: Birisinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevi günahkâr olup âhirette mes’ul olur; dünyada değil.
Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.
İşte Kur’an’ın bu gibi kudsi kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde mahvedildiği gibi, binler misaller var.
İşte bu vahşiyane irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’anın yüzer kanun-u esasîsinden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te’min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’anın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir.” Em:82
Burada anlatılan vahşi irtica, zamanımızdaki süfyaniyet cereyanını anlatır ki, insanlık dünyasında eşi bulunmayan emsalsiz bir vahşettir.
İslâm Şeriatı, gelişen beşerî ve içtimaî hayatın seviye ve iktizasına göre her türlü terakki ve tekemmülün ve en ileri medeniyetin üstadı olmuş ve olacaktır. Bu hakikat, 1927 senesinde Lahey’de toplanan Dünya Hukuk Kongresi’nde te’yid edilmiştir.
İslâmiyete irtica diye dil uzatan, ya koyu cehaletini ilan eder veya dine muhalif cereyanı hesabına din aleyhinde propaganda yapmış olur ki; hiçbir müslüman buna değer vermez ve aldanmaz. Hatta böyle propagandalar karşısında dinine daha çok sarılır ve ona hizmet eder.
Elhasıl, irtica geriye dönüş olduğuna ve geri devrede ise, biri Asr-ı Cahiliye, diğeri Asr-ı Saadet olarak yalnız iki hayat şekli bulunduğuna göre, menfi ve müsbet iki irticadan söz edilebilir. Asrımızda asr-ı cahiliye hayatını yaşamak isteyenler, asr-ı cahiliye mürtecileri; diğer irtica ise: Asr-ı Saadet’teki en yüksek fazilete sahib olan sahabe hayatına uymak isteyenler demek olur.
Amma bazı cahil müslümanın hurafeli anlayış sahibi olanları varsa, o irtica değil, cehaletli taassubdur. İslâm ise, cehaleti kabul etmiyor.
Bu irtica yaygarası, 1909 siyasî dalgalanmalar devresinde de yapılıyordu. Kur’an (4:83) (33:60) âyetlerinde tenbih ve tehdid edilen ve bir kısım eracif ehli olan cerideler ve mevkuteler ortalığı karıştırmıştı. Yine Bediüzzamam Hazretleri bu müstebidlere de cevab vermiş ve hakikat-ı hali ortaya koymuştu. Bu beyanlardan birkaç kısa nümuneler verelim:
“Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu, meşrutiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi.” D:9
“Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise ve hilaf-ı şeriat hareket ise:
فَلْيَشْهَدِ الثَّقَلاَنِ اَنِّى مُرْتَجِعٌ1 Zira yalanlarla ittihad yalandır ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemma-yı meşrutiyet; hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” D:34
“Bunu da derim ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatını setr için başkasını irtica ile ve dinini, siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler, eskisinden beterdirler.” D:12
“Divan-ı Harb-i Örfî’de, mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı idame beş para kıymet vermeyip, cevaben: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım.” Ş.449
Burada giderek dehşetlenip ortaya çıkan nifak komitesini ve onun istibdâd-ı mutlakını haber veriliyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon mahkemesinde de aynı mesele ileri sürülmüştü. Ezcümle ehl-i vukuf raporunda:
“Suçlarından diye: “Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve laikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur’aniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteplerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüt-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid’at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur.” diye yazmışlar.
Ey insafsız hey’et! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsi ve semavi rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve te’vil kaldırmaz sarih çok ayat-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini, umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükümetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.” Ş.431
Bu feci istibdâd-ı mutlak beyanını birkaç yerde dahi ehemmiyetine binaen tekrar eder. Çünkü eş kabul etmeyen bu zaman fitnesini bilmeyenler, helakete giden bu anlayış ve yaşayışın tesirinde kalır.
“Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir "irtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat'iyyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ İslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır. Nümunelerinden birinci nümunesi,bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Nokta'da beyan etmek zamanı geldi. Menşeleri iki kanun-u esasîye istinad eden iki irtica var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok sû'-i istimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esasıdır.
İkinci Nokta: Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu bîçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamağa başlaması gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:
Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes'ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor. Evet birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaîflendiği için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadığından maddî ve manevî bir nevi rüşvet vermeğe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için... O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karşı; ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ı kat'îsiyle Kur'anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki: Birisinin hatasıyla başkası mes'ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup âhirette mes'ul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye, iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.”Em:81
“Dinî hissiyatı siyasete âlet ediyorum diye ithamlarına karşı deriz:
Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki; değil dini siyasete âlet, belki siyasî olduğum zamanda dahi, bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi’ yapmaya çalıştığımı, bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehadet ettikleri gibi, Hürriyetin başında şeriat isteyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusu’nun dehşetli divan-ı harb-i örfîsinde, aynı günde onbeş adam asıldığı bir zamanda, Divan-ı Harb-i Örfî reisi ve a’zaları dediler ki: “Sen mürtecisin, Şeriat istemişsin” sözlerine mukabil demiş: “Şeriatın bir tek mes’elesine ruhumu feda etmeye hazırım. Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilaf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şahid olsun ki ben mürteciyim” diyen bir adam, i’dama beş para ehemmiyet vermeyen ve dünyasını, her şeyini Şeriata feda eden hiç mümkün müdür ki: Dini, şeriatı bir şeye ve bir siyasete âlet yapsın. Buna ihtimal veren sofestaî olamaz.” Em:130
Mantıksız bir irtica ithamı:
“Eğer dinsizliği ve küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kısım adamlar, bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükûmetin bazı erkânına hulûl edip iğfal etseler veya memuriyet mesleğine girseler ve Risale-i Nur'u desiselerle imha ve beni tehditleriyle susturmak için deseler: "Taassub zamanı geçti. Mâziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelirken, senin irticakârane bir surette dinî ve imanî kuvvetli ders vermen işimize gelmez!...
Elcevap: Evvelâ o mâzi zannedilen zaman ise istikbale inkılâb etmiş. Ve hakikî istikbal odur. Ve oraya gideceğiz.
Sâniyen: Risale-i Nur, tefsir olduğu haysiyetiyle, Kur'ân-ı Hakîm ile bağlanmış. Kur'ân ise, Küre-i Arzı Arşa bağlayan, cazibe-i umumiye gibi bir hakikat-ı cazibedardır. Asya'da hükmedenler; Kur'ânın Risale-i Nur gibi tefsirleriyle mübareze edemezler. Belki müsalâha ederler; ondan istifade ederler ve himaye ederler.
Amma benim susmam ise; madem âdi bir keşif yolunda ve ehemmiyetsiz bir fikr-i siyasî peşinde ve dünyevî bir haysiyet yüzünden çok ehl-i izzetin başları feda edilse; elbette koca Cennetin fiatı olacak bir servet ve hayat-ı ebediyeyi kazandıracak bir âb-ı hayat ve bütün feylesofları hayrette bırakacak bir keşfiyat yolunda, vücudum zerreleri adedince başlarım bulunsa ve feda edilmesi lâzımgelse, bilâtereddüd feda edilir. Hem, beni tehdit veya imha suretiyle susturmak, bir dil yerine bin dil konuşturacak. Yirmi senedenberi ruhlara yerleşen Risale-i Nur, susmuş bir dilime bedel, binler dilleri söylettirmesini Rahîm-i Zülcelâlden ümitvarım.” T:235
Burada anlatılan ifsad ve aldatma planı, çeşitli şekilleriyle senelerden bu yana icraa olunmaktadır. Risale-i Nur’un irşadı ile müteyakkız olan Nurcular, bu tarz aldatmaların tesirinde kalıp gerilemek şöyle dursun yürüdükleri hak yolunda daha kuvvetli ve sebatkâr davranırlar ve davranılmalıdır.
1 Yani: bütün dünya, cin ve ins şahid olsun ki, ben mürteciyim.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.