بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
İTTİHAD-I İSLÂM ÖNCESİ GENİŞ DAİRE FAALİYETLERİ OLUR MU?
Risale-i Nur’da “İman Hayat Şeriat” denilen üç vazifeden ikinci ve üçüncü vazifelerin icrası İttihad-ı İslâm’a istinad edeceği yani İttihad-ı İslâm’dan önce bu vazifelere girme ve sahib olma iddialarının Risale-i Nur’un sarih beyanlarına aykırı düşeceği hakkındaki beyanlardan bazıları şöyledir:
O gelecek zâtın “İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.” (E:266)
Malûm üç vazifeden “Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller, fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder, belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir, belki bir şan ü şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zâtlar, Mehdi olacağım diye dava ederler.” (E:267)
Yine Bediüzzaman Hazretleri aynı hükmü te’yiden diyor ki:
“Sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir.Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.” (STG:9)
Yine geniş dairedeki vazifenin hakimiyet kuvveti hakkındaki şu beyanlarda aynı mes’eleyi nazara veriyor ve dinsizlik cereyanının en kuvvetli göründüğü devreye dikkat çekiliyor. Şöyle ki:
“O cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir.” (M:57)
Geniş dairede dinsizliğin kuvvetli görüneceği haberini te’yid eden ve 1945 sonrası yazılan şu ifade de dikkat çekicidir:
“Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa'da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm'ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya'nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur'ana ittihad edip tâbi' olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.” (E: 58)
Yine o geniş daire vazifelerinin icrası için gereken kuvveti sarih bir ifade ile gösteren Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar.1 Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin en has ordusudur.” (M:441)
Hazret-i Mehdi’nin başına geçeceği o fedakarları, Bediüzzaman Hazretleri ehl-i velayet ve ehl-i kemal, yani bid’alara bulaşmamış evliya ve kamil insanlar olarak tavsif ederken şöyle der:
“Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” (M:56)
Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanda nifak perdesi altında ifsad eden komiteler, yani hâkim cereyanların, resmiyete ve kanun sahasına giren geniş dairedeki İslâmî faaliyetleri kendi menfaatına çevirdiklerine dikkat çekip ikaz eder. Hattâ ikinci ve üçüncü vazifeleri temsil etmek vasfına sahib olan o gelecek zât dahi, seyyidler cemaatına ve İttihad-ı İslâm kuvvetine istinad etmeden, yani bu kuvvetlerin zuhurundan önce gelse, geniş dairedeki asıl vazifeden feragat edeceğini ibret nazarına arzeden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.” (K:90)
“Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.” (Ş:362)
Osmanlı Devleti’nin son devresinde büyük âlimlerden müteşekkil resmi bir müessese olan Dar-ül Hikmet-il İslâmiye hakkında Bediüzzaman Hazretlerine sorulan sual ve verdiği cevabı mes’elemiz hakkında gayet manidardır. Sual ve cevabın bir kısmı aynen şöyledir:
“S- Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye neden hizmet edemedi?
C- En büyük hizmeti, adem-i hizmetidir. En büyük hareketi, hareketsizliğidir. Çünki buradaki hâkim olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan herbir hareketi boğuyor. Hareket edenleri gördük, mukaddes câmilerde gâvurlara dua ettirildi ve mücahidlerin cevaz-ı katline fetva verdirildi. İşte Dâr-ül Hikmet, bu fırtına içinde âlet ettirilmedi. En büyük mani olan ecnebi kuvvet, bütün kuvvetiyle ahlâksızlığı himaye ve teşci' ediyordu.” (STİ:88)
“Bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur'aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.” (E:24)
Bediüzzaman Hazretlerinin İttihad-ı İslâm adını verdiği hakikî dindar ve İttihad-ı İslâm’ın tahakkuku ile bid’aları kaldırıp şeairi ihya ve siyaset-i İslâmiyeyi icra edecek olan cereyanın iktidar olma şartını bulmayan ortaya çıkmamasını tavsiye eden bu gelen beyanı da mezkûr hükümleri te’yid eder.
Şöyleki: “Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat “Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm'dır.
İttihad-ı İslâm Partisi: Yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeğe, belki siyaseti dine âlet etmeğe çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeğe mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” (Em:162)
İşte bütün bu nakillerdeki açık beyanlar, kat’iyetle gösteriyor ki: O kuvvetler ve ittifaklar tahakkuk etmeden önce, ikinci ve üçüncü vazifelerin icrası yapılamaz. Ancak imanî hizmetler başta olarak o şart ve kuvvetlerin tahakkukuna, yani İttihad-ı İslâm’a çalışır.
Sual: Baştan buraya kadar verilen izahata göre, ikinci ve üçüncü devrelere şimdi girilemeyeceği hükmü anlaşılıyor. Buna göre, günümüzün mevcut şartları içerisinde geniş daire faaliyetleri tamamen terk edilmeli midir?
CEVAB:
1-İkinci, üçüncü vazifelerin vazifedarlığı iddiası yapılmadan,
2-Nurculuk faaliyetleri namına olmadan,
3-Dar ve geniş daire hizmetlerini iç içe yapmamak şartıyla,
4-Esasat-ı diniyeye ve Risale-i Nur’un sarih düsturlarına fikrî ve amelî sahalarda muhalefet ve inhiraf yapılmadan,
5-İman hizmetine nisbetle geniş daire faaliyetlerinin geri derecede olduğu anlayışını benimsemek kaydıyla yapılacak içtimaî faaliyetlere iyi niyetle bakılır ve haslar dairesinin nazarını geniş dairelere çekmiyecek şekilde ve belli bir nisbette desteklenir. Bilhassa geniş daireden iman hizmeti dairesine yol açmak ve geniş daireyi vesile kılmak tarzı daha makbul olur. Evet haslar dairesindeki mesleğin azamiyeti ve keyfiyet hususiyetlerinin hassasiyeti, geniş dairenin bid’alarına müsamahakâr tarzını kaldırmaz.
1 Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevi gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.