1158- HAMD حمد : Medih, övmek, Cenab-ı Hakk’a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, sena etmeleri. (Bak: Rızk, Şükür)

Fatihanın başında zikredilen اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ hakkında bir sual ve cevab:

“Bu cümlenin Kur’anın başlangıcı olan Fatiha süresine fatiha yani başlangıç yapılması neye binaendir?

Cevab: Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, (51: 56) وَ مَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ اْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ ferman-ı celilince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır.  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeğe işarettir.

1159- Hamdin en meşhur manası, sıfat-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı kâinata cami bir nüsha ve onsekiz bin âlemi havi şu büyük âlemin kitabına bir fihriste olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır. Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriata imtisal ederse, insanın ceherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülasa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى Hadis-i Şerifinin beyanında: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir ayine olsun ve o ayinede cemalimi göreyim.” demiştir.” (İ.İ.17) (1247.p. mezkûr ruhî inkişafatla alâkalıdır.)

İşte hamd böyle küllî bir hakikatı ve hakiki kemalât-ı beşeriyeyi cami’ olduğu gibi, hilkat-ı insaniyenin de en ehemmiyetli neticesidir. (Kemalât-ı beşeriyenin çekirdeği olan ruhun inkişaf şartları, bak: 1969, 3598 p.lar)

1160- “Evet Ma’bud-u Bilhak yalnız o Kadir-i Zülcelal olduğu gibi, Mahmud-u Bil’ıtlak yine yalnız odur. İbadet ona mahsus olduğu gibi, hamd ü sena dahi ona hastır. Hiç mümkün müdür ki: Semavat ve Arz’ın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın; esbab ve tesadüfe havale etsin; hikmet-i bahiresini abesiyete kalbetsin! Haşa! Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm bir zat, bir ağacı gayet ehemmiyetle tedbir ve tasvir edip ve gayet derecede hikmetle idare ve terbiye ettiği halde; o ağacın gayesi, faidesi olan meyvelerine bakmayıp ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zayi’ olsun! Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz. Ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir.... İşte şu kâinatın zişuuru ve en mükemmel meyvesi ve neticesi ve gayesi, insandır. Şu kâinatın Sani-i Hakîmi mümkün müdür ki, şu zişuur meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bahiresini hiçe indirsin veyahut kudret-i mutlakasını acze kalbettirsin veyahut ilmi-i muhitini cehle çevirsin. Yüzbin defa haşa!

Hiç mümkün müdür ki: Şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı olan zişuur ve zişuurun serfirazı olan nev’-i insanın mazhar olduğu ni’metlere mukabil izhar ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sani’inden başkasına gitsin. Ve o Sani-i Zülcelal, o gayet-ül gaye olan şükür ve ibadeti başkalara gitmesine müsaade etsin.

Hem hiç mümkün müdür ki: Hadsiz enva’-ı ni’metiyle kendini zişuurlara sevdirsin ve hadsiz mu’cizat-ı san’atıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadetlerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnetdarlıklarını esbaba ve tabiata terkedip ehemmiyet vermesin; hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin; saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin! Yüzbin def’a haşa ve kella!

1161- Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halkedemiyen ve bütün meyveleri icad edemeyen ve yer yüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misal-i musaggarı olan bir elmayı halkedip ve o elmayı ni’met olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bil’ıtlak’a hamd noktasında iştirak etsin! Haşa! Çünki bir elmayı halkeden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları icad eden yine o olabilir. Çünki sikke birdir. Hem elmaları icad eden kim ise, bütün dünyada medar-ı rızk olan hububat ve semeratı halkeden yine odur. Demek en küçük cüz’î bir zihayata, en cüz’î bir ni’meti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlikıdır ve Rezzak-ı Zülcelal’dir. Öyle ise şükür ve hamd, doğrudan doğruya ona aittir.” (M.237)

Atıf notları:

-İbrahim (A.S.) ile Nemrud arasındaki münazara, bak: 2842-2844.p.lar.

-Elhamdülillah’ın en kısa manası, bak:3763.p.

1162- Hamd hakkında Kur’andan birkaç not:

-Herşey Allah’a hamd ve onu tesbih eder: (17:47)

-Hamdin Allah’a tahsisi ile alâkalı âyetlerden bazıları: (6:1, 45) (28:70) (30:18) (37:182) (40:65) (45:36) (64:1)

-İhsan-ı İlahî olan hidayetin verilmesine hamdetmek: (7:43)

-Kur’an ni’metine hamd etmek: (18:1)

-Zâlimlerden kurtarılmak ihsan-ı İlahiyesine hamd: (23:28)

-İhsan olunan fazilet-i ilme hamd: (27:15)

-İhya-i arz ni’metine hamd: (29:63)

-Hîne tekumu: kalktığın zaman hamd ve tesbih etmek: (52: 48)

-Meleklerin hamdetmeleri: (39:75) (42.5)

-Âhirette cennet ehlinin hamdetmeleri: (10:10) (34:1) (35:34) (39:74)

Yukarı Çık