1297- HİDAYET هداية : Doğruluk. Sırat-ı müstakim. İslâmlık. Hakkı hak, batılı da batıl olarak görüp batılı terk ile hakkı takib etmek. Dalaletten ve batıl yoldan uzaklaşmak veya uzaklaştırmak. (Bak: Dalalet, Sırat-ı Müstakim)

Fatiha Suresinde geçen اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ deki اِهْدِنَا ile istenilen şeylerin ayrı ayrı ve müteaddid olması اِهْدِنَا manasının da ayrı ayrı ve müteaddid olmasını icab eder. Sanki اِهْدِنَا dört masdardan müştakdır. Meselâ: Bir mü’min hidayeti isterse اِهْدِنَا sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade manasını; fakir olan isterse, i’ta manasını; zaif olan isterse iane ve tevfik manasını ifade eder. Ve keza, “Her şeyi halk ve hidayet etmiştir.” manasında bulunan (20:50) وَ خَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَ هَدَى âyet-i celilesi hükmünce, zahirî ve batınî duygular, âfâkî ve haricî deliller, enfüsî ve dâhilî bürhanlar, Peygamberlerin irsaliyle, kitapların inzali gibi vasıtalar itibariyle de hidayetin manası taaddüd eder.

İhtar: En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, batılı batıl göstermektir.” (İ.İ.22)

1298- Her şeyin ne her işin tekâmülü, zıdlarının mukabele ve rekabet etmeleriyle olur. Meselâ, hidayetin tekâmülüne dalalet yardım ettiği gibi, imanın tekâmülüne de küfür yardım eder. Çünki küfür ve dalaletin ne derece pis ve zararlı olduklarını gösteren bir mü’minin imanı ve hidayeti, birden bine çıkar.” (İ.İ.164)

1299- Hidayetin Allah’tan olduğunu ifade eden اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ ( 2:5 ) cümlesindeki, مِنْ   kelimesinden burada bir cebr hissedilmekte ise de, hakikatte cebir değildir. Çünki onların cüz’-i ihtiyarlarıyla hâsıl-ı bilmasdar olan hidayete yürümeleri üzerine, Cenab-ı Hak o sıfat-ı sabite olan hidayeti halk ve ihsan etmiştir. Demek ihtida, yani hidayete doğru yürümek, onların kesb ve ihtiyarları dahilindedir. Fakat sıfat-ı sabite olan hidayet, Allah’tandır.” (İ.İ.61) (Bak. 1630.p.)

1300- Bir âyette de şöyle buyuruluyor: (2: 16)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلاَلَةَ بِالْهُدٰۖى فَمَارَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَاكَانُوا مُهْتَد۪ينَ

Yani: Onlar hidayeti verip dalaleti satın alan bir takım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir faide görmedikleri gibi, o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar.

Nev-i beşerin dünyaya gönderilmesi, daimî bir tavattun için değildir. Ancak sermayeleri olan istidad ve kabiliyetlerini tenmiye ve inkişaf ettirmek üzere ticaret için gelmişlerdir. Fakat münafıklar bu ticaretlerinde sermayelerini batırıp, âleme rezil oldular.

Bu âyetin cümleleri arasında ticaret uslüblarındaki tertibler gibi gayet fıtrî, selis ve muntazam bir tertib vardır. Şöyle ki: Bir tüccara yüksek bir sermaye verilir. O da o sermaye ile zararlı ve zehirli şeyleri alır satarsa, o tüccar alışverişin sonunda ne bir faide görür ne de bir kâr görür. Bilakis hasaret içinde boğulmakla beraber, kaçmak için yolu da kaybeder... işte münafıkların yaptıkları muamele de aynen buna benziyor.

1301- اشْتَرُوا ünvanı ise, münafıkların “hidayeti terkedip dalaleti aldığımız fıtratımızın iktizasıdır. İhtiyarımız ile değildir” diye yapacakları mazeretin reddine işarettir. Evet sanki Kuranı Kerim onlara diyor ki: Cenab-ı Hak, re’s-ül mal olarak size uzun bir ömür vermiştir. Ve ruhlarınızda da kemalât istidadını bırakmıştır. Ve hidayet-i fıtriyenin çekirdeğinide vicdanınıza dikmiştir ki, saadeti alasınız. Halbuki sizler saadete bedel, lezaiz-i faniye ve menafi-i dünyeviyeyi alıyorsunuz. Demek su-i ihtiyarınızla dalalet mesleğini ihtiyar ve tercih etmekle hidayet-i fıtriyenizi ifsad, re’s-ül malınızı da zayi ettiniz.

الضَّلاَلَةَ بِالْهُدٰۖى Münafıkların iki hüsrana maruz kaldıklarına işarettir. Birisi: Dalalet hüsranıdır. İkincisi; hidayet gibi büyük bir nimeti kaybetmektir...

وَمَاكَانُوا مُهْتَد۪ينَ yani re’s-ül mallarını zayi etmekle hüsrana maruz kaldıkları gibi, yollarını da kaybetmişlerdir. Bu cümlede surenin başındaki (2:2) هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ cümlesine gizli bir remiz vardır ki, Kur’an-ı Kerim hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.” (O.İ.İ.) (Fıtrat, hakkı kabul kabiliyetidir, bak: 969.p.)

1302- “(13.27) وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلآَ اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ Küfredenler, ona Rabbinden bir âyet indirilse idi deyip duruyorlar.. قُلْ De ki: اِنَّاللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ Hakikaten Allah dilediğini şaşırtır, dalalete düşürür. Bu idlalin sebebi sizin ona inabe etmemenizdir. وَيَهْد۪ٓى اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ Halbuki o, her inabe edeni kendisine hidayet eder.

İnabe: Hakka ikbal ü teveccüh ve âyât-ı hakkı teemmül ile tevbedir ki, asıl hakikatı, hayır nevbetine girmek demektir. Binaenaleyh hidayetin şartı, nefsanî iradeden çıkıp Hak Teala’nın iradesine ikbal ve teveccühü ifade eden irade-i cüz’iyedir.” (E.T.2982)

Allah insanları fıtrat-ı asliyeleriyle müheyya ettiği gibi, Kitab-ı Hak ile de hidayeti göstermiştir. Ezcümle, bir âyette şöyle buyuruluyor:

“(5:15,16) قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ Şimdi size Allah her türlü şekk ü dalal zulmetlerini izale eden bir nur icazkar bir beyan ile emr-i hakkı izah eden bir kitab-ı mübin -yani Kur’an- geldi ki,يَهْد۪ى بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ  Allah bununla rızası arkasında giden yani Allah’a iman ile rızasını arayan kimseleri selâmet yollarına... hidayet eder, doğrultur.

وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ Ve onları izn ü tesiriyle zulmetlerden nura- cehl-i küfür ve şaşkınlık zulmetlerinden nur-u yakîn-i tevhide çıkarır.” (E.T.1609)

1303- Hidayet hakkında Kur’andan birkaç not:

-Allah’tan hakka hidayet olunmadıkça hiç kimse hakk u hidayeti bulamaz: (10:35) (34:50) (Bak: 3942. p. sonu)

-Mahiyet ve halet-i ruhiyece hidayete likayat ehlini hakkıyla ancak Allah biliyor: (16:125) (17:84)

-Hidayete liyakatı tamamen kaybedenler: (18:57) (63:6) (Bak: 1654.p.sonu)

-Hidayeti kabul edenler: (19:76)

-Amel-i salih ve ihtida: (20:82)

-Hidayete bedel hevalarına tabi olanlar: (28:50) (30:29) (47:17)

-Hidayet verilenler ve verilmeyenler: (39:36,37) (Bak: 1523/2.p.)

-Hidayet mevzuunda iyi niyetleri olmayıp bahane arayanların hali: (41:44)

-Gerek fıtraten gerek şeriat olarak insana hidayet yolunu gösterilerek muhtar bırakılması sırrı: (76:3)

-Hidayet ve dalalete liyakatı izhar eden imtihan (74:31)

-Birkaç atıf notu:

-Verilen hidayete hamd etmek. bak. 1662p.

-Hidayete götüren ümmet (cemaat), bak.3907.p.

-Allah hidayet murad ettiği kimsenin sadrını şerh eder, bak:1758.p

-Şeytanları (insî şeytanları) dinleyip haktan sapanların kendilerini hidayette sanmaları (7:30)

Yukarı Çık